Mustafa KAYA


MAÇ


"İki haftadır aynı konuyu yazıyorum." diyecektim, sonra, pazartesi  çarşamba günleri gazetenin çıktığı geldi aklıma. Gazetemiz haftada iki ayrı performans sergiliyor. Eskilerin neşriyat dediği şimdilerde basın kelimesini kullandığımız alanda, Demirci adına iyi bir gelişme, bana göre. Demirci ile ilgili aşağı yukarı her şey burada oluyor. Ben de bu gazetede, mütevazı bir köşe sahibi olmanın gururunu yaşıyorum. 

                                            Mütemadiyen ( hiç ara vermeden ) yazamıyorum ama vakit buldukça ve sözüm oldukça, yazmaya çalışıyorum. Bu girişi de, ikidir eğitim alanında yazdım ve etkisiyle tepkisiyle bir molayı hak kettik. Bu sefer başka alana geçeceğim, sizi sıkmak istemem diyecektim, ondan yaptım. Sonra döneceğiz gene aynı konuya, kaçmıyoruz.

 

               Geçen sanal dünyada, geçmişte oynadığımız mahalle oyunlarından biri ile ilgili güzel bir paylaşım gördüm. Hemen ekran görüntüsünü aldım. Nedense bu tür paylaşımları kendi sanal sayfalarımdan paylaşmak cezbetmiyor beni. Kendi sayfalarımdan, kendime ait ama başkalarının da görebileceği ve mutlaka az da olsa mesaj içerecek paylaşımlar yapmaya gayret ediyorum. Dolayısı ile bu ekran görüntüsünü aslında sizlerle paylaşmak üzere aldım.

 

               Konuşurken hep "eski günler, eski yıllar" ile başlayan cümleler kurar ve o günleri özlemle yâd ederiz. Özlemle yâd etmemizin sebebi, hem dünyanın değişiminden etkilenmemiz (özellikle kültürel anlamda) hem de kendi biyolojik, sosyolojik ve psikolojik (kısaca çocukluk ve gençlik evrelerini geride bırakmamız) değişimimizden etkilenmemiz üzerine yaptığımız bir eylem olması. 

 

               Sizi ters köşeye yatırayım mı? Hep iyi hatıralara meyil duyar ve onları anlatırız, değil mi? Hâlbuki kötü hatıralar unutulmuş, çok az hatırlanan ya da hala unutulmak istenenlerdir. Zaten devamlı hatırlasak ya da anlatsak psikolojik sorunlu bir insan oluruz. Böyle insanımız da az değil toplumumuzda, bilesiniz.

 

               Geçmişimizdeki hatırlamak istemediklerimize, biraz daha sempatik konudan, kendi kısır tespitlerimle değineyim de sonra aynı düzlemde hatırlamak istediklerimize değiniriz ha, ne dersiniz?

Bir erkek olarak çocukluğumuzda adını "maç" olarak bildiğimiz futbol hakkında, hatıralarımı şöyle bir yoklayayım. Kurallarını kulaktan dolma bilgiler ile bildiğimiz, çok az maç izleme imkânımız dolayısı ile teknikten, taktikten yoksun yaptığımız, mahallenin her köşesinde oynadığımız maçlardan bahsediyorum. Alakalı olanların şimdi  büyük bir gü lümseme ile baktığı konu ile ilgili, benim yazacaklarımı da hatırlayın da, gülebilecek misiniz bakalım. Şaka bir yana “bunlar da vardı diyeceksiniz” emin olun! Başlayalım:

 

               1- Her gün saatlerce futbol oynamamız yüzünden ayakkabılarımızın eskidiği, bunun yüzünden babalarımızdan yediğimiz azarın haddinin hesabının olmadığını hatırladınız mı? Yırtık ayakkabılar yüzünden ayak altlarımızın yara olduğunu hatırlamadınız mı? Babalarımızın ceza olarak ankara lastiği ve çıtçıtlı ayakkabı alıp maçtan uzaklaşmamızı sağlamaya çalıştıklarını hatırlamadınız mı?

 

               2- Okul çıkışı üstümüzü değiştirmeden okula en yakın arsada ya da küçük beton sahada (çoğunlukla beton alanda) minyatür saha maç yaptığımız; toprak alanda üstümüz başımız toz-toprak ve çamur olduğu için, beton zeminde üstümüz başımız yırtıldığı için annelerimizden işittiğimiz azar ve süpürgenin sapı ile yediğimiz dayakları hatırlamadınız mı?

 

               3- Maçlarda genellikle iki taş arası kale olduğu için " gol- gol değil, korner- korner değil” tartışmaları yüzünden çıkan ve asabiyet bozan tartışmaları ve kavgaları hatırlamadınız mı?

               4- Lastik topu bile bulamayacak derecede fakir olmamız hatırınızda değil mi? Altı yedi kişi harçlıklarımızı toplayarak aldığımız topun maçın yarısında patlaması ya da solması sizi etkilemedi mi? Babasının top aldığı çocuğun patron gibi hareket etmesi sizde eziklik hissettirmedi mi ve o çocuğa küs olmanın sizi  kenarda bekletmesinden hiç mi etkilenmediniz?

 

               5- Bitiş düdüğünün akşam ezanı olması dolayısıyla, maçın illaki yarıda kalması ve aleyhinize sonuç yüzünden eve kadar- parayla top oynayanların mağlup olmasından çok daha fazla üzülerek- eve dönmek sizi de üzdü mü?

 

               6- 1910’ları başlangıç kabul eder isek, fener-galata maçlarını genellikle radyoda dinledikten sonra, nadiren izledikten sonra - sahaya geçip, mahalledeki Galatasaraylı çocuklar ile Fenerbahçeli çocuklar arasındaki skor yüzünden kavga çıkmasını ve olayı rakip camiaya mal etmenin üzüntüsünü hiç mi yaşamadınız? 

 

               7- Her gün yağmur çamur, kızgın güneş ve tüm olumsuz hava şartlarına rağmen maç yapmamız yüzünden ödevlerimizi aksatmamız, yazılılara az çalışmamız ve hatta üniversite sınavına hazırlanmamızda zafiyet oluşması bu maçların zamanımızı alması ve yorgunluğumuza sebep olması yüzünden değil midir? O zamanlar kız çocukları bundan dolayı daha başarılı değil mi idiler? Kız çocuklarının okullaşma oranlarındaki azlığın sebepleri ile yine kız çocuklarının o zamanlardaki yükseköğrenime gönderilmeme sebepleri ayrı bir mevzudur. Ayrıca hali hazırda kız çocuklarının daha başarılı olmaları veya tersinden bakacak olur isek, erkek çocuklarının daha az başarılı olmasının sebepleri yine ayrı bir mevzudur. İlla her şeyi de açıklığa kavuşturmak istiyorum bir kalemde.

 

               Bir daha ki yazımda (günü haftayı karıştırmayayım) ekran görüntüsü aldığım, eski günlerimizdeki futbol maçlarımızın, olumlu hatıralarını paylaşırız sizinle. Önce kendimin tespit edebildiği ters köşe paylaşım önemli idi benim için. Sonraki paylaşım da benim duygularımı yansıtıyor zaten.

               Hadi Kalın sağlıcakla...

YAZARLAR