Doç. Dr. Rasih ERKUL


KISITLI ALANLARDA SALGIN DÜŞÜNCELER…

"... İnsanın ne kadar aciz, dünyanın ne kadar fani ve de en büyüğün Allah olduğunu iliklerimize kadar hâlâ hissetmediysek söyleyecek bir şey kalmıyor..."


         “Evdekal” uyarıları yanında, gönüllü karantina içinde, değişik günler geçiriyoruz.

         Yapılan plânların, kurulan hayallerin uçup gittiği, birden her şeyin anlamını yitirdiği günleri yaşıyoruz.

         Çevremizi yeniden düzenliyoruz.

         Okullar kapandı, yollar boşaldı…

         Alışageldiğimiz hareketler bile farklılaştı.

         Kendi elini, kendi yüzüne süremiyorsun.

         Akşam çıkardığın kıyafetin bile düşmanın gibi.

         Sabun ve su ile daha sıkı dost olduk.

         Dostluğa bir de “yalnızlık” eklendi.

         Eşe dosta uzatılamayan ellerin ihtiyaç sahiplerine uzanması gereken günlerdeyiz…

         *   *   *

         Genç nesil, dışarı çıkmayla bugünleri tam idrak edemeye bilir. Ya bizim nesil..

         Sosyal medyada, 60 yaş üzeri bizim nesli anlatan ifadeler, hakikaten ne kadar hoş ve doğru…

         Unuttuğumuz şeyleri yeniden hatırlıyoruz:

         Amerikan süt tozu ile beslenmiş, kreş, dershane, özel okul görmemiş…

         Renkli çocukluk resminden vazgeçtik bazılarının hiç bebeklik, çocukluk resmi olmamış,

         Buna rağmen hepsi bilgi sahibi,  garip olduğu kadar bir tuhaf nesil…

         Harp görmüş, darp görmüş, baskı görmüş,  çatışma, görmüş…

         Ekonomik krizlerden nasibini almış…

         Birbirini vatan için vurmuş, vurulmuş, dövmüş, dövülmüş, öyle bir nesil.

         *  *  *

         Bu günlerde evlerdeyiz. Daha çok ev dışına alışkın olanlar için oldukça zor, sıkıntılı günler…

         Dar alandaki salgın düşüncelerimizin yalnızlığına, internet üzerinden sosyal medya hâkim oldu.

         Kafalar, gözler avuçlarımızdaki telefonlara, dizimizdeki ekranlara kilitlendi.

         Parmak ucunda, ekran üstünde inip çıkıyoruz.

         Zihinlerimiz, allak bulak, karmakarışık.

         Beğenilmiş olduğundan, düşüncelerimizi, duygularımızı okşadığından onlara uygun düştüğünden  tekrar tekrar karşımıza çıkan  eğri, doğru hatırlar, hikâyeler, masallar, resimler, müzikler… 

         Alabildiğine sonsuz ve de sessiz…

         Doğruların yanlışa yanlışların da doğrulara karıştığı bilgiler, olaylar, sonuçlar, yorumlar…

         Bilgece anlatımlar, zâhidcesine tavırlar, kulak çekici ifadeler …

         Okumaya davet eden, “lütfen” diyen uzun, kısa okuma parçaları…

         Hafiften veya tam merkezden dokundurmalar, sinsi gülüşler, bilmezden gelme ifadeler…

         *  *  *

         Bazen gerçekten, bazen de şu veya sebeple “Beğen”iyoruz, destekliyoruz, yalnız bırakmak istemiyoruz.

         “Paylaş”mayla “beğen”imizi pekiştiriyoruz.

         “Paylaş”mayla belki de bir görev yapmış oluyoruz, bunun gururunu yaşıyoruz, kendimizi bir başka hissediyoruz, rahatlıyoruz.

         Birçok paylaşımın kaynağı yok. 

         Çoğunlukla balıklama daldığımız sözlerin, resimlerin, seslerin, mekânların doğruluğunu sorgulama, araştırma gereği aklımızın ucundan bile geçmiyor.

