Vaiz Muharrem DEMİR


NAMAZ DİNİN DİREĞİ

  “Cennetin anahtarı namazdır.” (Tirmizî, Tahâret, 1)


               Hicretin beşinci yılıydı. Kureyşliler, Hayber yahudileri, Gatafanlılar ve Fezâreliler gibi çok sayıda Arap kabilesi, on bin kişilik bir orduyla Müslümanlara hücum etmişlerdi. Allah Resûlü ve ashâbı birkaç hafta boyunca büyük bir uğraşla kazdıkları hendeklerle düşmanı durdurarak Medine’yi müdafaa etmek istiyorlardı. Hendeklerden dolayı “Hendek” ya da düşman gruplarının ittifakından oluştuğu için “Ahzâb” (Gruplar) adı verilen bu savaş öyle şiddetli geçiyordu ki, bazı günler Müslümanlar vakit namazlarını bile kılmaya fırsat bulamıyorlardı. Bu yüzden Allah Resûlü, “Bizi meşgul ederek ikindi namazını geçirmemize neden oldular. Allah kabirlerini (veya evlerini ya da karınlarını) ateşle doldursun!” (Müslim, Mesâcid, 203) demekten kendini alamamıştı.

               Namaz, bütün peygamberlerin Allah’a yöne-lişinin en somut göstergesidir. Peygamber Efendimize, “Şüphesiz benim namazım da, kurbanım da, hayatım da ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (En’âm, 6/162) demesi emredildiği gibi, Hz. İbrâhim de, “Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan eyle.” (İbrâhîm, 14/40) diye dua etmişti. Hz. İsmâil, “Halkına namazı ve zekâtı emretmişti.” (Meryem, 19/55) Lokman, “Yavrucuğum! Namazı dosdoğru kıl.” (Lokmân, 31/17) diye tavsiyede bulunmuştu. Allah, Hz. Musa’ya, “Bana kulluk et; beni anmak için namaz kıl.” diye emretmiş, (Tâ-Hâ, 20/14) İsrâiloğulları’ndan namaz kılma sözünü almıştı. Hz. Zekeriya mabette namaz kılmış, Hz. Meryem Rabbine ibadet etmek, secdeye kapanmak ve O’nun huzurunda eğilenlerle beraber eğilmek ile emrolunmuş, Hz. İsa da, “Nerede olursam olayım yaşadığım sürece Allah bana namazı emretti.” (Meryem, 19/31) demişti.

               Rabbimiz, “Nihayet onların (Nuh, İbrâhim, Yakub) peşinden öyle bir nesil geldi ki, bunlar namazı bıraktılar, nefislerinin arzularına uydular. Bu yüzden ileride sapıklıklarının cezasını çekecekler.” (Meryem, 19/59) buyurarak insanı hayâsızlık ve fenalıklardan koruyan namazı terk edenlerin hem dünyada nefsanî arzuların esiri olacaklarını ve ahlâkî değerleri yitireceklerini, hem de âhirette şiddetli bir azaba uğratılacaklarını bildirmiş, bizleri bu konuda uyarmıştır.

               Nesiller boyu peygamberler tarafından emredilegelen namaz ibadeti, İslâm’ın gelişi öncesinde Mekkeliler tarafından da bilinmekteydi. Nitekim kaynakların naklettiğine göre Ebû Zer el-Gıfârî ve Ebû Kays Sırme b. Ebû Enes gibi kimseler Müslüman olmadan önce de namaz kılmaktaydılar. Ancak uzun asırlar içerisinde ibadetlerin biçimi değiştirilmiş hatta amacından sapmıştı. Onların Beytullah yanındaki ibadetlerine şirk karışmış, ibadetleri de âyette belirtildiği üzere ıslık çalmaya, el çırpmaya dönüşmüştü.

               İslâm, bozulmaya yüz tutmuş Allah-kul ilişkisini yeniden tesis etmek üzere vazolunmuştu. Bunu temin etmenin başında da O’na lâyık bir şekilde ibadet etmek gelmekteydi. Peygamberlik görevinin başlarında dahi Resûl-i Ekrem namaz kılmakta, ancak müşrikler onu (sav) engellemeye çalışmaktaydı.

               Mekke döneminde henüz varlık mücadelesi veren Müslümanlar, ibadetlerini genellikle tek başlarına yapmak zorundaydı. Fakat Medine’ye hicret ile birlikte yeni bir dönem açılmış ve namaz cemaatle kılınmaya başlanmıştı. İlk muhacirler, Efendimiz daha Medine’ye gelmeden, Kubâ’da Amr b. Avfoğullarına ait bir hurma kurutma yerini mescit hâline getirmişlerdi. Kubâ Mescidi, Medine’deki Müslümanların güvenli bir ortamda özgürce ibadet ettikleri, herkese açık ilk mescit idi. Medine’ye hicreti takiben gerçekleştirilen en önemli faaliyetlerden bir diğeri de bizzat Hz. Peygamber tarafından yaptırılan Mescid-i Nebevî’nin inşa edilmesi olmuştu. Müslümanlar burada, kardeşlik, dayanışma ve yardımlaşma bilinciyle namaz kılmanın ayrıcalığını yaşamaya başlamışlardı.

