Yaşlı kadın, misafirlerine süt ikram ederken:
- Sizler de gelmeseniz, kapımı çalan olmayacak, diyordu. Beni ne kadar sevindirdiğinizi bir bilseniz…
Kadıncağız, kendisi gibi yaşlanmış ve yıkılmaya yüz tutmuş tek katlı ahşap bir evde oturuyor, eşinin vefatından sonra kendisine bağlanan aylıkla geçinmeye çalışıyordu. Allah bereket versin, zaten pek masrafı olmadığı için o para kendisine yetiyordu. Fakat ihtiyarlıktan da zor gelen ve belini büken ‘yalnızlık’ yok muydu?
Yan taraftaki bakkalın çırağı, her gün pencereyi tıklatıp istediği şeyleri getirmesine rağmen, dükkân sahibinden korktuğu için onunla konuşmaya cesaret edemezdi. Kadıncağız böyle zamanlarda unutulmuşluğunu daha fazla hisseder ve kendisine sık sık uğrayan vefalı misafirlerini beklemeye koyulurdu.
İşte o misafirler yine gelmiş ve ikram edilen süt’ü içmeye başlamışlardı. Yaşlı kadın, onlara her zaman ki yerinde duran sararmış resmi gösterirken:
- Rahmetli eşim, oldukça uzun boyluydu, dedi. Onun yanındaki ise oğlumdur. Bu res mi çektirdiğimizde üç yaşındaydı. Doktor olup yurt dışına yerleşecek ve bir daha bizi aramayacak densey di, kim inanırdı?
Misafirler, her gelişlerinde aynı şeyleri dinledikleri için, yaşlı kadının sözüne pek kulak asmıyorlardı. Kadın, devam ederek:
- Benim yanımdaki kıvırcık saçlı ise, kızımdır dedi. O da zengin bir iş adamıyla evlendikten sonra, nedense anacığına vakit ayıramaz oldu.
Kadının nemli gözleri duvardaki resme takılı kalmış, misafirler ise sütlerini bi tirip ayağa kalkmışlardı. Hep birlikte döşemedeki kırık tahta ların arasından geçerek gözden kayboldular.
Yavru kedicikler, ertesi gün yine misafirliğe gelecek ve ihtiyar kadının verdiği ziyafete katılacaklardı.