“Ben yüzyıllardır buradayım” diye söze başladı Koca Çınar…
O bunları söylerken, yapraklarının arasından süzülen rüzgarla birlikte dinginlik veren sesi, hemen yanında bulunan Koca Pınar’ın oluğundan akmakta olan suyun sesiyle bütünleşerek sanki huzur akıtıyordu ruhuma…
Ben ise, Koca Pınar’dan kana kana su içtikten sonra yıllar önce kimsenin nasıl oluştuğunu bilmediği koca oyuğunun içine girmiş, ayaklarımı oyuğun yola açılan kısmına doğru uzatmış, sırtımı bir köşesine dayamıştım. Etrafta kimsecikler yoktu. Hemen önümde bulunan köy yolu sessizliğini ise, ağaçlar arasından geçen diğer canlıların hışırtıları bozuyordu. Çok uzaklardan gelen köpek sesleri, buralarda yalnız olmadığımın kanıtıymış gibi geliyordu bana…
Gözlerimi kapatıp kendimi bu dinliğe bıraktım… Etrafımı saran yeşilliğin güzel kokusundan başımın ağırlaşmaya başladığını hissediyordum. Gökyüzündeki bulutların hareketleri hızlanmaya başlamıştı…
Etrafımdaki bu sessizliğin arasından süzülerek kulağıma ulaşan Koca Çınar’ın yapraklarından çıkan sesler, anlayabildiğim kelimelere dönüşmüştü:
“Ben küçücük bir fidanken, hemen şu yanı başımdaki pınar yapılmamıştı daha… Her yer yemyeşil, çeşitli ağaçlarla kaplıydı. Suyu etrafı kaplayan yeşillikler arasından salına salına akar giderdi. Ağaçların aralarını kürler, dikenler ve diğer bitkiler kaplıyordu. O pınarın kaynağının suyuyla sulanırdı bu topraklar. Uzaklardan birikerek toplanıp gelen Çat Dere’nin suyu gürül gürül akardı gümüş gibi süzülerek…”
“Bizlerden önce hangi medeniyetlere kucak açmış bu topraklar?” diyecektim ki, daha ben sözüme başlamadan anladığını hissettiğim bir tavırla konuşmaya başladı:
“Daha benim hayatta olmadığım ancak, atalarımdan dinlediklerimi anlatayım o zaman…” diyerek devam etti:
“Şimdi ‘Demirci Dağı’ diye isimlendirilen dağ var ya, işte o dağın batı etekleri, eski çağlarda Lydia bölgesi ile Misis bölgesi’nin arasındaymış ve doğal sınır olarak kabul ediliyormuş… Demirci İlçesinin merkezi de, işte bu Demirci Dağı’nın batı eteklerinde kurulmuş… Yontma taş, cilalı taş, bakır ve tunç devirlerini yaşamış bu şehir… Bir çok medeniyete kucak açmış bu topraklar!..“
“Demek bu kadar eski bir tarihi varmış bu coğrafyanın!” diye geçirdim içimden.
Koca Çınar anlatmaya devam ediyordu:
“Sonra, Hititler, Frigyalılar, Lidyalılar, Persler, Büyük İskender, Bergama ve Bizans (Doğu Roma) İmparatorluklarının egemenlikleri sürmüş buralarda…“
Koca Çınar’ın anlattıkları heyecanlandırmaya başlamıştı beni!.. “Şimdi bana daha iyi kulak ver evlat!” diyerek devam etti:
“Yıl 1071” dediğinde sesinin, daha bir coşkulu olduğunu hissettim…
“Malazgirt Meydan Savaşı, 26 Ağustos 1071 tarihinde, Büyük Selçuklu hükümdarı Alparslan ile Bizans imparatoru IV. Romen Diyojen arasında gerçekleşti ve Alparslan’ın zaferi ile sonuçlandı. Malazgirt meydan savaşı,Türklere Anadolu kapılarında kesin zafer sağlayan son savaştı.
Malazgirt Savaşı, Anadolu beyliklerinin* kurulmasının önünü açmıştı ve kuruldukları bölgelerde egemen olmuşlardı .
Bu egemenliklerden sonra, bizim bulunduğumuz bölge, Anadolu beylikleri döneminde Türk egemenliği altına girmişti. Bütün Anadolu’nun Türkleşmeye başladığı bir sırada, Batı Anadolu’ya bir uçbeyi olarak atanan Saruhanoğulları, gaza ve cihad geleneği ve fethedilen yerlerin fethedenlere yurt olarak verilmesi geleneği içinde, Demirci ve çevresi 1310 yılından sonra Karesi egemenliğine girdi.