               Kur’ân-ı Kerîm, namazın belirlenen âdâb içerisinde, huşû ve sorumluluk bilinciyle ve aksatmadan eda edilmesi gereken bir ibadet olduğunu birçok yerde vurgulamaktadır. Âyetlerde namaz anlamındaki “salât” ile eksiksiz ve devamlı olarak yerine getirme mânâsındaki “ikâme” kelimeleri yan yana kullanılarak namazın, vaktinde, eksiksiz bir biçimde, şartlarına riayet edilerek, dosdoğru ve özenle kılınması gerektiğine dikkat çekilmektedir.

               Kur’ân-ı Kerîm’de kendilerinden övgüyle bahsedilen müminlerin özellikleri sıralanırken, onların “namazlarında huşû içinde olduklarının”, (Mü’mi-nûn, 23/2) “namazlarını muhafaza ettiklerinin” (Mü’minûn, 23/9) ve “namazlarına devam ettiklerinin” (Meâric, 70/23) altı ısrarla çizilir. Diğer taraftan namazı ciddiye almayıp ondan uzaklaşan, onu gösteriş için kılan ve kılarken de tembellik yapan kimseler yerilir.

               Namaz, sadece Allah ile kul arasındaki ilişki biçimi olmakla kalmaz, aynı zamanda insanı olumsuz davranışlardan ve her türlü kötülükten de uzaklaştırır. Nitekim Kur’an’da Yüce Allah, “Gerçekten namaz, kişiyi hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar.” (Ankebût, 29/45) buyurarak bunu ifade etmektedir. Ayrıca kulun, günün belli vakitlerinde Allah’ın huzuruna çıktığını düşünmesi, kulu O’nun rızasına uygun davranışlar sergilemeye sevk etmekte, böylece namaz bu yönüyle kötülüklere engel olmaktadır.

               Yine, “İnsan çok hırslı ve sabırsız yaratılmıştır. Kendisine kötülük dokunduğu zaman sızlanır, ona bir hayır dokunduğunda da eli sıkıdır, ancak namaz kılanlar müstesna.” (Meâric, 70/19-22) âyetleri de namazın insana kazandırdığı ahlâkî değerlere ve olgunluğa işaret etmektedir. Çünkü namaz, insanın ruhunu her türlü mânevî kirden arındırır. Nitekim bir gün Allah Resûlü (sav), “Birinizin kapısı önünde günde beş defa yıkandığı bir nehir olsa, o kimsede kir namına bir şeyin kalabileceğini düşünebilir misiniz?” diye sorar. Sahâbe, “Hiç kir kalmaz.” şeklinde cevap verir. Bunun üzerine Peygamberimiz, “İşte beş vakit namaz da böyledir, Allah bu namazlarla günahları yok eder.” buyurur. (Buhârî, Mevâkîtü’s-salât, 6)

               Hz. Peygamber (sav), “Bir Müslüman, vakti geldiğinde güzelce abdest alıp, kendisini Allah’a vererek rükû (ve secdesiyle) farz namazı kıldığında, -büyük günah işlemedikçe- bu onun önceki günahlarına kefaret olur. Bu, her zaman için böyledir.” (Müslim, Tahâret, 7) ve “Büyük günah işlenmedikçe beş vakit namaz ve iki cuma, aralarındaki günahlara kefarettir.” (Müslim, Tahâret, 14) hadisleriyle namazın, insanı arındırdığını belirtmektedir. Günahlarından arınan kul ise Allah’a karşı görevini yerine getirmenin vermiş olduğu mutluluk içerisinde huzurlu bir hayat yaşayacaktır.

               Namaz, insanın ruhunu temizlediği gibi, abdest almayı gerektirmesi sebebiyle maddî temizlik için de bir vesiledir. Namaz için abdest alan bir mümin, vücudunun en çok kirlenen azalarını günde birkaç defa yıkamakta, böylece maddî kirlerden de arınmaktadır.

               Namazın Müslüman üzerindeki bir etkisi de, günün beş ayrı vaktinde yerine getirilmesi dolayısıyla insanın zamanı kollamasını sağlayarak hayatını belli bir programa sokmasıdır.

Daima namaz vaktini takip eden müminin, namazı cemaatle kılmak için fırsat buldukça camiye gitmesi ise Müslümanlar arasında tanışma, kaynaşma, kardeşlik, dostluk ve dayanışmayı sağlaması bakı-mından oldukça önemlidir.

