1980 yılının 12 Eylül sabahı, “kara bir dönemin başlangıcı”na uyandığımızı henüz bilmiyorduk. Arkadaşlarla, çiftliği kuşatan sulama kanallarından birinin başında toplanmış, oyun kurmanın heyecanını yaşıyorduk. Birden, ellerinde silahlarıyla birkaç asker yanımıza yaklaştı. İçlerinden biri, “Evinize gidin!” dedi. Şaşkınlık içinde birbirimize bakarken, ses bu kez daha sertleşti: “Evinize dedim!”
“Neden?” diye sordu bir arkadaşımız. Askerin yüzü iyice gerildi: “Sokağa çıkma yasağı var. Hadi kaybolun buradan! Yoksa…”
Oysa daha dün, bu askerlere nöbet tutarlarken tel örgülerin ardından su, ekmek uzatıyorduk. Ne olmuştu da böyle düş-manca davranıyorlardı? Evimize döndük… Uzun ve sancılı bir dönemin başlangıcını, çocuk saflığımızla bir sulama kanalının başında karşılamıştık. Sokağa çıkma yasağı, askerin yönetime el koyması, insanların yüzündeki korku, evlerde fısıltıyla konuşulanlar… Her şey bir anda ters yüz olmuştu.
O yıl ortaokula yeni başlamıştık. Evde, sokakta, telefonlarda gizli gizli konuşmalar… Okulda sağcılarla solcuların kavgaları, devrimciler, ülkücüler tartışmalarının üzerinden bir sünger geçmiş ve tüm bunları silip süpürmüştü. Herkes üniformalılardan korkar olmuş, televizyonlarda nutuklar dinleniyordu.
İşte böyle bir dönemde, Erciş Lisesi’ne yeni bir öğretmen atandı. Ortaokul ikinci ve üçüncü sınıfta Türkçe derslerimize girdi. Sonra yıllar geçti. Ne biz onu, ne de o bizi bir daha gördü. Ama insan, bazı izleri unutmuyor. Onu ve diğer öğretmenlerimizi arada arkadaşlarla andık; kimi güzel, kimi hüzünlü anılarla… Yaşar Kemal’in dediği gibi: “İnsanoğlunun belki de en güzel yeri çocukluğudur.” İşte biz de o en güzel yere sık sık ziyaretler yapıyoruz.
Sosyal medya, uzakları yakın edip yakınları uzaklaştırmaya başlayınca, unutamadığımız o öğretmenlere ulaşma fırsatı da doğdu. Böylece, Türkçe öğretmenimiz Niyazi UYAR’la yeniden buluştuk. Bu buluşma, bizi ortak bir noktada birleştirdi: Yazmak.
Niyazi UYAR: Hikâyenin İzinde Bir Öğretmen
Uzun zamandır Niyazi Hoca’nın öykücülüğü üzerine yazmak istiyordum. Ama öğretmeniniz hakkında yazarken eleştirinin dozunu kaçırır mıyım diye hep çekindim. Sanırım yeterince objektif olabildim diye düşünerek önce kendisine sonra da sizlere sunmak istedim yazımı.
Niyazi UYAR, hikâyelerini biçim olarak daha çok “olay hikâyeciliği” üzerine kurgulasa da, anlatımlarında durum hikâyelerine de rastlamak mümkün. Onun kaleminin, dile, yerel ağızlara hakimiyeti, köydeki bir insanın yaşamından şehrin kaosuna uzanan geniş bir perspektife bürünüyor.
Atasözlerini, deyimleri, şarkılardan veya şiirlerden aldığı dizeleri hikâyelerine öyle ustaca yerleştirir ki, o sözcüklere yeni bir anlam yüklenir veya o sözlerin taşıdığı ger-çek anlamı şaşkınlıkla okursunuz:
“Dünya bir tarafa, o bir tarafa, derdin. Şimdi o hangi tarafta Salih Efendi?”
“Uğruna dağlar delerim, kavuşmasam aklımı zail ederim. Vuslatım, dualarımın kabulüdür, derdin.”
Doğayı, doğanın renklerini, tınısını, doğayla iç içe yaşayan insanları iliklerinize kadar hissettiren bir anlatımı vardır:
“…En yukarıdaki kızılçamlar, demircilerin körüğüne kömür üretmek adına meşelerle birlikte yakılmış. Çoluk çocuğun kursağına yiyecek olarak girsin diye. Aşılanan birkaç armut ağacından gayrı, bir de kurumuş eşek dikenlerinin, kenger dikenlerinin gölgesinden gayrı sığınacak bir gölge kalmamıştı.”
Tasvirleriyle bilmediğiniz yerleri, görmediğiniz manzaraları, boş boş bakıp fark etmediğiniz durumları zihninizde canlandırır:
“Birden gökyüzünde renk renk bulutlar patlar. Sonra renk renk bulutlar beyaza döner bir bir. Sonra maviye keser: Yer gök, her yer mavidir. Birden mavi buluttan al bir at çıkar ve kişnemeye başlar.”
“Portre öyküler” ile bir kişiyi size tanıtırken, yaşamın gerçekliklerini bir hikâye örgüsü içinde sunar. Bazen okuduğunuzun bir kurmacadan öte, bir “anı” olduğunu hisse-dersiniz.
Niyazi UYAR hikâyeleri genellikle Hitchcock' un sinemadaki kurgu üzerine söylediği, "gerilim sahnesi" şeklinde veya hikâyecilik diliyle söylersek; "serim, düğüm, çözüm" şeklinde ilerler ve bir sonuca bağlanır. Okuyucu olayın kurgusuna kendisini kaptırıp ilerlemeye, sayfaları çevirmeye ne olacak diye merakla beklemeye başlar. Dil akıcı; yer yer yöresel ağız ile yer yer ise bir edebiyatçının hakim olabileceği güzel bir Türkçe ile ilerler.
Mutlu Son Beklentisi
ve Gerçeklik
Mutlu evliliklere, iyi biten aşk hikâyelerine alışkın olduğumuz için, Niyazi UYAR’ın öykülerinin çoğunun ayrılık veya ölüm gibi sürpriz bir son ile bitmesi okuyucuda hayal kırıklığı yaratabiliyor.
Bu, belki yazarın bir tercihi; belki de hayatın gerçekleriyle yüzleşmemiz gerektiğinin bir hatırlatması. Ama ben, kitabı kapattığımda kahramanları mutlu bırakma isteği duyuyorum.
Niyazi Hoca’dan beklentim, kısa öyküler yerine tek bir solukta okunacak, derinlikli bir roman. Umarım bir gün bu isteğimizi de karşılar.
12 Eylül’ün çocuklarıydık. O sabah sulama kanalının başında askerlere şaşkınlıkla bakan çocuklar, bugün hikâyelerin peşinden gidiyoruz. Belki de edebiyat, geçmişi anlamanın ve geleceği kurmanın en insani yolu. Niyazi UYAR da bize bunu hatırlatanlardan biri.
Not :
Niyazi UYAR'ın Liman Yayınları'nca yayınlanmış kitapları:
"Mavi Yürekli Öyküler"
"Sevdalı Öyküler"
"Okullu Öyküler"
" Bir Fotoğrafın Hatırası"
"Türkiye Yazıları"
H. Suat DELİBAŞ
