Vaiz Muharrem DEMİR


KADIN: Saygın Birey -3-


               Efendimiz (sav), öncelikle ve özellikle kadına karşı yakın çevresinden gelebilecek olumsuz tavırları engellemek için uğraşmıştır. Allah, kadın ve erkeği birbirlerinde huzur bulmaları için eş olarak yarattığına göre ailede huzursuzluk sebebi olan her davranış sorgulanmalıdır. Elbette insan olmanın kaçınılmaz sonucu olarak erkek kadar kadın da hata işleyecek, yanlış kararlar alacak, kusurlu davranışlar sergileyecektir. Bunlar karşısında erkeğin takınacağı tavır bizzat Allah tarafından belirlenmiştir: “Onlarla (hanımlarınızla) iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmadıysanız, olabilir ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız da Allah onda pek çok hayır yaratmış olur.” (Nisâ, 4/19)

               Allah'ın Resûlü de erkeğin kadına karşı şiddete başvurmasını kesin bir dille yasaklamıştır. Eşini acımasızca dövüp akşam olunca da onunla aynı yatağı paylaşmanın ne büyük tezat olduğuna dikkat çekmiştir. Şüphesiz kendisi dayağın kabul gördüğü ve sıradanlaştığı bir toplumda yaşıyordu. Buna karşın o, hayatı boyunca ne bir kadına ne de bir hizmetçiye tokat atmıştır. Onu örnek alan bir aile reisi, affı, sabrı ve merhameti elden bırakmamak zorundadır. Hz. Peygamber'in gözünde kadına el kaldırmak, bedeli çok ağır bir suçtur. Nitekim koyunlarına göz kulak olmadığı için cariyesini döven sonra da bundan pişman olarak onu azat edip etmemesi gerektiğini sormaya gelen bir adama, onu özgürlüğe kavuşturması gerektiğini söylemiştir.

 

               Bir gün Hz. Ömer'e, “Kişinin sahip olabileceği en hayırlı hazineyi sana söyleyeyim mi?” dedikten sonra, saliha yani iyi huylu bir kadını tarif etmişti Allah'ın Resûlü: “(Kocası) yüzüne baktığında ona huzur veren, ondan bir şey istediğinde yerine getiren ve kocasının yokluğunda onun saygınlığını koruyan iyi / saliha bir kadın!” (Ebû Dâvûd, Zekât, 32) Aslında bu sözleriyle, huzurlu bir ailenin vazgeçilmezi olan kadınlara da seslenmiştir. Aksi ve huzursuz bir ifadeyi yüzünden eksik etmeyen, eşinin meşru isteklerini umursamayarak kulak ardı eden, evine, malına ve namusuna sahip çıkmayan bir kadın elbette “kişinin en kıymetli hazinesi” olamaz! Hz. Peygamber, sadece bu sözleriyle değil bulduğu her fırsatta kadınlara “saliha hanım” olmanın yollarını göstermiştir. Geçerli bir nedeni olmaksızın kocasından boşanmayı talep eden kadının cennetin kokusunu alamayacağını belirterek kadına yuvasını dağıtmamasını öğütlemiştir. Bir gün mescidin önünde oturup sohbet eden kadınları görünce, onları eliyle selâmlamış ve “Sakın nimete karşı nankörlük edenlerden olmayın!” demiştir. (Tirmizî, İsti’zân, 9) Dilini lânete alıştırmanın, vara yoğa beddua etmenin, eşinin fedakârlıklarını görmezden gelmenin ve iyiliğe karşı nankörlüğün pek çok kadın için cehennem gibi acı bir son ile noktalanacağını söylemiştir. (Buhârî, Nikâh, 89)

               Allah'ın Resûlü, kadının değerini bilen ve onun kendine has özelliklerini önemseyen bir insandı. Kadınlar yaratılıştan gelen bir inceliğe ve cazibeye sahiptirler. Hz. Peygamber, onlardan Allah vergisi olan bu yönlerini kötüye kullanmamalarını ve insanoğlunun zaaflarına karşı özenli davranmalarını istemiş, yabancıların yanında başkalarını uyarıcı koku kullanarak şuh biçimde dikkat çekmelerini uygun görmemiştir. (Nesâî, Zînet, 35) Etkileyici bir güzelliği haram yolda harcamalarının, şeytanın emelleri için bulunmaz bir fırsat olduğunu hatırlatarak, hem kadını hem de erkeği uyarmıştır. Aynı zamanda bunun ciddi anlamda bir imtihan vesilesi olduğunu bildirmiştir.

               Peygamber Efendimiz, kadını susturmazdı. Verdiği kararı yeniden düşünmesini isteyerek ısrar eden ya da söylediklerine şaşırarak ikna olmayı bekleyen kadınları bile sükûnetle dinledikten sonra cevaplardı. Kadının fikrini almaktan ve tercihine saygı duymaktan rahatsız olmazdı. İbn Ömer'in teyzesinin kızı, Osman b. Maz'ûn'la ısrar üzerine evlenmiş ama bir türlü bu evliliği benimseyememişti. Annesi, Peygamberimize gelerek, “Allah var, kızım bu işten hiç memnun değil.” dediğinde, Efendimiz kadının mutsuzluğunu duymazdan gelmemiş, aksine Osman'ı çağırarak eşini boşamasını istemişti. Yine askerî birliğe katılarak cihada çıkmak istediği hâlde eşinin hacca hazırlandığını söyleyen bir erkeğe, eşini yalnız bırakmayıp onunla haccetmesini söylemişti.