               Namaz; beden, zihin ve kalbin iştirakiyle eda edilen, kısacası insanı her yönüyle kuşatan bir ibadettir. Bu üç unsurun her biri, son derece dengeli ve mükemmel bir şekilde namazda temsil edilirler. İnsan, bedeni ile kıyam, rükû, secde ve kıraati gerçekleştirirken, zihni ile okuduklarını düşünmeye ve anlamaya yönelir. Kalp ise huşû ve sükûnet ile bu ibadeti en iyi şekilde tamamlar.

               Kıbleye dönüldüğünde tek Allah’a yönelme demek olan namaz, kıyamda Allah’ın huzurunda durma, rükûda yalnızca O’nun önünde eğilme, secdede ise Allah’a en yakın olma demektir. Namaz; dua, yalvarma, sadece Rabbe yönelme, O’ndan yardım ve bağışlanma dileme, O’na iltica ve münâcât etmedir. Namaz, ruhun derinliklerinden gelen bir hissiyatla Allah’ı anma/zikir, gönülden gelen bir içtenlikle Yaratan’a hamd ve senâda bulunma, bütün samimiyetiyle O’nun hükümranlığını kabul ve itiraf etmedir.

               Namaz, aynı zamanda Müslümanların dünyevî meşguliyetlerine kısa bir mola vererek Allah’a yönelme, psikolojik olarak rahatlama çabasıdır. Sahâbeden Ebû Huzeyfe’nin naklettiğine göre, “Peygamberimiz (sav) sıkıntılı bir işle karşılaşınca namaz kılardı.”  Nitekim bir defasında Bilâl’e, “Kalk namaza (çağır da) bizi namazla rahatlat!” (Ebû Dâvûd, Edeb, 78) diye seslenmişti. Gerçekten Efendimizin kıldığı namaza bakıldığında, onun Rabbine olan şükrünü eda ederken ne denli içten davrandığı, kendisini Rabbine nasıl verdiği açıkça görülür. Buna tanıklık eden sahâbenin, namaz kılarken ağlamasından dolayı onun göğsünden gelen, değirmen sesine benzer hırıltıyı duyabildiklerini söylemeleri Resûl-i Ekrem’in, Allah’ın huzurunda taşıdığı heyecanı ve ruh hâlini yeterince anlatmaktadır.

               Rükünlerinin hakkıyla yerine getirilmesi kadar, namazın belirlenen beş vakitte kılınması da çok önemlidir. Nitekim bir gün Peygamber Efendimize, “Amellerin en faziletlisi hangisidir?” diye sorulunca, Allah Resûlü, “Vaktinde kılınan namazdır.” cevabını vermiştir. Buna mukabil Efen-dimiz, “(Farz) namazını (bilerek) geçiren kimse, ailesini ve malını kaybetmiş gibidir.” (İbn Hanbel, V, 429) hadisiyle, namaz kılmamanın kaybettirdiklerine dikkat çekmektedir.

               Namaz, insanın, sadece dünyasını değil aynı zamanda âhiretini de kurtarmasının en önemli vesilelerindendir. Bu durum Hz. Peygamber’in hadislerinde farklı lafızlarla ifade edilmiştir:

               “Namaz, devam eden kimse için kıyamet gününde nur, delil ve kurtuluş sebebi olur. Namaza devam etmeyenin ise kıyamet günü nuru, delili ve kurtuluşu olmayacaktır.” (İbn Hanbel, II, 169)

               “(Kıyamet gününde) kulun ilk önce hesaba çekileceği şey, namazdır.” (Nesâî, Muhârebe, 2)

               “Cennetin anahtarı namazdır.” (Tirmizî, Tahâret, 1)

               “Rükûları, secdeleri, abdestleri ve vakitlerine riayet ederek beş vakit namaz(ı kılmay)a devam eden ve bu beş vakit namazın Allah katından gelen bir emr-i hak olduğunu kabul eden kimse cennete girer” (İbn Hanbel, IV, 266)

               Namazın nasıl kılınacağını Cebrail vasıtasıyla öğrenen Hz. Peygamber, onu ümmetine bütün detaylarıyla öğretmiş ve “Benim nasıl namaz kıldığımı gördüyseniz siz de öyle namaz kılın.” (Buhârî, Ezân, 18) buyurarak bizzat kendisini örnek göstermiştir. Müslümanlara düşen, Resûl-i Ekrem’in teşvik ve tavsiyelerine uyarak bu önemli ibadeti öğretildiği gibi yerine getirmek, namaz konusunda gerekli hassasiyeti göstermektir.

               Kaynak : HADİSLERLE İSLAM

YAZARLAR