Karesioğullarının Osmanlı’ya bağlanmasından sonra Yıldırım Beyazıt, Saruhanoğlu Hızır Şah’a Demirci, Adala, Gördes, Kayacık ve Kemaliye taraflarının yönetimini bıraktı. Hızır Şah döneminde Demirci, İcikler, Borlu ve çevre köylerinde birçok vakıf yapıldı. Kültürel yatırımlar gerçekleştirildi.
“Koca Çınar bunları nasıl biliyor?” diye düşündüm içimden. Bu topraklar ne kadar değerliymiş meğer!..
“Bizim de bir hafızamız var! Unutmayız hiç bir şeyi! Ağaç olarak biz de aynı topraktan alıyoruz gıdamızı!.. Aynı suyu içip aynı havayı soluyoruz. Şu anda benim koynumda kendini ne kadar güvende hissediyorsan, bende bu topraklarda aynı güveni hissediyorum. Yarın neler yaşayacağımızı hangimiz garantiliyebilir? Farkımız ne? Biz de duyar, hissederiz!.. Bizi de yakar güneş!.. Bizi de kurutur soğuk!.. Biz de korkarız fırtınadan şimşekten!.. Bizi de yakıp yıkar savaşlar!…” Öyle heyecanlı anlatıyordu ki Koca Çınar, sanki fırtına ve ortalığı aydınlatan şimşeklerin seslerini duyuyor gibiydim. O ise aynı coşkuyla anlatmaya devam ediyordu: “Geçen yüz yıllar içinde hayata tutunabilmek uğruna metrelerce derine kök saldım ben!.. Yayıldı köklerim etrafa sert toprağı yara yara… Yüz yıllardır Koca Pınar’ın kaynağından alıyorum suyumu… Ne yaralar aldım, ne acılar çektim!.. Bak içinde bulunduğun yere!.. Bak! Senin gibi beş kişiyi daha içine alabilecek yanık oyuğuma!.. Sana hangi dille nasıl anlatabilirim bu yaramın derdini? Nasıl?..”
Koca Çınar dalmış, bir sessizlik hakim olmuştu… Koca gövdesinden süzülen yaşlar, toprağa uzanıyordu…
Bir müddet öylece kaldı iç çekerek, devam etti yorgun ve sakin bir şekilde:
“Her neyse, madem başladım devam edeyim evlat…” dedi:
“ 1410 yılında Hızır Şah’ın öldürülmesiyle Devlet Han’ın oğlu Yakup Bey, Demirci’de hüküm sürdü. Saruhanoğulları hâkimiyetinin 1412 yılında sona ermesi sonucu o tarihten 1920 yılı Yunan işgaline kadar Osmanlı egemenliğinde kalan Demirci, Saruhan Sancağı*’na bağlı olarak 1595 yılına kadar veliaht şehzadelerin yönetimi altında bulunmuş bir kaza merkeziydi.
Kadılık* idaresi 1754 yılına kadar sürmüş, o tarihten sonra Demirci, ayanların* eline geçmişti. Voyvoda Kocabaşı ile başlayan ayanlık yönetimi, Demirci’de belediye yönetimi kurulana kadar devam etti.”
Koca Çınar’ın daha anlatacakları var gibiydi. Artık yorgun düştüğünden mi, yoksa fazla uzatmak istemediği için mi bilmem, sustu bir müddet…
Yüz yılların birikimi, bu kısa sürede anlatılamazdı kuşkusuz!
Belki de benim kendisini tam olarak anlayamadığımın çaresizliği vardı içinde…
Kalın sağlıcakla…
*Bernard Werber: 18 Eylül 1961 doğumlu Fransız bilim kurgu yazarı.
*Beylik: Osmanlı’da, bir Bey’in yetki alanı altında bulunan bölge.
*Sancak: Osmanlı tımar sistemi içinde, bir gelir dilimini ifade eden askeri birliğe bağlı askerlerin bulunduğu idari bir bölge.
*Kadılık: Osmanlı’da; şeriat hükümlerini fıkha göre uygulayan, merkezden gönderilen emirlerin halka ulaştırılmasını, yargının sağlanmasını, nikâh işleri, vakıf kurulumları ve idaresini sağlayan, kendi çalışma alanındaki görevliler hakkında merkeze rapor düzenleyen, belediye başkanlığını yürüten, sözleşmeleri onaylayan ayrıca halkın isteklerini divana ileten idari bir sistem.
*Ayan: Osmanlı’da; kent ve kasaba halkı tarafından seçilerek önce valiler, sonra da sadrazam tarafından onaylanan o bölgedeki nüfuzlu, gözde ve saygın kişi.
NOT: Yazılarımı aynı zamanda aşağıya bağlantı adresini bırakacağım kişisel blogumda da görüntüleyebilirsiniz:
https://kuzyakabilisimtarihkultur.com/