Mehmet BOZKURT

Tarih: 05.07.2022 23:40

KURŞUN ADAMLAR

Facebook Twitter Linked-in

DÜNYAYI YÖNETENLER; KALEM, MÜREKKEP VE KAĞITTIR.”
James Howell*

          Hayatları, mürekkep ve kurşun kokusuyla harmanlanmış kâğıt kokan bir dünyada başladı.

          İlköğretim yıllarında, Demirci’de mütevazi bir evin yirmi beş metrekarelik odasında başladılar mürekkep ve kurşun kokusuyla harmanlanmış kâğıt solumaya.

          Öğrencilik yılları, o küçücük odadaki kocaman dünyada geçti.

          Oda; tüm matbaa baskılarının yapıldığı kollu baskı makinasını, yazıda kullanılan tüm harf, rakam ve diğer şekillerin ayrı çekmeceli gözlerde bulunduğu dolabı, haftada bir yayınlanan ama mutlaka yayınlanan gazetenin basılacağı bir köşede istiflenmiş kağıtları, mürekkepleri ve diğer araç gereçler ile dünyalar dolusu hayalleri barındırırdı.

          O iki öğrenci okulda dersleri biter bitmez doğruca mürekkep ve kurşun kokusuyla harmanlanmış kâğıt kokan odalarına koşarlardı.

          Bir de, evde onların gelmesini dört gözle bekleyen annelerinin yanına. Yirmibeş metrekarelik koca bir dünyayı barındıran o odanın bir parçasıydılar...

          O odayı şehirdeki diğer evlerin odalarından ayıran en önemli fark; odaya uğrayan tüm umutların, hayallerin ve düşlerin mutlaka mürekkep ve kurşun kokusuyla harmanlanmış kâğıt kokuyor olmasıydı.

          O bölgede bu özelliği taşıyan başka hiçbir oda yoktu. Odadan içeri giren dış dünyadaki olaylar, hayaller ve umutlar, mürekkep ve kurşundan oluşan harf ve şekillere dönüşerek odanın bir köşesinde istiflenmiş duran kâğıtlara can verir, o kâğıtlar da zamanı geldiğinde posta güvercini gibi uçarak odadan ayrılırlardı. 

          Böylece yıllar birbirini kovaladı… 

          Mürekkep ve kurşun kokusuyla harmanlanmış kâğıt solumaya devam eden iki öğrenci tıpkı babaları gibi, mürekkep ve kurşun kokusuyla harmanlanmış kâğıt solumadan yaşayamayan adamlara dönüştüler.

          Kurşun adamlara.

          Öyle ki; ekmeksiz ve susuz yaşayabilir, ihtiyaç duydukları en önemli şeyleri sonraya erteleyebilirlerdi. 

          Hatta vazgeçebilirlerdi.

          Kâğıda tüm hayal ve umutlarını yansıtan mürekkeple bütünleşen kurşundan asla vazgeçemediler.

          Ellerine bulaşan o kurşunun rengi kalplerineulaştı.

          Kumpasa yerleşen kurşunlar, baskı makinesinde şekillerini kâğıda bırakırken tarihe not düştüler.

          İşte o kurşun; o iki adamın damarlarında akan kan oldu.

          Artık onsuz yapamadılar.

          Vücutlarının yapıtaşları olan hücreler yıllarca bu kanla beslendi ve birer kurşun adam oldular.

          Yıllardır o bölgenin, gözü, kulağı ve ulağı oldular.

          Dünyanın dört bir yanına umut dağıttılar.

          Doğumlardan, yaşayanlardan ve ölümlerden haberler ulaştırdılar.

          Hayallerimize girdiler. Mürekkep ve kurşun kokusuyla harmanlanmış kâğıt kokularıyla.

          Günlerden bir gün, kurşun adamlardan biri, tıpkı babası gibi tunçlaşıverdi.

          Artık yıldızlara karışmış ve parlıyordu.

          Işık saçmaya başlamıştı.

          Matbaa daha bir aydınlandı.

