Prof. Dr. Süleyman Sami İLKER


ONDÖRT GÜNLÜK BÜYÜK İRAN GEZİSİ- 9

9. Bölüm MEŞHED / ORTA HORASAN, (10.06.2023, Cumartesi) TÜRBETİ CAM (Şehir adı) YOLUNDAYIZ


               Dün gece hayli geç yatabildiğimiz için yola çıkış saatini, grubun da isteği üzerine 10.30'da hareket edecek şekilde belirledik. Yaklaşık 2,5 saatlik bir yolumuzun olduğu söylendi.

               Meşhed, "şehit mezarı" anlamında bir ad. İran'ın 2. büyük şehri. Abbasiler ve Nadir Şahın başkenti. İran'ın 31 Ostan'ından (Vilayet / Eyalet) biri. Afganistan ile sınır.

               İmam Rıza'nın mezarı var burada. Yarın ziyaret edeceğiz. Meşhed'in içinde. İmam Rıza, oniki imamlardan 8. olup, Hz. Peygamberin 7. kuşaktan torunudur. İran rejimi burayı dinî bir çekim alanı yapmak için ciddi emek ve para sarf etmiş. Ülkenin içinden ve dışından hayli gezgin / seyyah (turist) çekiyor burası.

               FİRUZE VE HOROZ

               Firuze taşı ile meşhur Meşhed. Bu taşın yüzeyi zamanla yağlı gibi olur, kirlenirmiş. Horoza yuttururlar, parlak olarak çıkarmış, (sağ kalırsa).                              Nasıl bir tecrübe?

               Feriman / Fariman adlı bir kasabadan geçiyoruz, Türbeti Cam yolunda. Burada şeker pancarı yetiştirilir ve bir Şeker fabrikası varmış. Geniş düz ziraat toprakları olan, hayvancılık da yapılan bir bölge. Ama ziraat yapılmayan çorak alanlar da epeyce var.

               11.15 itibariyle, arazi düz yarı çöl gibi, her yer kurumuş kuru bodur ot. Bazı yerlerde seralar da görülüyor kümeler halinde. Uzaklardaki tepe ve dağlar da çırılçıplak. Ağaç hiç yok. Çölün illâ kum tepelerinden oluşması gerekmiyor. İran çok geniş, hemen her yerini gördük bu seyahatimizde. Ama, Afrika, Arabistan'daki gibi kumul çölleri yok. 

               LENGER

               Türk şair, mutasavvuf Kasım Enveri türbesini ziyaret ettik yol üzerinde. (Lenger, 13.30) Etrafta yeni kurulmuş bir Antep fıstığı bahçesi, henüz biçilmemiş kısa boylu buğday tarlaları var. Bahçedeki dut ağacından birkaç beyaz dut koparıp yedik. Meyvesi azdı zaten. 25 km sonra Türbetül Cam'a varacağız. Eserler hep Türk eserleri. 

ŞEYH AHMET CAMÎ / TÜRBETÜL CAM 

(Cami değil, Camlı anlamında. Vanlı gibi) 

               Mutasavvuf. 1400'lu yıllarda Timuriler zamanında yapılmış bu türbe, eser. (15.40) Muhteşem bir eser. Geniş bir avluya giriyoruz. Karşıda 600 yıllık bir taç kapı. Bazı mezarlar var. Önde çok yaşlı bir Antep fıstığı ağacı. 

               Cam : Sakin anlamın bir kelime. Camî: Camlı. Afganistan sınırı 1,5 saat mesafede buraya. 

               Şehre girdik, kısa bir tur atıyoruz. Bölge susuz. Beyaz bir silo şeklinde su deposu var yolun üstünde. Rehberimiz buna "su ambarı" dedi. Gerçi bizim kullandığımız "depo" kelimesi de Türkçe değil ama. Fransızcadan almışız, artık bizim de olmuş. Su deposu Almanlarca yapılmış. Almanların burada ne işi var diyoruz rehberimize. Cevaplıyor;

               2. Dünya Savaşında İran (Pehleviler dense daha doğru olur) Almanya ile ittifak ediyor. Yanlış ata oynamak. Almanlar yenilince İran'ın güneyini İngilizler, kuzeyini Ruslar işgal ediyor. Rıza Şahı indirip çocuk yaştaki oğlu Muhammed Rıza Pehlevi'yi başa geçiriyorlar. Daha kullanışlı olmalı.

