Harun DOĞRUYOL


OCAK

"... Veli kapıdan çıkarken kendini büyümüş hissetti. Ocak, ona el vermiş, tılsım hediye etmişti. Bunu sadece insanları iyi etmek için kullanacaktı..."


               Elyesa, arabayı taş duvarın dibine park etti. Anahtarı cebine atarken arabaya şöyle bir baktı. Güzel yanaştırmıştı Allah için. Yeşil boyalı demir kapıyı araladı. “Kimse yok mu” diye bağırdı. İçeriden “Gelin, içer girin” diye, çatallı bir ses duyuldu. İki basamak taş merdiven çıktılar. Kapının iki tarafında at nalı vardı. Eğilerek içeri girdiler. Taş ocaklık, küllü sacayağı ve üstünde isli bir tencere. Nine, tencerenin kapağını bir eliyle kaldırdı, diğer eliyle yemeği karıştırdı. Başının iki tarafından duman yükseldi. Misafirlere doğru döndü. Sarı, yazmasının içinde suratı ufacık gözüküyordu. Veli, ninenin yüzüne baktı, bu kadar kıvrımı ancak ağaç gövdelerinde görmüştü. “Gelin guzularım. Senin oğlan mı? Maşallah maşallah, gocaman olmuş” Nine, Veli’nin yüzünü okşadı, tırtıklı ve sert deri yüzünde dolaşınca Veli ürperdi. “Demek ayağından kemik çıktı ha. Bi bakverem guzum. Tamam olmuş bu, vakıt gelmiş, el vercem şimdi. Tut bakem elimi. Kulhu, elam, felak, nas surelerini içinden oku”

               Babası, dizini dikmiş, elini de dizinin üstüne koymuştu, parmaklarının ucunda dumanı tüten bir sigara vardı. Veli, duaları okurken çevreye baktı. Yer yatağı, kırmızı yorgan, sararmış yastık, tahta yüklük ve yüklüğe bitişik küçük bir banyo kapısı. Köşede bir sandık. Heybeden kirli bir mendil çıkardı nine. Mendilin içinde para büyüklüğünde bir şey vardı. Nine, biraz okudu, biraz üfledi, Veli’nin kollarını sıvazladı. “Bak oğlum bu senin tılsımın gayri.” Tencerenin karasına parmağını dolandırdı, Veli’nin alnına sürdü “Bu iş bize Âdem babamızdan galmadır. Çok möhüm bi şeydir. Kapına geleni boş gönderme. Kimseden karşılık bekleme. Para veren olursa parayı fakir fukaraya dağıt. Yedi hapaz toprağı, yedi köstebek yuvasından al, tükrükle yaralara sür. Yılancık, temrek, siğil, issilik olanlara, al basma, hafakan görenlere bi güzel oku. Kim aydeş ise kemiklerine kemiklerine üfle. Kim felç ise al bu pabucu omuzlarına, dizlerine vur. Kekemelerin ağzına usul usul çarp. Çocuk kusuyorsa, altına işiyorsa ibrikten su dök suyu makasla kes. En son yapçan şey: hastayı yere oturt bıçakla hastanın yanlarını kıy. Bööle bööle, bıçağı vücutta gezdir”

               Şifayı Allah verir

               Şifacı derman bulur

               Âdem babadan beri

               Yapılanı Mevla görür.

               Veli kapıdan çıkarken kendini büyümüş hissetti. Ocak, ona el vermiş, tılsım hediye etmişti. Bunu sadece insanları iyi etmek için kullanacaktı. Rüyada yuvasından çıkan köstebekler ona sırlar verdi. Dibi kara tencereler, şifa bıçakları, tılsımlar çevresinde döndü. Sabahı zor etti. Bütün gün bahçedeki ağaçların dallarını tutup dualar okudu, avludaki taşları bıçak çaldı. Her şey farklı görünüyordu gözüne. Akşama doğru, bahçe kapısını birinin tıklattığını duydu. Hızla yerinden kalktı avluyu geçti, kapıyı araladı. Kapıda öğretmeni duruyordu. Veli, öylece kalakaldı. Kekeleyerek: “Hoş geldiniz öğretmenim” “Hoş bulduk Veli, baban evde yok mu?” “Yok, hayvan pazarına gitti. Bir şey diyecekseniz ben derim” Öğretmen Leyla’yı yanına çekti. Okuldaki herkes Leyla’ya hayrandı. İri yeşil gözleri, bembeyaz yüzü ve saçından çıkarmadığı kirazlı tokası vardı. Veli, Leyla’nın yüzüne dikkatlice baktı. Leyla biraz rahatsız oldu. “Leyla’ya bi şey mi olmuş öğretmenim” “Bilmiyorum bir saattir yüzü kıpkırmızı. Bir şey dokundu galiba, ya da bir böcek falan ısırdı. Bir parpılasa, okuyup üflese baban” “Babam yok” Veli, bir müddet tereddüt etti. Bir şey söyleyecek gibi oldu. Eliyle cebini karıştırdı, tılsımına dokundu. Bir cesaretle: “İsterseniz ben parpılarım” “Sen mi?” “Evet, ben yaparım, el aldım ocaktan” Ben derken içinde bir şeyler kabardı. Yan gözle Leyla’yı süzüyordu. Leyla üzgündü ve pek bir şeyle ilgilenmiyor, kendi ayak uçlarına bakıyordu. Leyla, Veli’nin karşısına oturdu. Veli önce nasıl başlayacağını kestiremedi. Bildiği duaları fısıltıyla okuyor, hangi duanın neresinde kaldığını karıştırıyor, acemice bıçağı gezdiriyordu. Tüküremiyor, tükürüğünü boyuna yutuyordu. Öğretmen, merakla olanları seyrediyordu.

Hafta sonu çabuk geçti. Pazartesi okulun önünde bayrak töreni için bütün okul toplandı. Velinin gözleri Leyla’yı aradı. Leyla önde idi, yüzü görünmüyordu. Sınıflar tek sıra halinde binaya girerken Leyla ile göz göze geldi. Leyla’nın yüzü su gibi berraktı, kırmızılıklar geçmişti. Öğretmen Veli’yi süzüyordu. “Veli, ne yapıyorsun evladım” Bütün sınıf ona döndü. Veli önüne baktı. Defteri ıslaktı. Farkında olmadan tükürdüğünü anladı. Leyla ona tuhaf tuhaf bakıyordu.

YAZARLAR