Bütün gün sokaklarda oyun oynardık,
Annelerimiz bizi hiç merak etmezdi,
Bazen havanın karardığını bile fark etmezdik.
En çok futbol maçını severdik, Gazoz kapakları, çelik çomak, çember oynar. Telden araba, bezden bebek yapardık,
Futbolcu ve artistlerin resimlerini toplardık,
Acıkınca en yakın eve koşar, Annemiz salçalı ekmek, ya da ekmeği ıslatıp üzerine toz şeker atar iştahla yerdik, yere düşen ekmeği öpüp başımıza koyardık.
Her çocuğun bisiklet olmazdı,
Mahalledeki bisikleti olan arkadaşımızdan öğrenirdik, binmesini
Bayramlarda turu 5 kuruşa kiraya verirdik. Belki de kazandığımız ilk para oydu.
Genelde Pazar günleri soba ile ısınan banyomuzu yapar, tas ile su dökünür sabun ile yıkanırdık. Hiç şampuanımız olmadı kepek sorunumuzda yoktu.
Banyodan sonrası havluya sarılıp sobanın yanına geçerdik. Saçlarımızdan dökülen suların sobadaki cısss sesini dinlerdik.
Bizler kardan adam yapıp erimesin diye dua eden çocuklardık.
Yaz tatillerinde hepimiz bir işte çalışırdık; Mahallemizdeki bakkal, çay ocağı berber, terzi ve lokantada
Hiç unutmam babam radyocu Yaşar abiye çırak vermişti,
Yerleri süpürür, temizlik yapar, çay getirirdim,
Benim burada ne işim var diye sormazdık,
Ama tamir işini merak eder,
Ustam yokken çalışmayan radyoların içini açar
Her seferinde kapatırken hep parça artırırdım,
Pazarın oraya karpuz kamyonu gelirdi tüm çocuklar birlikte boşaltırdık, genel de bir tanesini düşürür kırardık.
İş bitince kırılan karpuzu yerdik nedense evde yediğimizden daha lezzetli gelirdi.
Aynı simidi 2,3 kişi yerdik aynı gazozu da birlikte içerdik.
Siyah beyaz saba marka televizyonumuz vardı.
Salı akşamları mahalledeki tüm kadınlar Türk filmi seyretmeye gelirdi,
Bize yer kalmadığı için yerlerde sıralanırdık.
Ayhan Işıkla, Türkan Şorayla, Yılmaz Güneyle ve Fatma Girikle ağlar,
Hulisi Kentmen’i, Adile Naşit’i çok severdik.
Babam, haberlerde, Tuna huşu, Jülide Gülizar’ı, seyreder, Halit Kıvanç ve Orhan Ayan’la maç yayınları, Erkan Yolaç’la evet hayır yarışmasını izlerdik
Mahalle esnafı, dükkanının önündeki sandalye üzerine transtörlü radyoyu koyar öğleyin bir ajansını dinlerlerdi.
Vhs – betamax videolarımız, dolaşınca kurşun kalemle tamir ettiğimiz kaset çalar teyplerimiz vardı.
Babam Zeki Müren’i dinler, annem Bedia Akartürk’ü, Biz Barış Manço, Cem Karaca, Üç Hürel, Ersen ve Dadaşları dinlerdik, Cici kızlar, Banu ve Esmeray’ı severdik.
Siyah önlüklü, Beyza yakalı ilkokul kıyafetlerimiz.
Sobası zaman zaman tüten sınıflarımız,
Yerli malı haftamız, müsamerelerimiz,
Okula ilk başladığımız gün bizimle gelen bir daha hiç görünmeyen ebeveynlerimiz vardı.
Çok sevdiğimiz öğretmenlerimiz, bazen kavga da etsek çok ama çok sevdiğimiz arkadaşlarımız vardı.
Bayramlarda annemiz, yeni ya da abimin kısa kalan giysilerini giydirir,
El öpünce kimin şeker kimin para verdiğini hatırlardık.
Mahalleye macuncu gelirdi,
Sarı saplı tornavida ile macunu çıkarır en son limon suyuna bandırırdı
Bakkala giderken filemiz, pazara giderken sepetimiz vardı, Evler genelde bahçeliydi, Her mahallede bir evde fırın olurdu, Fırın yakıldığında evlerde ekmek yapılır, karışmasın diye üzerine nohut, fasulye konulurdu.
