Haldun CEZAYİRLİOĞLU


MAHALLE FIRINLARI


               Bir deyişe göre "Mahalle Fırınları" imiş adı, bir söylenişe göre de " Ev Fırınları" ; anam ikisi de söylenir diyor. 

               Bizim sokakta üç tane vardı bunlardan, biri Cevahirlerin Ömer Amcanın evinin bahçesindeydi, biri Vuvakların Vahip Amcanın bahçesinde, biri de Cicibeylerin Remzi Amcanın bahçesinde. 

               Bakmayın mahallemizin bu güzel insanların adını yazdığıma, o fırınların asıl sahipleri, evlerinin kadınlarıydı. Fırınlar Emine Hanımteyzenin, Sıdıka Teyzenin ve Safiye Yengenindi. Onlardı fırını evirip çevirenler, ekmekleri güveçleri sıraya sokanlar, fırının içine atanlar. Ne zaman yanacağını, kapanacağını, açılacağını bilenler. Konuya komşuya "fırın yanacak" diye duyuranlar.

               Çocukluğumun o mahalle fırınları, en çok ev ekmeği yapmak için ve Kurban Bayramlarında da güveç koymak için yakılırdı. Bir de Ramazan Bayramı arefesinde baklava kızartmak ve pide, börek, çörek yapmak için yakıldığını hatırlıyorum.

               Biz her üç fırını da gerektiğinde kullanır, ekmeğimizi, güvecimizi getirir, götürürdük. Çocukluğumuzun en güzel anlarından biriydi bu fırın telaşasında yaşadıklarımız. Koşturmalar, bağırmalar, elden ele taşımalar, közün ilk sıcaklığında pişiriliveren o pidelerden sıcak sıcak atıştırmalar...

               En güzeli de babaanne pidesiydi; sıcak sıcak fırından yeni çıkmış o pidelerin içine oracıkta haşlanıvermiş yumurtaları ufalayıp, üstüne bir sıra zeytin yağı, bir sıra tuz ve en sonunda da karabiber ekilmiş halde elde tutuşturup yemek. Yağları sızdıra sızdıra...

               Ne yazık ki o fırınlardan önce Emine Hanımteyzenin fırını kapandı. Önce yaşlılığından dolayı kullanılmaz oldu, sonra vefatıyla da hepten kapandı gitti. Evin kadını gidince, her şey kapanıyordu, her şey bitiyordu, öyle oldu. Sonra Sıdıka Teyzenin fırını kapandı. Yine aynı kader. Yine önce yaşlılık ve hastalık esnasında kullanılmamaya sonra da vefatıyla hiç yakılmamaya başlandı.

               Bize en yakın fırın olan Safiye Yengenin fırını ise yengenin vefatı sonrası, fırına sahip çıkan gelini Hamide Abla sayesinde ayakta kalmış, işlevini uzun yıllar ağır aksak hep sürdürmüştü. Ne var ki onun da hastalıkları, şehir dışında kalışı, elbette yaşlılığı sebebiyle o fırın da atıl bir duruma düşmek üzereydi. Ki, yaklaşık on yıl evvel elimi taşın altına uzattım. El aldım ve onu ateşsiz koymamaya çalıştım.

               Bu son on yıl boyunca hiç olmazsa kurban bayramlarında odunlarını taşımaya, yakmaya, güveçleri yerleştirmeye, kapağını kapamaya, çamurlarını sıvamaya, konuyu komşuyu çağırmaya, açılış  kapanış saatlerini duyurmaya çalıştım.

               Yaptım da. 

               On yıl boyunca hep ayakta tuttum, sokağımızın tek fırınını. O heyecanı hem yaşadım, hem yaşattım. Mutlu da oluyordum.

               Yılda bir kez bile olsa yakmak, onu da mutlu ediyordu besbelli, öyle güzel yanıyor, öyle güzel közler bırakıyordu ki. Tuğlalar öyle güzel ağarıyor, güveçler öyle güzel kızarıyordu ki!

 

               Şimdi mi?

 

               Şimdi o fırın da gitmiş. Yıkılmış yerine kocaman bir ev yerleştirilmiş. 

               Yıkılıp- kapanan giden yalnızca bir sokak fırını değil ki, çocukluğumun son demleri de gitti. O son hatıralar da gitti...

               Artık ne mahalle fırınımız var, ne de ev fırınımız!

YAZARLAR