               ASKER RESİMLERİ 

               Köşe başlarında, yol üstündeki orta refrüjlerdeki direklerde pekçok genç insan resmi var. Bunlar İran Irak savaşında (1980-1988) bu bölgeden ölen askerler imiş. Bir milyon civarında insanın öldüğü söyleniyor maalesef bu lüzumsuz savaş yüzünden. Batı ve İsrail iki tarafa da (şimdiki ambargonun aksine) milyarlarca dolarlık silah satışı yapıp zengin oldular. Saddam ile İran yönetiminin inadı. Ahmak liderlerin hırsları yüzünden İran ve Irak halkları ve ülkeleri fakirleşti. İki taraftan ölenlerin birçoğu da ne yazık ki Türk idi. 

               Şehirdeki bir kervansarayı görmeye gittik. Ancak memur veya görevliye ulaşılamadı, 15 - 20 dk beklediğimiz halde. Ayrılıyoruz. Araca bindik, bir öğle yemeği sözü oldu konuşulanlar arasında. Hareket etmeden, yakındaki otelin düğün salonuna buyurun, diyor rehberlerimiz. Tekrar inip geçiyoruz. Yağsız pirinç pilavı ve kızarmış piliç. (16.40 aracımız hareket etti)

               Türbetül Cam şehrinden ayrılıyoruz. Hedef, Nişabur. Yaklaşık 3 saat. 

               NİŞABUR YOLUNDA (16.45)

               Yoldaki bir mola yerinde Zerniş, (Kız tuzluğu; Türkçesi) satın aldık bir kilo. Kuşüzümü büyüklüğünde, parlak kırmızı, yuvarlak, yassı bir çeşit kurutulmuş baharat. Pilavlara, salatalara, çorbalara, kısıra konabiliyormuş. Küçük kırmızı üzüm kurusu gibi. Kilosu 80 TL (Haziran 2023). Rehberimiz, son beş dakikada konur yemeğe, pilava ve çorbalara dedi. Daha önce soğuğa yakın ılık su ile yıkanmalıdır, diye de ekledi.

               Nişabur başlangıçta Selçuklu devletinin başkenti idi. Bugün 500 bin nüfuslu. Sıcak bir iklimi var.

FERİDÜDDİN ATTAR, ÖMER HAYYAM VE HASAN SABBAH 

               Feridüddin Attar ve Ömer Hayyam burada yaşayan en ünlü iki kişi. Ömer Hayyam Astronom, Matematikçi. Edebiyat, Müzik ve Şiir ile de ilgilenmiş bir kişi. Selçuklu hükümdarı Melikşah zamanında vezirlik de yapmış. 

               Ömer Hayyam, Hasan Sabbah ve Nizamülmülk aynı zamanda okumuşlar. Hasan Sabbah Maliye bakanı oluyor Nizamülmülk'ün desteği ile. Bir şeye kızarak kinlenir ve Alamut kalesine çekiliyor Hasan Sabbah. Müritlerini haşhaşa alıştırıp, haşhasın etkisi altındaki kişilere gördüklerini cennet olarak tanıtıyor ve sahte Cennet vaadi ile bu katillere siyasi cinayetler işletiyor. Hatta Malazgirt galibi Sultan Alpaslan'ı haşhaşi müritlerinden biri suikastle şehit etmiştir. 

EN AZ ÇABA, EN BÜYÜK LÜTUF (?)

               İslâm coğrafyasında aklını kiraya veren pek çok, dün de bugün de. Kolaydan, kestirmeden, birinin eteğine tutunarak (gizli şirk, gizli başka ilâhlara yönelme), en az çabayla Cennet uman aklını kullanmazlar oldukça, çağdaş Hasan Sabbahlar hep olacaktır. "Düşünün, öğrenin, merak edin, araştırın, okuyun, anlayın" mealindeki inandıkları Yaratan'ın emrine rağmen. Burada tembellik ve gafletimizin sonuçlarına "kader" deyip, bir de sorumluluğu Allah'ın üzerine atmak ne büyük bir laubalilik. (M. Akif'in benzetmesiyle)

               Üniversite yıllarımızın ilk dönemlerinde Mustafa Necati Sepetçioğlu'nun Kilit, Anahtar, Kapı ile başlayıp devam eden Selçuklu tarihinden kesitleri, yazarın muhteşem dizi romanlarında okumuş, öğrenmiştik. Halâ hatırladıkça keyif alır, yazarını hayırla rahmetle anarım. Bu diziyi öğretmenler ve gençler mutlaka okumalı, okul kütüphanelerine de kazandırılmalı, derim. 

               Türk asıllı Feridüddin Attar'in kabrini ziyaret ettik. Attar, ıtır kelimesinden geliyor. "Itır" güzel koku demek. "Attar" koku ile ilgilenen, kokulu şeyler satan demek. Mutasavvıf, şair. Hekim ve eczacı olmasından dolayı Attâr olarak anılır. Sadece mesleği için midir bu Attar sıfatı. Yoksa eserlerini okuyanlarda bıraktığı güzel duygular mıdır bu ismi ( sıfat / lâkap ) almasına sebep?

               Nişabur'da Ömer Hayyam ve Feridüddin Attar' in anıt mezarlarını akşam saatlerinde ziyaret ettikten sonra, düşündük. Şairlerine ve sanatçılarına böyle değer veren İran'ı takdir ettik. Büyük yemyeşil bir parkta, özgün muhtesem mimarili anıt mezarlar.

ŞAİRLERİMİZE NEDEN BÖYLE 

ANITLAR DİKMİYORUZ?

               Bizde Karacaoğlan, Aşık Veysel, Nazım Hikmet, Necip Fazıl, Mehmet Akif, Yahya Kemal, Abdurrahim Karakoç, Arif Nihat Asya, Fuzuli ve daha nice büyük şairimize böyle anıtlar yapmadık. Belki küçük heykelleri olabilir bu sanatçılarımızın. Ama yetmediği belli. Bir yere gittiğimizde orada yaşamış olan şairleri, sanatçıları, hatta devlet ve siyaset adımlarımızı hatırlatacak eserler yok denecek kadar az.

               Batıya dikkatle bakmadık. Doğuyu uzun zamandır hiç merak etmedik. "Zaten onlar" deyip, olumsuz algılarımızla yaşamayı tercih ettik. Rejimler değişir, ama eserler yüzyıllarca kalır. Ancak 20 - 25 m yükseklikte, uzaklardan görülebilen ve insanlarda görme, ziyaret etme arzusu uyandıran özgün, estetik yönü güçlü abidelerden söz ediyoruz. Neden yok?

               Kendi sanatçılarına itibar ve iltifat edilmeyen yerlerde, ülkelerde güçlü sanatçılar nasıl yetişsin ki. Sanatı olmayan toplumların millet olabilmeleri, medeniyet iddiasında bulunmaları hayli zor. Dolayısıyla "mankurt" üretimi -Cengiz Aytmatov'un ruhu şad olsun- için uygun zemin. Aklen ve fikren köle olduğunu dahi fark edemeyecek kadar iğdiş edilmiş zihinler. Var olanların korun(a) maması bu zihniyetin beklenen davranışıdır. Okumuş okumamış olmak da fark etmiyor. 

               NİŞABUR

               Nişabur Meşhed'e 3 saat mesafede. Nüfusu 500bin civarında. Tarihi bir şehir. Orta Horasan vilayetindeki bu şehirler, tarihi ve kültürel olarak İran'dan ziyade Afganistan coğrafyasına daha ait ve benzer olduğu söylendi, tarih hocası arkadaşlarımız tarafından. 

               22.15 gibi Meşhed'e, otelimize dönmek üzere yola çıktık. Ancak ve maalesef 23.30 gibi çok geç saatlerde akşam yemeğini -önümüze konduğu için- yemek zorunda kaldık. İki gecedir otele çok geç, uzunca yollar katederek geldiğimizden, akşam yemekleri böyle çok ileri saatlere kaldı. 

               Mola ve yemekten sonra 00.30 gibi Meşhed'e doğru tekrar yola çıktık. 

               Not : İran coğrafyasında tabii çam ormanına hiç rastlamadık, en azından bizim gördüğümüz yerlerde. Ancak ağaçlandırma alanlarında (meselâ Persepolis), park ve tarihi eser etraflarında eskiden dikilmiş uzun boylu çam ağaçlarına sıkça rastlamamız beni hayli şaşırttı. Neden böyle bir tercih olmuş anlamak istedim ama kimseye de soramadım.

      Selâm ve saygılarımla. (12.07.2023, Manisa)

YAZARLAR