Kurban bayramlarında komşuların herkesin isim yazılı güveçler akşamdan fırına atılırdı.
Doktor olmayan, dişçilerimiz, Sünnetçilerimiz, evde doğum yapan annelerimiz ve ebelerimiz vardı.
İzmir’den alınan sünnet kıyafetlerimiz, Metalden İş bankası kumbaramız vardı.
Bazılarımız en güzel kıyafetlerle İzmir fuarına gider, lunaparka doyamazdık.
İlk defa gördüğümüz lak lak oyuncağı ile bileğimizi acıtır, Lunapark gazinosu önündeki banklarda oturur, Neşe Karaböcek, Ajda Pekkan ve Beyaz Kelebekleri dinlerdik.
Döndüğümüzde arkadaşlarımıza anlata anlata bitiremezdik.
Bağlardaki küçük havuzlardan sonra, deniz ve plajla tanışmamızın keyfi çok başka olurdu.
Yüzmeyi çok ta iyi bilmezdik, zaten öğretende olmazdı. Su yuta yuta, biraz da bata çıka yüzer, akşama kıpkırmızı olan sırtlarımıza annemiz yoğurt sürerdi.
Yazları iki üç aylığına bağlara gidilir, babalarımız oradan işe giderdi, akşamları lüks ışığında oturulur saat 21.30’da radyo tiyatrosu dinlerdik
Elmayı, armutu ve üzümü dalından yer, gece yıldızlara bakıp isim takar, dışarıda uyurduk.
Üzüm sergisini, pekmez yapmayı, elma ve armutların yere düşenlerini kurutmayı bağda öğrenirdik,
Hayat zordu, imkanlar azdı, taksi durakları yoktu Austin, landlover, willis jeepler vardı
Şehir dışı konuşmalar için PTT’ye telefon yazdırılır beklenir durulurdu,
Yaşamayı severdik, teksas, tommiks, tom bıraks çizgi romanlara bayılırdık, arkadaşlarımızla değiştirerek okurduk.
Alçıdan tabanca yapar, güzelce boyar, kovboyculuk oynar, ağaç dalından sapan yapar dık.
Hayallerimiz vardı ama sınırlıydı, olmadı diye üzülmezdik.
Kot pantolonumuz, adidas ayakkabımız, markalı tişortlarımız hiç olmadı,
Umutlarımız, heyecanımız, büyüklere saygımız vardı, kaygımız yoktu.
Sevgisini göstermeyi, beceremeyen ya da şımartırız diye çekinen anne babalarımız
Büyüklerin yanında konuşulmaz diyen dedelerimiz vardı.
Ne babamızın omzunda ağlayabildik
Ne de annemiz üzülür diye derdimizi anlatabildik.
Ama anne terliğinin tadını iyi bilirdik.
Bizi biz büyüttük desek pek te yalan olmazdı.
Şimdiler de bir şeyleri aldırmak için ağlayan, aynı oyuncaktan 10 tane olan,
Hiç bir oyuncağını arkadaşı ile paylaşmayan, onda var bende isterim diyen, Hiç olmadık!
Üzülmesin diye hep alan, veremediği veya gösteremediği sevgisini oyuncak alarak telafi ettiğini sanan, en pahalı giysiler, son model tablet ve markalı oyuncaklar alan ailelerimiz de olmadı.
Annelerimizin dizlerinin dibinde, sokakların, bahçelerin, ağaçların, tozun toprağın kokusunu içimize çekerek büyüdük.
Yokluk vardı, zor günlerdi belki, az ile yetinmeyi öğrenmiştik, yola birlikte çıktığımızı hiç yarı yolda bırakmadık, çocuk gibi çocuktuk biz, huzur ve saygı da vardı, mutluyduk küçücük dünyamızda.
Belki çok şeyimiz yoktu ama paylaşmayı, karşılıksız vermeyi karşılıksız sevmeyi bilirdik.
Kısacası yaşamayı severdik, hem de doyasıya…
Selami BİLGİN