 

               Âlemlere rahmet olan Peygamberimiz, kadının ağırlığını ortaya koymasına ve gerektiğinde karar mercii olmasına da karşı çıkmazdı. Amcasının kızı Ümmü Hânî'ye evlilik teklif etmesine rağmen onun olumsuz cevap vermesi üzerine bu durumu gurur meselesi yapmamıştı. Yaşlandığını ve çocuklarının onu rahatsız etmesinden endişe ettiğini söyleyerek bir Peygamber'in evlilik talebini reddeden bu hanımın kararını tartışmamış, kabullenmişti. Hatta onun şahsında, evlâtlarına karşı şefkatli olduğu kadar eşinin hukukuna da riayet eden iyi huylu ve hayırlı hanımların hepsini övmüştü. Aynı Ümmü Hânî, bir erkeği emânı altına aldığını ilân edip canının güvencede olduğunu ve kimsenin ona dokunmasına izin vermeyeceğini söylediğinde de bunu onaylamış ve “Senin emân verdiğin kimseye biz de emân veririz.” demişti.(Buhârî, Salât, 4) Güçlü bir kadının otorite ilânı anlamına gelen bu uygulama hakkında, “Kadın toplum içinde emân verme yetkisine sahiptir.” (Tirmizî, Siyer, 26) buyurmuştu.

 

               Kadının konumunda yaşanan değişim ya da Allah Resûlü'nün gerçekleştirdiği dönüşüm, baş döndürecek kadar hızlı idi. Kadınların Resûl-i Ekrem'in yanında hissettikleri rahatlık ve duydukları güven, buna alışkın olmayan o günün erkekleri için şaşırtıcı, hatta bir o kadar da ürkütücü olmuştur. Kadının bütün hakları ile varlığını kabullenen, kimliğini tanıyan ve ayrı bir kişilik olmasına izin veren bu tavır, alışkanlıklarını alt üst etmeyi gerektiriyordu. Son dinin Peygamber'i ile sohbet etmekten çekinmeyen, ama Hz. Ömer'in geldiğini duyunca sinen kadınlar, her ne kadar Peygamber'e yeterince saygı göstermediklerini düşünen Hz. Ömer'i öfkelendiriyorsa da Allah'ın Resûlü'nü gülümsetiyordu. Kimi zaman eşlerinin söz dinlemez olduğundan yakınarak onlara el kaldırmaya yeltenseler de sonuçta, incittikleri kadınlar gece bile olsa soluğu Peygamber'in kapısında alıyor ve Şefkat Peygamberi sabah mescide geldiğinde; “...Bu gece Muhammed'in eşlerine pek çok kadın geldi. Hepsi de kocalarından şikâyetçiydi. Bu adamların sizin hayırlılarınız olduğunu sanmayın!” diyordu. (Ebû Dâvûd, Nikâh, 41-42)

 

               İslâm Peygamberi, zihinlerde kökleşmiş olan yanlış kanaatleri söküp atmak için uğraştığı risâlet hayatı boyunca kadını himaye etmiş, koruyup kollamış, onun nefes almasını ve bir insan olarak varlığında taşıdığı değerin fark edilmesini arzu etmiştir. Ancak bunu sağlamak kolay değildi. Meselâ, Abdullah b. Ömer bir gün Resûlullah'ın, “Hanımlarınız mescide gelmek için izin isterlerse onlara engel olmayın.” dediğini anlatırken oğlu Bilâl kalkıp, “Vallahi onları engelleriz!” diye yemin ederek karşı çıkabilmiştir. Resûl-i Ekrem'e bu kadar yakın bir ailenin evlâdı bile, kadının fitne çıkarmak için kullanacağı kaygısını taşıyarak bu konuda farklı düşünebiliyordu. Oysa sakin bir insan olmasına rağmen o zamana kadar duyulmamış biçimde ağır sözlerle oğluna çıkışan babasının cevabı, herkese ders olacak niteliktedir: “Ben sana Allah'ın Peygamberi şöyle buyurdu diyorum, sen hâlâ, "Vallahi onları engelleriz!" diyorsun!” (Müslim, Salât, 135)

 

               Evet, Peygamber'in varlığı, Allah'ın kadın kulları için huzurun garantisi idi. Onun mübarek bedeni, sığınılacak bir kale gibiydi. Bu beden aralarından ayrıldıktan sonra da kadınıyla erkeğiyle bütün inananlar onun sözlerini dinlemek, davranışlarını örnek almak, yaşam tarzını sürdürmek ve öğrettiklerini unutmamak zorunda idiler. Kadının Peygamber öğretisi ile edindiği haklar, kıyamete kadar korunmalıydı. Oysa Allah Resûlü'nün vefatının ardından kadın konusunda yaşanan gelişmelerin hiç de iç açıcı olmadığını Abdullah b. Ömer şöyle itiraf ediyordu: “Biz Hz. Peygamber zamanında hakkımızda vahiy iner de azarlanırız korkusuyla kadınlarımıza karşı kötü söz söyleyemez ve istediğimiz gibi davranamazdık. Ne zaman ki, Hz. Peygamber vefat etti, işte o zaman ağır konuşmaya ve rahatça dilediğimizi yapmaya başladık!”(Buhârî, Nikâh, 81)

 

               KAYNAK: HADİSLERLE İSLAM

YAZARLAR