Vaiz Ömer Faruk EKİCİ


NAZAR (2) GÖZ DEĞMESİ


               Ca’fer b. Ebû Tâlib Mûte Savaşı’nda şehit düştüğünde Esmâ bnt. Umeys ile evliydi ve geriye üç yetim bırakmıştı. Bunlardan biri de Abdullah b. Ca’fer idi.17 O, başlarına gelen bu felâket günlerini şöyle anlatır: “Allah Resûlü Ca’fer ailesine üçüncü gün gelip, ‘Artık kardeşim için ağlamayın.’ buyurdu. Sonra, ‘Kardeşimin çocuklarını bana getirin.’ dedi. Bizi Resûlullah’a götürdüler. Birer kuş yavrusu gibi idik. Allah Resûlü, ‘Bana berberi çağırın.’ buyurdu ve bizi tıraş ettirdi.” Hz. Peygamber bu çocukların iyice zayıflamış olduklarını görünce Esmâ’ya, bir ihtiyaçlarının olup olmadığını sordu. Bunun üzerine Esmâ, “Hayır, bir ihtiyaçları yok; ancak onlara çabuk nazar değiyor.” dedi. Rahmet Elçisi de, “Öyleyse onlara rukye yap (oku)!” deyince, Esmâ, bunu yapması için Hz. Peygamber’e (sav) ricada bulundu. Fakat Allah Resûlü, Esmâ’dan, çocuklarına kendisinin okumasını istedi.

               

               Bir gün kıymetli eşi müminlerin annesi Ümmü Seleme’nin evinde, benzi sararmış bir kız çocuğu gördüğünde, “Bu çocuğa nazar değmiş, ona hemen rukye (okuyarak tedavi) edin.” buyurdu. Yine Şefkat Peygamberi, gözü gibi sevdiği torunları Hasan ve Hüseyin’i, “Eûzü bikelimâti’llâhi’ttâmmeti min külli şeytânin ve hâmmetin ve min külli aynin lâmmetin.” (Her tür şeytandan, haşereden, kem nazardan Allah’ın tam kelimelerine (sonsuz iradesine ve hükmüne) sığınırım.) duasıyla Yüce Allah’ın korumasına havale etmiş, Hz. İbrâhim’in de oğlu İsmâil ve İshak’ı bu sözlerle Allah’ın (cc) himayesine havale ettiğini bildirmiştir.

 

               Nazardan korunmak için Muavvizetân adıyla anılan Felâk ve Nâs sûrelerinin okunması Peygamber Efendimizin uygulamasıdır. Halk arasında “mâşallah”, “bârekallâh” gibi dinî metinlerin yazılı olduğu künyelerin taşınması, ev araba veya iş yerlerinde Kalem sûresinin elli birinci âyetini içeren levhaların asılması gibi uygulamalar da esasen asıl şifayı verenin Allah olduğu inancının birer yansımasıdır.

 

               Şunu da belirtmek gerekir ki nazara karşı dua ve rukye dışındaki önlemleri; meselâ, nazar boncuğu gibi nesneler taşımak, at nalı ve kafası asmak yahut Şamanist gelenekten gelen kurşun dökmek gibi âdetleri İslâm dini uygun bulmamış ve bunları asla meşru görmemiştir. Birçok hadiste, gerek insanların, gerekse hayvanların boyunlarına nazarlık türünden çeşitli nesnelerin asılması yasaklanmış, Hz. Peygamber bunu yapanların kendisinden uzak olduklarını ve Allah’ın korumasından da mahrum kalacaklarını söylemiştir: “Kim düğüm yapar sonra ona üflerse sihir yapmış olur. Kim sihir yaparsa şirk koşmuş olur. Kim de (kendisini koruması için nazarlık ve benzeri) bir şey takarsa, o taktığı şeyin korumasına havale edilir. (o taktığı şey de onu koruyamaz) ” Nazarlık takma âdeti, câhiliye Araplarının kendileri için son derece değerli olan at ve develerine göz değmesin diye aldıkları bir önlemdi. Allah Resûlü (sav) ise ilâhî yardım dışında başka aracılardan medet uman ve herhangi bir fayda sağlamayan bu uygulamayı yasaklamıştır. Özellikle nazardan sakınmak amacıyla vücuda dövme yaptırmak da aynı şekilde yasaklanmıştır. Dövme yaptırmakla nazar arasındaki bu münasebetten dolayıdır ki bir hadiste nazarın hak olduğu, dövme yaptırmanın da yasaklandığı hususu bir arada zikredilmiştir. Hz. Peygamber’in, nazardan korunmak için Allah dışında başka şeylere sığınmamaları yönünde ümmetine yaptığı uyarılar, tevhid inancının zedelenmemesi hedefine mâtuf olmalıdır. Zira dinde meşru olmayan bu tür korunma yöntemleri, sadece Allah’a ait olan sıfatların eşyaya devredilmesi anlamını taşımaktadır. Câhiliye döneminden beri uygulanan bir yöntem olmasına rağmen Allah Resûlü (sav), içinde şirk olmadıkça rukye yapmakta yani Kur’an’dan âyetler okumada bir sakınca görmemiş ve onu zaman zaman tavsiye etmiştir. Bununla birlikte Hz. Peygamber’in rukyeyi tavsiye etmesinin nedeni iyi anlaşılmalıdır. O, öteden beri insanların yapa geldikleri, bâtıl inanışlardan kalan bazı yanlış uygulamaların önüne geçmek istemiştir. Çünkü şifayı veren Allah’tır ve buna inanılmalıdır.

 

               Dolayısıyla nazardan korunmak için yapılacak en güzel şey Allah’ın âyetleri ve dua ile yardım dilemektir. Bunun kişi üzerindeki olumlu etkisi göz ardı edilmemelidir. Ancak Peygamberimizin bu tavsiyesi, günümüzde muskacılığın ve üfürükçülüğün meşruluğuna gerekçe gösterilmemelidir. Bugün pek çok amaçla kullanılan muskaların rukye ile bir ilgisi yoktur. Nitekim Hz. Peygamber muska takılmasını da hoş görmemiştir. Bu nedenle çeşitli adlarla insanların zaaflarından çıkar sağlayan istismarcı kimselere gidilerek onlardan şifa beklenmesi, yanlış bir tutumdur. Zira Allah Resûlü, nazardan dolayı Esmâ’nın çocuklarına okumasını tavsiye ettiğinde bile buna kendisi de dâhil kimseyi aracı kılmamış ve Esmâ’ya, “Onlara sen oku.” buyurmuştur.

 

               Nazar, gayri ihtiyarî vuku bulduğundan az ya da çok her insanda vardır. Ama güçleri, etkileri ve devamlılıkları değişiklik gösterir. Bazen gıpta, özenme, imrenme gibi dostça duygular, hatta ebeveynlerin çocuklarına sevgisi bile nazara sebep olabilir. Yani nazar, iyi niyetli insanlardan da çıkabilir. Nazar, kötü insanlardan çıktığında ise daha etkili ve olumsuz bir sonuç doğurur. En kötü nazar, inançtan yoksun, Allah sevgisinden mahrum, kalpleri haset ve kin duygularıyla dolu aç ruhlu insanlardan gelir. Esasen nazarı besleyen şey de Allah Resûlü’nün iman ile bir arada bulunmayacağını söylediği haset duygusudur. Dolayısıyla burada, müminin başkasına ait bir güzellik veya imrenilecek bir durum gördüğünde vereceği tepki büyük önem arz etmektedir. Kişi bu tepkisini, haset dolu bakışlarla ifade ettiğinde son derece olumsuz bir tabloyla karşılaşabilir. Öyleyse Müslüman, beğenilen, hayran kalınan, kısacası övgüye lâyık bir şey gördüğünde, onu ölçüsüzce övmemeli, ona haset etmemeli ve o şeyin mübarek olması için (mâşallah - bârekallah diyerek) dua etmelidir.

 

               Sonuç olarak nazar değmesi, insanî bir gerçekliktir. Bu gerçekliğin olumsuz sonuçlar doğurması ise önemli ölçüde haset duygusundan kaynaklanmaktadır. Bu yüzden başkasına ait imrenilecek bir güzellik veya bir başarı gördüğünde Müslüman’a düşen ona haset etmek yerine hayır duada bulunmaktır. Hasetçinin haset dolu bakışları bir tehlike oluşturmakla birlikte, Allah’a sığınan bir müminin bu kötü bakışlardan etkilenmesi son derece sınırlıdır. Unutmayalım ki Rabbimiz dilemezse kimse bir başkasına zarar veremez.

 

YAZARLAR