Mustafa KAYA


KOLANYADAN KÖLN’E…


               Gezi yazıları konusunda aldığım tepkilerden memnunum. Okurlarımın yüzde yüzünü memnun etmek benim için oldukça güç. Önemli olan bıktırmadan, usandırmadan yeni görüş açıları ile okura yazılarımda farklılık hissi vermeye çalışmak, benim için çok önemli. 

               Bu hafta Köln’e gideceğiz demiştim. Kemal Sunal’ın “Gurbetçi Şaban” filmini izlemişsinizdir. Filmin büyük bölümü orada geçiyor. Meşhur tren garı da aynen duruyor. Hani Yılmaz Vural’a adres sorduğu sahne varya, üç aşağı beş yukarı aynen duruyor. 

               Önce çocukluğumdan beri adını sıkça duyduğum “Köln” şehrinin adının kolonyadan geldiğini yeni öğrenmiş olmam dolayısıyla kendime kızmıyor değilim! Bu arada, aslında bu zamana kadar bu bilgi ile beni ve (büyük ihtimalle) sizi muhatap etmeyen kader utansın!

               Evet! “Köln” kelimesinin kaynağı kolonyaymış. Bizim bildiğimiz ve kokladığımız kolonya yani. Kolonyanın icat edildiği yer burasıymış. Kuzey Ren – Vestfalya eyaletinin en büyük şehri Köln. Dört milyon nüfusu var. Dikkat ettiniz mi? En büyük şehirleri bile dört milyon – beş milyon civarında. Eyalet eyalet dağıtmışlar nüfuslarını. Plan var, program var. 

               Sakın yanlış anlaşılmasın! Size Batı hayranlığı yapmak gibi bir niyetim yok! Şuan üzerinde bulundukları şatafatlı hayatın, Afrikalı ve Müslüman dünyadaki köleleştirdikleri ve sömürgeleştirdikleri insanların çileleri, gözyaşları ve ıstırapları üzerine kurulu olduğunu iyi biliyoruz. Ama ikide bir bu gerçeği dillendirip tembelliğimize, ahlaki olmayan davranışlarımıza ve disiplinsizliğimize de gerekçe olarak göstermek, basit likten ve sorumluluktan kaçmak dışında bir şey değildir. Özet olarak Batı’daki disiplin, çalışkanlık ve bunlara dayalı ahlaki düzen kendimizde görmek istediğimiz; ama hayvanileşmeye doğru giden davranışsal bozukluk ve insanlıktan uzaklaşmayı da toplumumuzda görmek istemeyeceğiz. Sizce son yüzyılda hangi tarafta ilerleme kaydediyoruz? Bu arada kendilerini düşünmekten başka hiçbir insani değeri düşünmeyen Almanyalı Batı ile gerek tiğinde dünyadaki tüm milletlere yapılan zulme göğsü ile dur diyecek doğu insanını her konuda kıyaslamak ve kendi kültürünün insanını aşağılamak; kompleksten başka bir şey değildir. Abartmayalım isterseniz! Olayı ihanet derecesine vardırmak ayrı bir garabet olur cümlelerimize de dikkat edelim.

               Köln Katedrali, en önemli ziyaret edilecek şehri bu şehrin. Yapımı altı yüz yılı aşkın sürmüş. Ren Nehrinin kenarındaki devasa yapı aynı zamanda ünlü Köln tren garının da yanı başında. Köln garı da ulaşım açısından, Almanya’nın en fazla yolcu sirkülasyonu olan yer. 

               Köln Katedrali dünya mirasına da alınmış. Şunu açıkça söyleyeyim ki; beni hayrete düşürecek kadar devasa bir yapı. Dünya’nın dört bir yanından ziyaretçi akınına da uğruyor. Katedral hakkında bilgi vermeden önce ön tarafında, bayrak resimleri yapan bir kişi var. Türk bayrağını yere resmetmiyor. Kenarda bir yerde bir demir çubuğun üzerine bayrağımızı göndere çekmiş. Azerbaycan bayrağı da yanı başında duruyor. Bu manzara insanın hoşuna gidiyor. Ayrıcalıklı olması değil, kutsal bayrağımızın! Namus olarak gördüğümüz bayrağımızı çiğnetmemek önemli olan! Ne fiziki olarak ne de manevi olarak çiğnetmemek şiarımız olmalıdır. 

