Siz ne dersiniz bilemem ama saymakla tüketemeyiz derim ben.
Maruz kalmak…
Bir olay veya bir durumla karşı karşıya kalmak.
Bir şeylere maruz kalırız ömür boyu hep.
Doğadan gelen fiziki ve biyolojik saldırılara…
Toplumdan zuhur eden, cehalet, sanı ve boş inançlara…
İnsanların karakterlerinden kaynaklanan tavırlara…
Her biri üstüne üstüne gelir insanın
Maruz bırakma yarışına girişirler sanki
xxx
“Dünyaya gelmek bir saldırıya uğramaktır” der İsmet Özel.
Doğduğumuzda ciğerlerimize giren havanın verdiği acıyla haykırırız.
Soğuk saldırır.
Sıcak saldırır.
Açlık saldırır.
Hastalık saldırır.
Korku saldırır.
Ayrılık saldırır.
Mikroplar saldırır.
xxx
Sonra her cins insanla karşılaşırız hayatta
İyilere maruz kalırsak ne âlâ
Bir şekilde tanış oluruz.
Hoşlanma eğilimimiz artar.
Belki de dost oluruz.
Dostluğumuzu perçinleyip deneyimleriyle geliştiririz kendimizi.
Yunus’un deyimiyle;
“Bir avuç toprak
Biraz da suyum ben
Neyimle övüneyim
İşte buyum ben” diyemeyen, kibir abidesi, omnipotans, hesapçı, bilgiç, nobran, içtenliksiz kişilerle karşılaşırsak.
Kadın ve çocuksak şiddete, istismara.
Doktorsak saldırıya
Çalışansak mobbinge
Kimsesizsek adaletsizliğe
Bakıma muhtaçsak işkenceye
Farklıysak küçümseme ve alaya
Yabancıysak düşmanlığa
Doğaysak tahribata maruz kalabiliriz bunlar elinden
Hangi cinsten olursa olsun
Maruz kaldığımız her olaydan iz kalır bedenimiz ve ruhumuzda asla silinemeyen…
Kimlerle karşılaşacağımızı, kimlerin neyine maruz kalacağımızı bilemeyiz önceden.
Klişe deyimle hayat bu, ne çıkarsa kısmetine…
xxx
Bazen hayvanların hedefi olduğumuz zamanlar de oluyor hayatta.
Dağcılar ve yürüyüşçüler iyi bilir bunu.
Onlar da arılar ve çoban köpeklerine maruz kalır dağlarda.
Arıların saldırısı anlık psikolojik duygu durumlarına kalmış bir şey.
Köpekler de iki çeşit.
Bazıları sadık yol arkadaşı.
Yiyecek ve şefkat bekleyerek eşlik ederler yürüyüşünüze.
Tehlikeli olanlar çoban köpekleridir.
Kim olursanız olun onlar için herkes eşittir. Ayrım yapmazlar. Adildirler yani.
Sivri dişleriyle yürüyüşü bile engelleyebilirler.
David Le Breton “Yürümeye Övgü”de İspanyol yürüyüşçü Laurie Lee’nin hatıralarını aktarır:
“ …Köpekler gece beni barınaktan dışarı attılar. Ancak bağırıp çağırarak, taş atarak ve lambamı gözlerine sıkıp, onları kör ederek uzakta tutabildim. Dağın yamacından yuvarlanan kısa havlamalar duydum. Ancak şafağın ilk ışıklarıyla birlikte bıraktılar yakamı. Köpeklerin uzun sarı dişlerini etimin derinliklerinde hissettiğim kâbuslarla dolu uykularımla kendimden geçtim nihayet.”
Yıllar önce farklı rotalara tırmanmak için, Denizli Kefe Yaylası’nda kamp kurmuştum.
Honaz Dağı eteklerinde uzakta bulunan koyun sürüsünü koruyan dört azman kangal etrafımı sardı. Usulünü bildiğim için çobanla iletişim kurarak sakinleştirebilmiştim onları.
Bu yüzden Laurei Lee’nin heyecanını iyi anlıyorum.
İnsan sormadan da edemiyor kendine.
Köpeğin mi insanın mı saldırısından korkmalı?
xxx
“Korku duygusu” da boş durmuyor hücum ediyor, habire.
Fare korkusu, yalnızlık korkusu, gelecek korkusu, yükseklik korkusu.
Ve hepimizi eşitleyen ölüm korkusu.
Yahya Kemal, ölüm kaderde var, bize ürküntü vermiyor, dese de
Nazım’ın dediği gibi, aslında;
“Ne ölümden korkmak ayıp
Ne de düşünmek ölümü”
xxx
Daha yüzlerce maruz kalma örnekleri verilebilir.
Dünyaya gelir gelmez hepimiz doğa, toplum, insan, hayvan ve mikro canlıların hedefi oluyoruz.
Bu saldırıları püskürtmek ve hayatta kalmak için bedensel, zihinsel ve ruhsal “immun sistemi” güçlü tutmak zorundayız.
Bedenimiz bu konuda, tedbirli ve uyanık.
Hemen savunma sistemini devreye sokuyor zaten.
İmmun sistemin yeterli savunma yapamadığı durumlarda
Hipokrat’dan Galen’e İbni Sina’dan modern tıbba beşeriyetin ortak birikimi “tıp bilimi” insanın imdadına yetişiyor.
Tarihte “kara ölüm / black death” ( çin kaynaklı14.yy pandemisi) vb birçok örneklerde olduğu gibi;
Bazen “immun sistem” de “tıp” da harici saldırılar karşısında bir süre bocalıyor.
Fenomende çaresiz, sığınmasız, korunaksız kalıyor insan.
Acaba bu çaresizlikler karşısında insanın sınırsız bir güç sahibini araması, ona yönelmesi bilinçaltında ürettiği bir illüzyon mu, yoksa o, bir güç tarafından her insanın ruhsal yapısına, iç benliğine kodlanmış ilahi bir kanıt mı?
Yaşıyor olmak, maruz kaldığımız zikredilen dışsal güçlerle savaşıyor olmaktan başka bir şey değil galiba.
Ne dersiniz?