Vaiz Muharrem DEMİR


MÜNAFIKLIK: İKİ YÜZLÜLÜK

“Münafık, iki sürü arasında gidip gelen şaşkın koyun gibidir. Bir o sürüye gider, bir bu sürüye!” (Müslim, Sıfâtü’l-münâfıkîn, 17)


         İbn Ömer’in rivayet ettiğine göre,

         Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Münafık, iki sürü arasında gidip gelen şaşkın koyun gibidir. Bir o sürüye gider, bir bu sürüye!” (Müslim, Sıfâtü’l-münâfıkîn, 17)

         Hicretin beşinci yılı, Benî Mustalik Seferi’nin yapıldığı günlerdi. Cehcâh b. Kays adlı bir muhacir ile ensardan Sinân b. Vebera kavga etmiş, bunun üzerine muhacirler ve ensar arasında hararetli bir tartışma başlamıştı. Bu sırada durumu fırsat bilen münafıkların lideri Abdullah b. Übey b. Selûl, muhacirlere karşı ensara destek olarak, “Bize karşı çağrıda bulundular öyle mi? Resûlullah’ın yanındakilere yardım etmeyin ki etrafından dağılıp gitsinler. Medine’ye dönersek en şerefli ve güçlü olan, zelil ve güçsüz olanı muhakkak oradan çıkaracaktır!” dedi. Onun bu küstahça sözlerine şahit olan Zeyd b. Erkam duyduklarını hemen kendisinden büyüklere nakletti. Onlar da Hz. Peygamber’e bildirdi. Bunun üzerine Resûlullah, önce Zeyd b. Erkam’ı çağırıp dinledi, ardından olanları bir de karşı taraftan dinlemek üzere Abdullah b. Übey’i ve arkadaşlarını yanına çağırttı. Fakat onlar böyle bir şey demediklerine dair yemin ettiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber Zeyd’e inanmayarak onları tasdik etti. Zeyd, ömründe hiçbir şeye bu kadar üzülmemişti fakat elinden gelen başka bir şey de yoktu. Evine kapandı. Nihayet iyice bunaldığı bir sırada Allah Teâlâ Münâfıkûn sûresini indirdi ve gerçek ortaya çıktı. Ardından Zeyd b. Erkam’ı yanına çağıran Allah Resûlü, “Ey Zeyd! Şüphesiz Allah, seni tasdik etti.” dedi. ( Buhârî, Tefsîr, (Münâfikûn) 1)

         Abdullah b. Übey b. Selûl gibi ikiyüzlü bir adam karşısında yalancı konumuna düşen Zeyd b. Erkam’ın aklanmasını sağlayan Münâfıkûn sûresinde Allah (cc), münafıkların sözlerini kelimesi kelimesine yüzlerine vuruyordu: “Onlar, "Allah Resûlü’nün yanında bulunanlara (muhacirlere) bir şey vermeyin ki dağılıp gitsinler." diyenlerdir. Hâlbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır. Fakat münafıklar (bunu) anlamazlar. Onlar, "Andolsun, eğer Medine’ye dönersek, üstün olan, zayıf olanı oradan mutlaka çıkaracaktır." diyorlardı. Hâlbuki asıl üstünlük ancak Allah’ın, Peygamberi’nin ve müminlerindir. Fakat münafıklar (bunu) bilmezler.” (Münâfikûn, 63/7-8)

         Kur’ân-ı Kerîm’de, kalbiyle inkâr ettikleri hâlde bunu gizleyerek kendilerini mümin gibi gösteren münafıklardan, bu sûre dışında pek çok yerde bahsedilmiştir. Buna göre Kur’an’ın ortaya koyduğu münafık portresi şudur: Onlar inanmadıkları hâlde inandıklarını söyleyerek Allah’ı ve inananları aldatmaya çalışan ancak farkına varmadan kendilerini aldatan ikiyüzlü, kalplerinde hastalık bulunan, azgınlıkları içinde bocalayıp duran, Allah’ın kalplerini mühürlediği ve nefislerinin arzularına uyan kimselerdir. Müminlere karşı kalpleri kin ve nefretle dolu olduğu için onların hep sıkıntıya düşmelerini isterler. Yalnızca menfaatleri söz konusu olduğunda Hz. Peygamber’in ve inananların yanında yer alırlar. Kötülüğü emredip iyiliği yasaklar ve cimrilik ederler. Onlar Allah’ı, Allah da onları unutmuştur. Münafıklar, bozguncuların ta kendileridir.

         Münafıklar, Kur’an’da zikredilen özellikleriyle ne kâfirlerden ne de Müslümanlardan bir gruptu. Kendilerine has olumsuz bazı özelliklere sahiptiler. Sürekli iman ile küfür arasında bocaladıkları için Allah (cc), haklarında, “İman edip sonra inkâr eden, sonra inanıp tekrar inkâr eden, sonra da inkârlarında ileri gidenler var ya, Allah onları bağışlayacak da değildir, doğru yola iletecek de değildir.” (Nisâ, 4/137) buyurmuştur. Allah’ın Sevgili Elçisi ise onların bu kararsız ruh hâllerini, “Münafık, iki sürü arasında gidip gelen şaşkın koyun gibidir. Bir o sürüye gider, bir bu sürüye!”  diye tasvir etmiştir.

         Münafıklar gerçekte inanmadıkları hâlde Allah’a ve âhiret gününe inandıklarını dile getiriyorlar, Resûlullah’a geldiklerinde de, “Senin, elbette Allah’ın peygamberi olduğuna şahitlik ederiz.” diye yalan söylemekten asla çekinmiyorlardı. Bu ikiyüzlülüklerine karşı onların hiç şüphesiz yalancı olduklarına şahitlik eden Allah (cc) ise, “Onları gördüğün zaman görünümleri hoşuna gider. Konuştuklarında sözlerine kulak verirsin. Onlar sanki elbise giydirilmiş kereste gibidirler. Her kuvvetli sesi kendi aleyhlerine sanırlar. Onlar düşmandır, onlardan sakın! Allah onları kahretsin! Nasıl da (haktan) çevriliyorlar!” (Münafıkûn, 63/4) buyurarak münafıkların dış görünü müne aldanmaması hususunda Resûlü’nü uyarıyordu. Zira onlar, göründüklerinin aksine korkak ve çıkarcıydılar.

         Allah Resûlü, imanı, temiz su ile yetişen taze bitkiye benzetirken; nifakı, kan ve irinle büyüyen bir çıbana benzeterek onun Allah’ın yasaklamış olduğu düşünce ve eylemlerle büyüyeceğine dikkat çekmiştir. Örneğin, hayâ ve az konuşmayı iman alâmeti; çirkin söz ve lüzumundan fazla konuşmayı ise münafıklık alâmeti olarak zikretmiştir. Hz. Peygamber, mümin ile münafığın durumunu karşılaştırırken şu benzetmeyi yapmıştır: “Mümin, rüzgârın yatırıp kaldırdığı (ama zarar vermediği) yeşil ekin gibidir. Münafık ise dimdik iken, rüzgârın bir defada kökünden söküverdiği selvi ağacı gibidir.” (Buhârî, Merdâ,1) Buna göre mümin dünyada maddî ve mânevî birtakım sıkıntılarla imtihan edilir fakat samimi imanı sayesinde onların üstesinden gelerek âhirette ayakta kalır. Münafık ise sahte imanı yüzünden dünyada elde ettiği rahatlığına ve dik duruşuna karşılık âhirette karşılaşacağı büyük azapla bir defada devrilir gider. Nitekim Allah Teâlâ küfrün en çirkin ve tehlikeli şekli olan münafıklığın âhiretteki cezası için, “Doğrusu münafıklar, ateşin en aşağı tabakasındadırlar. (O gün) onlar için hiçbir yardımcı da bulamazsın.” (Nisâ, 4/145) uyarısında bulunmuştur. Resûlullah, “Allah’ım! Bozgunculuktan, münafıklıktan ve kötü ahlâktan sana sığınırım.” (Ebû Dâvûd, Vitr, 32) duasıyla kendisi nifaktan Allah’a sığındığı gibi ashâbını ve tüm müminleri de münafıkça tavırlardan sakındırmıştır.

         Her ne kadar müminler, imanlarında şüphe olmasa da münafıklarınkine benzer davranışlar sergiledikleri zaman nifaka düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalabilirler. Dinî uygulamalarda gevşeklik gösterme, söz ve davranışlar arasında uyumsuzluk şeklinde tezahür eden bu durum “amelî nifak” olarak adlandırılmıştır. Bu tutum, müminlere yakışmadığı için Allah Teâlâ, “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?” (Saff, 61/2) buyurmuş ve onları münafıklar gibi tavır sergilememeleri hususunda uyarmıştır. Hz. Peygamber de müminleri münafıklık alâmeti sayılan ve nifakla itham edilmelerine sebep olabilecek her türlü davranıştan sakındırmıştır. Çünkü Müslümanın özü sözü birdir. Peygamberimizin tarifiyle, “elinden ve dilinden insanların zarar görmediği kimse”dir. İhanet, yalan, sözünde durmama, ikiyüzlülük ve riya gibi ahlâkî olmayan ve toplumda güveni sarsan tavırların hepsi ise münafıkça davranışlardır.

 

         Allah Resûlü, Abdullah b. Amr’ın rivayet ettiği bir sözünde münafığı en temel özellikleri ile şöyle tanımlamıştır: “Şu dört özellik kimde bulunursa o, tam bir münafık olur. Kimde bu niteliklerden biri bulunursa onu terk edinceye kadar kendisinde münafıklıktan bir özellik vardır: Kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder. Konuştuğunda yalan söyler. Söz verdiğinde cayar. Husumet sırasında haktan sapar.” (Buhârî, Îmân, 24) İman bakımından samimi olmayan münafıklara hasredilen bu özelliklerin zaman zaman Müslümanlarda da görülmesi, imanın dışa yansıması noktasında problem oluşturmaktadır. Hâlbuki Müslüman’a yakışan, inandığı değerlere uygun hareket etmektir.

         Münafıklığın temel göstergelerinden birisi ise iki yüzlülüktür. Hz. Peygamber, ilkeli ve tutarlı davranmayarak çıkarlarına göre insanlara farklı davranışlar sergileme anlamına gelen ikiyüzlülükten uzak durmaları için ashâbını uyarmış, insanlarla olan ilişkilerinde ikiyüzlü olanların güvenilmeyi hak etmediğini ifade etmiştir. Allah Resûlü, “Kıyamet günü Allah katında insanların en kötülerinin şunlara bir yüzle, bunlara diğer bir yüzle gelen ikiyüzlüler olduğunu görürsün.!” (Buhârî, Edeb, 52) buyurmuş ve münafıkların âhirette ateşten iki dil ile cezalandırılacaklarını belirtmiştir.

         Münafıklıkla örtüşen bir başka özellik riyadır. Amel ve ibadetleri, Allah rızası yerine insanların beğenisini kazanma ve gösteriş amacıyla yapmak anlamına gelen riya, münafığın hayatının nerdeyse bütününü sarmıştır. Bunun içindir ki nifak, dinde riya olarak da tanımlanmaktadır. Kur’an’da Allah’a ve âhiret gününe inanmadıkları hâlde mallarını gösteriş olsun diye harcayanlar ve namazı gösteriş için kılanlar kınanmıştır. Resûlullah da riyayı “küçük şirk” diye adlandırarak ümmetini onun âhiretteki cezası hususunda uyarmıştır.

         Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber’in münafıklığın tezahürlerine dair bütün bu titiz değerlendirme ve uyarılarından dolayı ashâbdan zaman zaman kendi hâlinden endişe edenler oluyordu. Nitekim Resûlullah’ın kâtiplerinden ve seçkin sahâbîlerden Hanzala elÜseyyidî, bir gün ağlayarak Hz. Ebû Bekir’in yanına gelmişti. Hz. Ebû Bekir ona, “Nasılsın Hanzala?” diye sorunca o, “Hanzala münafık oldu!” diye cevap verdi. Hz. Ebû Bekir şaşkınlığını gizleyemeyerek, “Sübhânallâh! Ne diyorsun?” dedi. Bunun üzerine Hanzala, “Resûlullah’ın huzurunda iken o bize cennet ve cehennemi anlattığında onları gözümüzle görmüş gibi oluyoruz. Resûlullah’ın huzurundan ayrılıp çoluk çocuğumuza karışarak işlerimizin başına geçtiğimizde ise, o duyduklarımızın pek çoğunu unutuyoruz.” diye dert yandı. Ardından Hz. Ebû Bekir ona, “Ey Hanzala! Allah’a yemin olsun ki biz de aynı durumdayız.” diyerek Allah Resûlü’ne gitmeyi teklif etti ve beraber gittiler. Hanzala, Hz. Ebû Bekir’le paylaştığı sıkıntısını Resûlullah’a da arz etti. Onu dikkatle dinleyen Hz. Peygamber, bunun üzerine şöyle buyurdu: “Beni yaşatan Allah’a yemin ederim ki siz, her zaman yanımdan kalktığınız gibi kalsaydınız melekler, oturduğunuz yollar üzerinde ve yataklarınızda sizinle musafaha ederlerdi. Fakat ey Hanzala! (İnsan bu) Bazen öyle, bazen böyle!” (Müslim, Tevbe, 12) Rahmet Elçisi’nin sözleri rahatlatmıştı Hanzala’yı. Çünkü bu durum, münafıklık değil aksine her insanın gündelik hayatında yaşayabileceği bir durumdu.

 

         Samimiyeti zedeleyen ve toplumda güven duygusunu sarsan bir husus olarak münafıklık, Yüce Rabbimiz ve Peygamberimiz tarafından son derece tehlikeli görülmüş, hem imanî hem de ahlâkî bir problem olması nedeniyle birçok âyet ve hadiste kınanmıştır. Ancak kesin bir dille sakındırılmasına rağmen münafıklık, bugün de devam eden bir olgudur. Toplumda, mümin olduğunu söylediği hâlde münafıkça davranışlar sergileyen, çeşitli çıkarlar için gerçek niyetlerini gizleyerek insanları aldatan kimseler bulunmaktadır. İnançtaki samimiyetsizliğin davranışlara yansıması sonucu gayri ahlâkî davranışlar yaygınlaşmakta ve git gide yadırganmaz hâle gelmektedir. Hâlbuki “Din, samimiyettir.” (Müslim, Îmân, 95) İnancında samimi kimseye yakışan ise kalbindeki sağlam imanı hem Allah ile hem de insanlarla olan ilişkilerine dürüst bir biçimde yansıtmaktır. Yani Rabbimizin, Elçisi’nin gıyabında bütün kullarına yüklediği ağır ama mükâfatı bir o kadar büyük, “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” (Hûd, 11/112) sorumluluğunu yerine getirmektir.

 

         Kaynak: HADİSLERLE İSLAM

YAZARLAR