Ahmet İNCE


Nebiler Nasıl İlahlaştırıldı?


              Âdemden Muhammed Aleyhisselama kadar gelen tüm nebilerin tebliği ortaktı. Yalnızca Allah’a inanmak, yalnızca Allah’a kulluk etmek, yalnızca Allah’tan yardım istemek ve yalnızca Allah’a sığınmak. Fatiha suresinde vücut bulan, bir iman hakikatiydi bu.

            Fakat insanlık, garip bir şekilde bu tebliğe hep muhalefet etti. Allah’ı ulaşılmaz bir kral sandı. Ona ulaşmak için, aracıların gerektiğine inandı. Kendilerini Allah’a yaklaştıracak ve hatta savunacak ve kurtaracak aracılar aradı hep. Bu şeytanın çalışma sahasıydı. Allah’a ait özellikleri bazen din adamlarına, bazen velilere vaat ederek, insanları sırat-ı müstakimden saptırdı.

            Âdem’i bu yolla avladı şeytan. Ona ebedi bir saltanat ve ölümsüzlük vaat etti. Yani Allah’a ait olanı vaat ederek, yoldan çıkardı Âdem’i. Dolayısıyla bu hikâye, Muhammed Aleyhisselama kadar devam etti. Kur’an bilgisi, hikâyenin kıyamete kadar da devam edeceğini gösteriyor.

            Kısacası, Allah insanları şirk konusunda uyarmış ve şirke düşmenin affedilmez bir günah olduğunu ısrarla belirtmiştir. Sadece kullarını değil, nebilerini de şirke düşme konusunda ısrarlı biçimde bilgilendirmiştir. Şüphesiz bu yüzden olmalı, kitaplarında nebilerin görev ve yetkilerini açıkça belirtmiştir. Bütün nebiler; uyarıcı, müjdeleyici ve şahittir. Bunun dışında, nebilere herhangi bir özellik yüklenemez.

            Mesela, İsa Aleyhisselam şöyle demiştir: “Tanrın olan Rabbe tap, yalnızca ona kulluk et.” (İncil, Luka 4:8)

            Kur’an Muhammed Aleyhisselama şöyle seslenmiştir: “Onlara bir ayet getirmediğin zaman ‘bir yerden derleseydin ya?’ derler. De ki ‘Rabbim tarafından bana ne vahyedilirse ben ona uyarım.’ ” (A’raf, 203)

            Mekkeli müşriklerin Allah’a inancı tamdı. Putlara tapmalarını, ‘onlar bizi Allah’a yaklaştırıyor’ şeklinde ifade ediyorlardı. Aslında onlar; putlara tapmaktan ziyade, bir tasavvuru hayata geçirmişlerdi. Çünkü put dedikleri, Allah’ın kızlarıydı. Ve onlara şefaat edecekti. O putlara isim verirken, yine Allah’ın isimlerine atıfta bulunup, güya sadakatlerini ortaya koyuyorlardı.

            El-Lat, ellah’ın; el-uzza, el-aziz’in; el-menat, el-mennan’ın benzeriydi.

            Kur’an onların yanlışını, şu ayetlerde şöyle dile getirdi:

            “Onlara kul olmamız, başka değil. Sadece bizi Allah’a iyice yaklaştırsınlar diyedir.” (Zümer, 3) Not: Geniş tafsilat için, (Ahkaf 4–5- 6) ayetlerine bakılabilir.

            Diğer ayet şöyledir:

            “Gördünüz değil mi el-lat’ı ve el- uzayı, diğer üçüncüsü el-menatı. Erkek size dişi O’na öyle mi? O halde bu haksız bir paylaşımdır.” (Necm, 19–22)

            Tarihi tecrübe bize şunu göstermiştir. İlahi dinleri bozanların tamamı, bu işi dindar görünerek yapmışlardır. Kur’an bu konuda, tarihi tecrübeyi tafsilatıyla bize anlatıyor. Şu ayet, ne kadar çarpıcıdır:

            “Kim Rahman’ın zikrine (Kur’an’a) bulanık bakarsa başına bir şeytan sararız. O onun arkadaşı olur. Onlar bunları yoldan çevirirler ama bunlar doğru yolda olduklarını hesap ederler.” ( Zuhruf, 36–37)

            NEBİLERİN İLAHLAŞTARILMASINA 2 ÖRNEK:

            Hz.İsa, havariler zamanında gerçek anlamda insan sayılırdı. (Bkz, Katolik Kilisesi, Din ve Ahlak İlkeleri, par. 465)

            Tarsus’ta doğan Pavlus, İsa’nın ölümünden sonra Hıristiyan olduğunu açıkladı. Şam yolunda ansızın gökten parlayan bir nurun çevresini sardığına, İsa’nın ona seslendiğine, sonra İsa’ya inandığına ve vaftiz edildiğine insanları inandırdı. Havarilerin bütün itirazlarına rağmen, Hıristiyan dünyasında Pavlus büyük itibar gördü.

            Daha sonra, Pavlus görüşlerini şöyle dile getirdi:

            “Bizim için tek bir Tanrı Baba vardır. O her şeyin kaynağıdır ve biz O’nun için yaşıyoruz. Tek bir Rab var, O da İsa mesihtir. Her şey Onun aracılığıyla yaratıldı. Biz de O’nun aracılığı ile yaşıyoruz.” ( Bkz, İncil, Pavlus’un Korintlilere 1. mektubu)

Not: (Arapçada Rab, Allah için kullanıldığı gibi kölenin efendisi anlamında da kullanılmaktadır. Yusuf suresi 23. ayette kullanılan Rab kelimesi, kölenin sahibi anlamındadır. Pavlus, bu kelimeyle oynayarak, İsa’yı ilahlaştırmanın yolunu açmıştır.)

            Bu nebiyi ilahlaştırma süreci; 325 yılındaki Ekümenik İznik Konsilinde ve 451 yılında Dördüncü Ökümenlik Kadıköy Konsilinde neticesini verdi ve “İsa’nın gerçek tanrı olduğu ilan edildi.”

            Bugün itibarıyla Hıristiyanlar şöyle der:

            “İsa, Babanın yanında Hıristiyanların avukatlığını yapıyor. Onlar lehine aracılık yapmak için hep canlıdır. Allah’ın huzurunda daima hazır bulunmaktadır. Kendisi aracılığıyla Allah’a yaklaşanları tamamen kurtarmaya gücü yeter.” ( Bkz, Katolik Kilisesi, Din ve Ahlak İlkeleri, par.519 ve par.2634)

            Şirke batan Hıristiyan dünyasının durumu, şu görüşlerle tescillendi:

            “İsa olmasaydı, kâinat yaratılmazdı. Göklerde ve yeryüzünde görünen ve görünmeyen şeyler, tahtlar, egemenlikler, yönetimler ve hükümranlıklar… Her şey onun aracılığıyla ve onun için yaratılmıştır.” (Bkz, Katolik Kilisesi, Din ve Ahlak İlkeleri, par.33)

            Kur’an bu şirki şiddetle reddetti ve insanları uyardı:

            “Allah Meryem’in oğlu Mesih’tir diyenler tam kâfir oldular. Oysa Mesih şöyle demiştir: Ey İsrailoğulları! Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kul olun. Şurası bir gerçek ki kim Allah’a şirk koşarsa Allah ona cenneti haram eder, varacağı yer ateştir. Zalimlerin yardımcıları da olmaz.” (Maide, 72)

            Başta şirk olmak üzere batıl inançlar, bulaşıcı hastalık gibidir. Çok çabuk yayılır ve çok çabuk taraftar bulunur. Ne yazık ki Müslümanlar; Kur’an’ın bütün ikazlarına rağmen, bu bulaşıcı hastalıktan kendilerini kurtaramamışlardır. İsa örneğinde olduğu gibi, Muhammed Aleyhisselamı ilahlaştırmanın yolunu bulmuşlardır.

            “Sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım” sahte hadisiyle kapı açılmış ve arkası gelmiştir. Âlemler Muhammed Aleyhisselamın yüzü suyu hürmetine yaratılmıştır söylemi, bugün Müslümanların en geçer akçesidir. Ahiret günü cennetin 7 kapısı ardına kadar açılacak ve ‘Gir ya Muhammed’ denilecek. Fakat o ‘ümmetim ümmetim’ diyerek girmeyecek. Tüm ümmetine şefaat edip, cennete soktuktan sonra kendisi de girecektir. Yine Muhammed Aleyhisselamın teri kokmaz, çölde yürürken iz bırakmaz gibi fanteziler, Onu ilahlaştırma gayretinin ürünüdür.

            Tabii daha başka öğretiler geliştirilmiştir. Yaratılışın aslı Muhammed Aleyhisselam’dır. Buna Hakikat-ı Muhammediye denilmektedir. Bir yüzünde Allah vardır. Diğer yüzünde Muhammed. Diyanet İslam Ansiklopedisindeki şu görüşlere dikkatinizi çekmek isterim:

            “Kimi tarikatlara göre; Muhammed Aleyhisselam var oluşun başlangıcıdır. Allah’tan başka hiçbir şey yok iken ilk defa Hakikat-ı Muhammediye var olmuş, bütün varlıklar ondan ve onun için yaratılmıştır.

            Hakikat-i Muhammediye nur olması bakımından âlemi yaratma ilkesi ve onun aslıdır. Bu nur ölümsüz ve ebedi olduğundan, Nebi için öldü denmez… Hakikat-ı Muhammediye bütün Nebilerin ve velilerin ledünni ve batini bilgileri aldıkları kaynaktır. Bu hakikat, Haktan gelen feyzin halka ulaşmasına vesile olur.” ( Mehmet Demirci, DİA, cilt 15, sf: 179–180)

            Bu görüşler aynı zamanda Müslümanların inancı haline gelmiştir. Kur’an’ın şiddetle reddettiği şirktir üstelik. Hıristiyanların İsa için söyledikleri ile Müslümanların Muhammed Aleyhisselam için söyledikleri ve inandıkları arasında hiçbir farkın olmadığını, sanırım siz de rahatlıkla görüyorsunuz.

            Son yüzyılda, bu kapıyı ardına kadar aralayan Said Nursidir. Kur’an’ın bir batini, bir de zahiri anlamı vardır. Muhammed Aleyhisselam batini bazı anlamları, sadece Hz. Aliye anlatmıştır. Ben de dersimi Hz. Ali’den alıyorum. Bu risaleler, Kur’andaki ayetlerin ayetleridir. Yani bu risaleler olmasaydı, Kur’an ayetleri açıklanamazdı gibi…

            Fetullah Gülen de bu yoldan yürüdü. Büyük taraftar buldu. İş sonunda nereye geldi. Bugün FETÖ ile mücadele, temelinde eksiktir. Çünkü şirke bulaşmış o inanışlar, hala Müslümanların hayatındadır ve yeni tehlikelere gebedir. Bu düzeltilmedikçe, tehlike her daim var demektir.

            ÖZETLE:

            Kur’an, önceki ümmetlerin düştüğü hataları bir bir anlatmıştır. Son kitap olduğundan ve başka nebi gelmeyeceğinden dolayı, Kur’an’a aşırı derecede kulak vermek zorundayız. Zira Kur’an, Muhammed Aleyhisselamın ümmetinden şikâyetçi olacağını bildirmektedir. Ayet şöyledir: “Elçimiz diyecek ki ‘Ya Rabbi, benim halkım bu Kur’an’ı kendilerinden uzakta tuttular.’” ( Furkan, 30)

            Nebimiz şüphesiz bu ayet temelinde, şu sözleri söylemiştir: “Sizden öncekilerin izlerini, kuşkusuz karış karış, arşın arşın takip edeceksiniz. Onlar bir kertenkele deliğine girmiş olsalar, siz de gireceksiniz. Dedik ki; Yahudi ve Hıristiyanlar mı? Ya kim olabilir.” ( Buhari, Sünne, 14)

            Muhammed Aleyhisselamın şu sözlerine, dikkatinizi çekmek isterim:

            “Mahşer günü, ashabımdan bir kesim sol tarafa alınır, ben, ‘Ashabım! Ashabım!’ derim. Allah Teala der ki; ‘Bunlar senin ayrılmandan sonra sürekli geriye gittiler’ Bende salih kul İsa’nın dediği gibi derim.”

            Peki, nedir İsa’nın dediği. Kur’an, İsa Aleyhisselamın da ashabından şikâyetçi olacağını bildirmiştir. Ahiret günü bu şikâyetin ne olacağını Kur’an açıklamıştır. Dolayısıyla Nebimiz de aynı ifadeleri kullanacağını söylemiştir. Şimdi o ayeti veriyorum:

            “…İçlerinde bulunduğum sürece onları görüyordum. Beni vefat ettirince gören yalnız sen oldun. Sen her şeyi görüp gözetirsin. Eğer azap edersen, onlar senin kullarındır. Bağışlarsan şüphesiz sen güçlüsün, doğrusunu yaparsın.” (Maide, 117–118) (Buhari, Enbiya;8)

            Allah Nebilerin ilahlaştırılması konusunda; bizi uyaran, şu çarpıcı ve yakıcı ayeti göndermiştir:

            “Hiçbir insanın hakkı yoktur ki; Allah ona Kitap, doğru bilgi ve Nebilik versin, o da tutsun halka ‘Allah’tan önce bana kul olun’ desin. Onun diyeceği şudur: ‘Kitabı öğrettiğinize ve okuduğunuza göre, katıksız olarak Rabbe kul olun.” (Al-i İmran, 79)

YAZARLAR