Sezai EREN


MUSTAFA KEMAL’İN ASKERİ DEMİRCİ HOŞÇALARLI GAZİ HALİL


                    Ağustos ayı, Türk tarihi için çok önemlidir. Bu ay zaferler ayı olarak bilinmektedir. Bu zaferlerden en önemlilerinden birincisi 26 Ağustos 1071 tarihinde  kazanılan  Malazgirt Zaferi, ikincisi de 30 Ağustos 1922 tarihinde kazanılan Büyük Taarruz’dur. Sultan Alparslan önderliğinde kazanılan Malazgirt Zaferi Anadolu’nun kapılarını Türklere ardına kadar açarken, Mustafa Kemal’in önderliğinde kazanılan Büyük Taarruz da Anadolu’nun kapılarını düşmanlara tamamen kapatmıştır. Ayrıca 30 Ağustos Demirci’nin kurtuluş günü dür de.

 

                    Bu ayda böyle bir yazıyı yazmama neden olan gelişme 1947 doğumlu Mustafa oğlu Ramiz Demir’dir. Ramiz Demir, Hoşçalar köyünden olup emekli müezzindir. Kendisiyle evinde 23 Ağustos 1924 tarihinde sohbet ederken dedesi Halil’in gazi ve Mustafa Kemal’in askeri olduğunu söyledi. Ardından da dedesinden duyduklarını anlatmaya başladı. Anlattıkları beni derinden etkiledi. Ben de bu anıların unutulmaması için bazılarını yazmaya karar verdim. Yurdumuzun ne şartlar altında kurtulduğunu, askerlerimizin ne zorluklarla mücadele ettiğini böylece öğrenmiş olacağız. 

 

                    1. Halil ve Köylüsü Yusuf Asker Oluyorlar: 

                    Gazi Halil, 1892 yılında Manisa’nın Demirci ilçesine bağlı Hoşçalar köyünde doğmuştur. Yedi yıl askerlik yapan Halil, 1958 yılında vefat etmiştir. Köyün Kocabaşlar sülalesindendir. Halil kısa boylu, çevik ve onurlu bir gençtir. Yoksul bir ailenin çocuğu olan Halil’in askerlik çağı gelmiştir. Halil’i vatan görevi için askere çağırırlar. Askere gideceği için Halil’in içi içine sığmaz. Köyde bir de uzun boylu, güçlü kuvvetli bir asker arkadaşı daha vardır. Onun adı da Yusuf’tur. Köyde sayılı günleri kalan iki asker, vedalaşmak ve büyüklerin elini öpmek için köyün içinde gezmeye çıkarlar. Uğradıkları evlerde de adetlerimiz gereği askerlere harçlık verirler. İki asker köyün içinde gezerken o zamanki adı Gürcü olan Esenyurt köyünden Ahmet Usta, köyün meydanında bir inşaatın taş duvarlarını örmektedir. İki asker inşaatta çalışanların yanına gelir. Onlarla da vedalaşmak isterler. Ahmet Usta güngörmüş geçirmiş birisidir. Köylülere askerleriniz bunlar mı der. Onlar da evet köyümüzün askerleri bunlar derler. Ahmet Usta da uzun boylu olan neyse de “Şu kısa boylu olanın öldüreceği gâvur, karnının ağrısından ölsün.” der. Bu sözler Halil’in çok gücüne gider. Günü gelen iki asker kışlalarına doğru yola çıkar. Ahmet Usta’nın sözleri yol boyunca da; askerlik boyunca da Halil’in aklından hiç çıkmaz. Sanki kulağına küpe olmuştur. 

 

                    2. Halil’in Kahramanlığı ve Silah Arkadaşı Köylüsü Hoşçalarlı Yusuf’un Şehit Edilişi:                                                   

                    Yusuf ve Halil iki arkadaş aynı birlikte savaşa katılırlar. Türk askerleri çıplak bir dağda ellişer metre ara ile mevzi kazarlar. Düşman askerleri de ellerindeki silahlarla sıralar halinde çeşitli yönlerden mevzilere yaklaşmaktadır. Düşman askerleri de tepenin etrafını sarar. Halil’in komutanı “Sakın ha! Ben emir vermeden ateş etmeyin.” der. Askerler de komutanlarının emrini dinler. Düşman askerlerinin mevzilere yeterince yaklaşmaları beklenir. Düşman askerleri yeterince mevzilere yaklaşınca komutan askerlerine: “Ateş.” diye emir verir. Komutanın emriyle çatışma başlar. Kan gövdeyi götürmektedir. Silah sesleri, bomba sesleri kulakları sağır etmektedir. Ortalık toz duman içindedir. Adeta can alınıp can verilmektedir. Tam o sırada Halil’in aklına Kürcülü Ahmet Usta’nın söylediği sözler gelir. Her öldürdüğü gâvurdan sonra da: “Gel gayri Ahmet Usta! Gâvur karnının ağrısıyla mı ölüyor, yoksa Halil’in kurşunlarıyla mı ölüyor?” diye savaş alanında bağırır. Bu şekilde öldürdüğü gâvurları da yirmiye kadar sayar.  Bir müddet sonra çatışma biter, bir tek düşman askerinin canlı kalmadığı anlaşılınca Halil mevziden çıkar yaklaşık elli metre ötede köylüsü (Hoşçalarlı) Şehidimiz Yusuf yerde yatmaktadır. Halil hemen köylüsünün yanına koşar. Yusuf alnından yediği kurşunla şehit olmuştur. Hemen bir çukur  açarlar  Yusuf’u elbiseleriyle  oraya   defin ederler.

 

                    3. Halil Vatan İçin Gazi Oluyor: 

                    Yine Halil’in gazi olduğu çatışmada da Türk askerleri Conkbayırı’nda yüksekçe bir tepede bulunuyormuş. Tepenin eteklerinde de düşman askerleri bulunmaktaymış. O zaman güneş doğunca savaş başlar, güneş gidince savaş bitermiş. Halil’in seksen tane de asker arkadaşı varmış. Çatışmalardan yorgun düşen askerler yorgunluktan siperlerde uyuyup kalmış. O gün nöbetçiler de uyumuş kalmış. Sabah şafak sökerken Türk komutan bir gürültü ile uyanır. Bir bakar ki etrafları düşman askerleri tarafından sarılmış. Askerlerini uyandıran komutan hemen ateş emri vermiş. Uykulu gözlerle askerlerimiz yattıkları yerden yanlarındaki el bombalarını yukarıdan aşağıya atmaya başlamış. Bir süre sonra çatışma alanındaki iniltiler kesilmiş. Yani çatışma durmuş. Çatışma alanının üzerini kaplayan hafif duman sıyrılır sıyrılmaz komutan Halil’e: “Halil Onbaşı, şu taşın başına çık da bakalım etrafta canlı var mı, yok mu bir bak.” der. Halil de yanına iki asker alır. Çevreyi gözetlemek için arkadaşlarıyla birlikte taşın başına çıkar. Halil, orada bir kıpırtı var der demez karşıdan bir duman kabarır. Oradan atılan kurşunla Halil, göbeğinden vurulur. Kurşun Halil’in göbeğinin yanından girer sırtındandan çıkar. Geriye doğru düşmekte olan ağır yaralı Onbaşı Halil’i, arkadaşları tutar. Gazi olan Halil’in yarası tedavi edilir. Fakat yaraları ölesiye kadar hiçbir zaman iyileşmez. Sırtındaki yara büzüşür, ama göbeğindeki yara hiç kapanmaz. Halil ömür boyu göbeğindeki yaraya yağlı bez koyar.  Bezin üzerine de düşmemesi için kuşak dolar. Halil nohut, kuru fasulye gibi taneli yemekler yediğinde göbeğindeki delikten kuru fasulye ve nohut tanelerinin dışarıya çıktığı bile oluyormuş...

 

                    4. Mustafa Kemal ile Gazi Halil Arasında Geçen Bir Anı: 

                    Onbaşı Halil, Muhtemelen Conkbayırı’nda girdiği savaşta yaralanmış. Yarası tam iyileşmediği için de geri hizmete çekilmiş. 

                    Anlatılanlara göre de tahminen Mustafa Kemal’in yanında “57. Alay”da görev yapmış. Mustafa Kemal ile yaşadığı anı da burada yaşanmış. Gazi Halil, sohbetlerinde komutanı Mustafa Kemal için “Ali Rıza Efendi’nin Mustafa” tabirini kullanırmış. Ayrıca sözlerine komutanının “çok akıllı ve çok cesur ” olduğunu da eklermiş. 