          İşler daha da arttı. Bereket geldi.

          Her şey daha seçilebilir oldu.

          Yirmibeş metrekarelik odadan onun en az on katı olan başka bir yere geçildi.

          Öğrencilik yılları çok gerilerde kalmış, evlenmiş çoluk çocuğa karışmıştı.

          Kurşun Adam tek başınaydı artık...

          İçine bir gariplik çöktü.

          Tunçlaşan adamlardan yansıyan ışığa dikkatli bir şekilde baktı.

          Bir de ne görsün?

          Işık huzmeleri, sabırsızlıkla içlerinden çıkmayı bekleyen küçük kurşun adamların bulunduğu yeni kozalara vurmaktaydı.

          Kozalar çatladıkça yeni kurşun adamlar çıktı içlerinden.

          Daha genç, daha atak.

          Matbaanın her yönüne dağılmaya başladılar…

          Onların da elleri ve tenleri kurşun rengindeydi.

          Kurşunun rengi onların da kalplerine henüz ulaşmış mıydı pek bilmiyordu ama, içi rahatladı Kurşun Adam’ın.

          Çevresindeki diğer kurşun adamların, tunçlaşan adamlardan yayılan ışıktan etkilendiklerini anladı.

          Enerjilerini o ışıktan alıyorlardı.

          Anladı ki, 

          O ışık, hayat kaynaklarıydı onların.

          Gönlünü kelimelerle tarif edemeyeceği bir duygu kapladı.

          Artık 69 yıldır elden ele taşınan bayrağı emanet edebileceği birileri vardı.

          İçi rahatladı.

          Yılların ne kadar çabuk geçtiğini düşündü.

          Kırkıncı yılına giren Halıkent Gazetesinin isim çalışmalarını ve ilk baskısını ve heyecanını daha dün gibi hatırlıyordu.

          Demek ki bugün 40 yaşında olanlar; ondan önce yayınlanan Hakiki Demirci’nin Sesi’ni ve diğerlerini hiç görmemişlerdi, tanımamışlardı, bilmiyorlardı.

          Elindeki gazetenin son sayısını eline alıp baktığında geçmişte verilen mücadelenin boşuna verilmediğini anladı.

          Başını dalgın bir şekilde kaldırdı ve etrafına bakındı.

          Etrafındaki kurşun adamlar telaşlı bir şekilde işleri yetiştirmek için koşuşturuyorlardı. Bir taraftan yeni yayınlanacak gazetenin basımı yapılırken, diğer tarafta daha sonra yayınlanacak gazetenin hazırlıkları yapılıyordu.

          Matbaaya girenler çıkanlar, müşteri ve dostların sesleri birbirine karışıyordu.

          Etrafı dost, yeni kurşun adamlarla çevriliydi.

          Yalnız olmadığını anladı.

          Yavaşça kalkarak çalışma odasından dışarı çıktı ve matbaanın çıkış kapısından bir müddet dışarıdaki hayatın akışını seyretti.

          Daha sonra da döndü ve içerde işlerin yetişmesi için koşuşturan diğer küçük kurşun adamların arasına karıştı. Onlarla beraber olmak O’na farklı ve daha hoş bir mutluluk sağlıyor, yüreği ferahlıyordu.

          Kendini her zamanki gibi yine işine verdi.

          Hem gerçekleştireceği düşlerin hayalini kuruyor, diğer taraftan da baskıya yetişmesi gereken Halıkent Gazetesi’nin son kontrollerini yapıyordu.

          Bugün gerçekleşenlerin 65 yıl önce kurulan hayallerin ürünü olduğunun farkındaydı.

          En büyük gerçeklerden birinin de bölge halkının kendilerini çok seviyor ve takdir ediyor olması idi.

          Kurşun Adam’a sevgi ve saygılarımı sunarken, tunçlaşanların manevi huzurlarında hürmetle eğiliyorum.
-------------------------
*James Howell: 1594-1666 yılları arasında yaşayan, 17. Yüzyıl Anglo-Galli tarihçi ve yazar.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —