Mustafa KAYA


NE ME LAZIM!


               Önceki yazımda belirttiğim “gammazlama ve birbirimize ihanet etme” konusunda verdiğim örnek ile yanlış anlaşılmak istemiyorum. Bir öğretmen olarak çocuklarda arkadaşlarını sürekli şikâyet etme hastalığı diye bir haslet oluşmasını engellemeye çalışırım. Hakkını aramak veya hakkını arayamayanın hakkını aramak maksatlı öğretmene şikâyet etmek farklı tabii. Benim kastettiğim küçük yaramazlıkları dahi büyüklere şikâyet etmek, çok da hoş görülmemeli, anlayışıdır. Bu vesile ile insanlar arası iletişimde yani sosyal hayatta, bu yanlış davranışın sıkıntılı durumlara alışkanlık oluşturmasını sağlamamış oluruz.

 

               Türklere has, trafikte "radar kontrolü yapılıyor, polis çevirmesi var!” türü karşı şeritten gelen uyarıları, hepimiz, görmüş ya da bu tür olaylarla karşılaşmışızdır. Açıkçası hoşumuza da gider. Şöyle bir toparlanır, emniyet kemerimizi takar ve yan koltuğa taktırırız. Ceza olabilecek her durumdan kendimizi kurtarmaya çalışırız. Hâlbuki trafik polisinin bizden istediği her şey, aslında sadece ve sadece bizim yararımıza olan hususlardır. Emniyet kemeri, farlar, sinyaller ve daha birçok trafikte olması gereken ve uyulması zorunlu kurallar, kazayı önlemek ve kaza olur ise can ve mal güvenliğini azami ölçüde sağlamak içindir. İş; devlet tarafından kaza kaynaklı maddi ve manevi zararlar olarak kayıtlara geçse de, yıpratıcı ve yıkıcı olan kişisel zararlardır. O halde kurallara uymak ve uymayanları uyarmak, gammaz lamak değil devlete ve millete yapılacak en büyük fayda olarak görülmeli değil midir?

 

               1993 yılında lise mezunu, üniversiteyi yeni kazanmış bir genç olarak İstanbul'a ayakbastım. Henüz ilk aylarımda, Anadolulu olma özelliğini belirgin bir şekilde göstermişim ki; bazı davranışlarım, İstanbul çocuğu olarak yetişen yatakhane arkadaşımın dikkatini çekmiş. Bilet alırken arkadaşıma da almam, çay parasını kendim vermeye çalışmam falan işte...

 

         Bir gün Eminönü'nden yukarıya doğru arkadaşımla beraber çıkarken, yolun karşı tarafında, bir kavga gördüm. Kavga biraz geniş çaplı idi. 5-6 kişi birbirine girmişti. Arkadaşa “Hadi ayıralım, şu kavgayı! Birbirlerine çok zarar verecekler!” dedim. Arkadaş benim huyumu bellemiş olmalı ki, beni kolumdan sımsıkı tuttu. Ben asılıyorum, o bırakmıyor. Bana; "sakın ha!” dedi. " Burası İstanbul! birbirlerini öldürürler, olay senin başına patlar.” Dedi. Polis çocuğu olan arkadaşımın uyarısına hemen kulak verdim. Vazgeçtim kısa süreliğine Anadoluluktan. Yolumuza devam ettik. Yarım saat sonra aynı yoldan gelirken olay yerine polis gelmiş ve yerde yatan kavga zede dışında kimse kalmamış etrafta. Açıkçası ölüp ölmediğini o günden beri merak ederim.

               

               Konuyu; biraz fazlaca gerilere dayandırarak örneklendirmek sizin de hoşunuza gidecek, diye düşünüyorum. Kanuni Sultan Süleyman için rivayet edilen bir örnek olayı aktararak konuyu haftaya bağlayacağım ama. Şu sıralar üniversite okumaya gidecek oğluma nasihat hazırlıyorum. İstanbul’ da yaşadığım bu olay da yaklaşık 32 yıl önceden en ön sıraya geçiriverdi nasihat listemin.

               

               Kanuni örneğini pazartesiye bırakmamın sebebi, hem siz çok sıkılmayın, hem de yer bulmak için editörümüz sıkılmasın!

 

               Hadi Kalın sağlıcakla her şey gönlünüzce olsun! Kolaylıklar dilerim.

 

YAZARLAR