 

                    Bir gün Mustafa Kemal, dışarıda masada otururken küçük portatif çadırını göstererek Halil’e: “Oğlum şu çadırın içinde sürahi var, al da gel.” der. Eğilerek çadıra giren Halil dizlerinin üzerinde hareket ederek yerlerde sürahiyi aramaya başlar. Hâlbuki sürahi masanın üzerindedir. Sürahinin masanın üzerinde olabileceğini düşünemez. Aradan zaman geçmesine rağmen bir türlü sürahiyi bulup getiremez.  Durumu anlayan Mustafa Kemal,  çadıra girer ve Halil’in omzuna hafifçe dokunur ve O’na: “ Oğlum sen köylü çocuğu musun?” diye sorar. Halil de hemen ayağa kalkarak: “Evet, komutanım.” der. Mustafa Kemal de masanın üzerinde duran sürahiyi tutup havaya kaldırdıktan sonra Halil’e: “Bak oğlum buna sürahi derler, bunun adı sürahidir.” der. 

                    

                    Yani sürahinin ne demek olduğunu köylü çocuğu Gazi Halil, Mustafa Kemal’den öğrenir. Ne bilsin Halil sürahiyi? Çünkü Halil’in doğup büyüdüğü yerde sürahi de yoktur, masa da.  O ancak topraktan yapılmış testiyi ya da bardağı bilir.,. Her zaman olduğu gibi sürahiyi bilenler o zamanda da askere gitmezdi. 

 

                    5. Aç Kalan Askerlerimiz Eskimiş Çarıkların İçine Yosunları Koyup Sarma Gibi Yapıp Yiyorlar : 

                    Gazi Halil Onbaşı sohbetinin bir bölümünde Çanakkale Boğazı’ndan topladıkları yosunları eski çarıkların içine koyup nasıl yediklerini de anlatmıştır. Halil ah çektikten sonra: “O çarıklar var ya, atılan o eski çarıklar! Onları Çanakkale Boğazı’nın sularıyla bir yıkadın mı, bir yıkadın mı tertemiz olur. Onları çomağa gerip ateşte şöyle bir kızdırdın mı yumuşayıverir. Çarığın içine de deniz yosunlarını katıp bir pişirdin mi? Yemesi bir tatlı olur, bir tatlı olur!...” diye anlatırmış. Halil bu hatırasını anlatırken hem kendisinin, hem de onu dinleyen kalabalığın gözlerinden yaşlar süzülürmüş...

 

                    6. Yedi Yıllık Vatan Görevi Sona Eriyor.          Halil Nihayet Askerden Dönüyor : 

 

                    Askere gittikten sonra yedi yıl boyunca haber alınamayan, ailesi ve köylüleri tarafından öldü sanılan Halil, Çanakkale’den yürüyerek ot yiye yiye köyüne doğru yola çıkar. Sevdiklerine kavuşacak olmanın heyecanıyla içi içine sığmaz Halil’in. Yolculuğunun tahminen yedinci gününde Demirci’ye yaklaştığında Yalnız Cuma’daki köylülerinden acı haberi alır. Bir gün önce çok sevdiği anasının öldüğünü öğrenir. Ana yüreği daha fazla evlat hasretine dayanamamıştır. Halil’in gözlerinden yaşlar sel olup akar. Artık Halil anasının elini öpüp, ona sarılamayacaktır. Akşama doğru Halil köyü Hoşçalar’a ulaşır. Köylüleri Halil’i tanıyamaz. Çünkü Halil, bir deri bir kemik kalmıştır. Doğruca evlerine gider. Evleri başsağlığına gelenlerle doludur. Halil ne yapsın? Annesinin öldüğüne mi üzülsün? Yoksa sağ salim köyüne döndüğüne mi sevinsin? 

 

                    Gazi Halil, köyünden Fadime Hanım’la evlenir, Fadime Hanım’dan bir evladı olur. Fadime Hanım hastalanınca kayınpederinin önerisi ile Ayşe Hanım’la evlenir. Ayşe Hanım’dan da dört çocuğu olur. Ömrünün sonuna kadar köyü Hoşçalar’da oturur. Ölesiye kadar da köylülerine ve çevre köylerden gelen kimselere savaşlarda yaşadıklarını anlatır. 

                    BU VESİLE İLE DE 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI İLE 30 AĞUSTOS DEMİRCİ’NİN KURTULUŞ GÜNÜ DE KUTLU OLSUN.

                    

                    BAŞTA GAZİ MUSTAFA KEMAL OLMAK ÜZERE GAZİ HALİL DEMİR’İN ŞAHSINDA BÜTÜN GAZİ VE ŞEHİTLERİMİZİN RUHLARI ŞAD OLSUN.

 

                    NOT : 

                    Bu Röportajımızın Tamamının Videosunu www.halikentmedya.com ve Sezai EREN’e ait Youtube kanalından izleyebilirsiniz.                                                     Sezai EREN

YAZARLAR