               Katedral Avrupa’nın en büyük katedrali. Yüz elli altı metre kubbesi var. İç dizaynı devasa büyüklükte. Akustik özelliğini beğendim. Ama inancından mıdır bilemiyorum; cezbedici insan ruhuna dinginlik verecek bir yapı gibi gelmedi bana. Her taraf resim, her taraf heykel. Eski Hristiyan dünya tanrıyı insanlaştırdığı için ibadethanelerine “insan putlarını” yığmışlar. İslam dini aynı niyetle insanlar hareket etmesin diye, heykele ve insanların resimleştirilmesine ve özellikle Hz. Peygamberin resmedilmesine izin vermemiş. Bence isabetlide olmuş.

               Köln Katedralinin dış çeperi simsiyah. İkinci dünya savaşında bombalanmış şehir. Katedral de nasibini almış. Sonralı üst kısmı tamir edilmiş. Bu esnada kimyasallarla dolu yağmurlar dış çeperi simsiyah yapmış. Vahşi Batı, ne dini var ne imanı! İşine geldiği zaman kutsallaştırıp işine gelmediği zaman kutsalı yıkan Batı!

               Ren Nehrinin kenarlarında şöyle bir gezip, Almanya kozmopolitliğini resmetmenizde fayda görüyorum. 

               Köln’deki camiden bahsetmeyi sona bıraktım. Marmara ilahiyat fakültesinin camisinin mimarisine benzeyen bir cami inşa edilmiş. Aslında Almanya’nın ve Avrupa’nın İslam merkezi desek yerinde olur. Mimarisini çok beğendim. Köln Katedraline iki – üç kilometre uzaklıkta olan ve yapımı yıllarca süren Köln Camisindeki sükunet ve dinginlik bana huzur verdi. Kubbesi ve duvarlarından bir bölümünü camdan yapmışlar. Çok hoş çok güzel olmuş. Diyanet işlerini tebrik etmek lazım. Allah razı olsun hayır sahiplerinden! Birçok bölgeden, birçok milletten Müslümanlar katedrali görürken camiye de mutlaka uğruyorlar. Rehberimiz Mehmet Çiftçi hocam, Hristiyanların da camiye uğradığını ve etkilendiklerini söyledi. Hidayetlerine de vesile olur inşallah! Bu arada caminin halıları buram buram Demirci kokuyordu. Halıcı Bülent Arslan’a da Allah rahmetiyle muamele etsin! Renk olarak da yumuşaklık olarak da beğendim halıları. Demirci’deki tüm cami halıcılarının ellerine ve emeklerine sağlık! Demirci’yi dünya çapında oldukça güzel temsil ediyorlar.

               Köln’deki Türk caddesine de uğramayı ihmal etmeyin olur mu? Yemeğinizi de orada yiyin! Türkiye’dekiler kadar güzel yemekleri. Sonra köşedeki Türk kahvesinde kahvenizi için ve öyle ayrılın. Tıpkı bizim yaptığımız gibi. 

               Gezi yazılarımı haftaya sonlandıraca ğım. Aslında bir okurumun dediği gibi; yazarken aldığım notlar ve kamera kayıtlarında da vurguladığım hususlar gezilerin bana katkıları olarak kayda geçti. Ben bu yorumlarımla sizlere gezilerimin katkılarını sunarken size de bir şeyler katmasını hedefliyorum. Yoksa ben de bilirim hayaller ve fantezilerle dolu yazılar yazmayı…

 

               Hadi kalın sağlıcakla…

YAZARLAR