         Kim demiş, ne zaman demiş,  sözün en azından başlangıcı ne, gerçek mi, uydurmamı, düzenleme mi ? 

         Çok önceki bir olay mı, bir değerlendirme mi, durum mu?

         Duygularımızı, düşüncelerimizi yönlendiren tercihlerimiz, kabullerimiz, değerlerimiz, kutsallarımız, alışkanlıklarımız hemen öne çıkıyor, ister istemez.

         “İnanılmaz” yani “müthiş, güzel, önemli, şahane, harikulâde, süper vs. vs.  “şey”ler; gel de beğenme, gel de paylaşma…

         Asıl önemlisi orta yerdeki “Yorum”.

         Bence zurnanın önemli noktası burası olmalı. “Yorum”.

         “Yorum”ları, daha çok es geçerken, uzun uzun da yazıyoruz, teşekkürü, iyi dileklerde bulunmaya, rahmet dilemeyi…  ihmal etmemeye çalışıyoruz.

         *   *   *

         “Ne yazık ki, kelimeler ve onların kavram alanları, dilden dile, hatta kişiden kişiye değişir. Kimse kimseyi, hatta kişi bile kendisini yüzde yüz anlayıp anlatamaz. Anladığımızla yetinmek zorundayız” diyordu,  işin ehli bir hocam.

         Mevlânâ da onu tamamlar gibi ifade etmiş;  “anlaşılmak gibi bir derdimiz vardı. Ne zaman ki kendimizi anlatamadığımızı fark ettik. İşte o zaman; susmalar dostumuz oldu”.

         Susmak; sükût etmek…

         Denir ki bazı durumlarda dili tutmak; cevap vermemek, çoğunlukla insanı hayra götürür. Şemsi Tebrizî “sükûtun da bir sesi vardır” der ve ilave eder “onu anlayacak yürek lâzımdır.”

         Sükûtun sesini duymak ve de onu anlamak… 

         Tam tersine bir işleyiş var; vatandaş “fırsat bu fırsat” deyip sözün nereye vardığını bilmede veya bilmeyerek, nereye vardığına dikkat etmeden, kendinde her şeyi söyleme, yazma hakkını görürcesine karalıyor, aşağılıyor,  veryansın ediyor…  

         Yüz yüze de olmayınca yaz yazabildiğini, söyle söyleyebildiğini…   

         Zaaflarımızdan yararlanan -fırsat bu fırsat- aslıyla hiçbir  ilişkisi olmayan, gerçeği yansıtmayan düzenleme, oluşturma  vs. sözlerin, resimlerin  isteyerek veya istemeden peşine takılıp dağıtımcısı oluyoruz.

         “Siyaseten”, “nezaketen” ve de  “şahsen” de olsa bu tür tercihler, paylaşımlarla farkına varmadan telâfisi olmayacak, çok önemli hatalar, yanlışlar yapıyoruz, haksızlıklar içinde oluyoruz, insanlığın dışına çıkıyoruz, incitiyoruz, hak hukuk çiğniyoruz, çizmeyi aşıyoruz…

         “Yorum”larımızda daha “düşünceli” bir tavır içine girmek o kadar zor olmamalı. Büyüklerimizin dediği gibi “Bu da geçer yâ hû”.

         O gün geldiğinde birbirimize muhtaç değil miyiz? Hiç mi aramızda, “hak hukuk” yok?  Daha da önemlisi, bu günün “öte”si de var.

         Ona göre yaşamalı, ona göre konuşmalı, ona göre yazmalı ve de ona göre davranmalıyız.

         Gelinen noktada bir virüs, bize, temizliğin ne kadar önemli, tedbirin ne kadar gerekli olduğunu hatırlattı.

         Sağlık,  nasıl bir hazine ve ölüm de ne kadar yakın olduğunu rakam rakam öğretti, öğretiyor.

         İnsanın ne kadar aciz, dünyanın ne kadar fani ve de en büyüğün Allah olduğunu iliklerimize kadar hâlâ hissetmediysek söyleyecek bir şey kalmıyor.                 

         Hepinize evlerinizde sabırlı ve sağlıklı günler diliyorum.

YAZARLAR