Osmanlı'nın yıkılıp Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasının ardından zamanın hükümeti haneden üyelerini yurt dışına sürgün etti. Hanedan üyelerinin Türkiye'ye girişi yasaklanırken akıbetlerinin ne olduğunu sorgulamakta yasaklandı. Bu kapsamda Abdülhamit Han'ın eşi Şefika Sultan ve çocukları Fransa'ya sürgün edildi.
1952 yılına kadar hiç kimse 7 asır dünyaya hükmeden haneden üyelerinin varlığını ve akıbetini sorgulamadı. Anılardan öğrendiğimize göre; Merhum Menderes Başbakanlığı döneminde bir NATO toplantısı için Fransa'ya gittiğinde Büyükelçiyi yanına çağırarak hanedan ailesinin durumunu sordu. Sonrasında olanlar şöyle gelişti;
Merhum Adnan Menderes, 1952 yılında NATO toplantısı için Fransa’ya gider.
Bir ara Paris (Fransa’daki Türk) Büyükelçisini yanına çağırarak;
– “Osmanoğulları ailesinin Paris’te yaşıyor olması gerek. Bunlar ne yer, ne içer, ne ile geçinir?” diye sorar.
Büyükelçinin hanedan hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığını gören Menderes, büyük bir hayıflanma içerisinde :
– “Sana 24 saat mühlet! Ya Osmanlı ailesinin adresi ile ya da istifanla gelirsin” der. Bir müddet sonra büyükelçi adresle gelir.
Hanedanın ziyaretine giden Menderes, gördükleri karşısında çılgına döner.
Devlet-i Âliye’nin ulu Hakanı Sultan Abdülhamid Han’ın, 80 yaşındaki hanımı Şefika Sultan, 60 yaşındaki kızı Ayşe Sultan ve diğer Osmanlı hanımları, Paris yakınlarında bir bulaşıkhanede Fransızların bulaşıklarını yıkamaktadırlar.
Menderes gözyaşlarını tutamaz. Şefika Sultan’ın ellerine sarılır ve :
– “Anne ne olur affet bizi, geç geldik” der.
Ayşe sultan sürgünden otuz yıl sonra gördüğü bu vatan evladına :
– “Sen kimsin”? diye sorar. Menderes de :
– “Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanıyım” der.
– “Ben başbakanım” sözünü duyan koca sultan, sevinçten öyle bir çığlık atar ki, kalbi duracak gibi olur, bayılır.
Menderes Türkiye’ye döner dönmez, doğruca Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a çıkar.
– “Osmanlı hanımlarını bulaşık yıkarken gördüm. Onların Türkiye’ye dönmeleri için af kanunu çıkaracağım“ der. Celal Bayar da :
– “Adnan Bey sus! Sakın bu konuyu bir daha başka yerde açma, malum gazeteler tahrikiyle, silahlı kuvvetlerin içindeki cunta Türkiye’de ihtilâl yapar” der.
Menderes cebinden çıkardığı bir mektubu masanın üzerine bırakarak dışarı çıkar.
Mektupta şunlar yazılıdır :
– “Analarının ve babalarının Fransa’da hizmetçilik yaptığı bir ülkenin başbakanı olmaktan utanç duyuyorum, istifamın kabulünü arz ederim.
Adnan Menderes.”
Menderes’in istifadan vazgeçmesi için epeyce uğraşılır ve hanedan hanımlarının yurda dönmelerine izin verilmesi şartıyla, Menderes istifadan vazgeçer.
Bu ve buna benzer birçok anı günümüze kadar anlatılagelmiştir.
Geçen hafta Allah Mısır’a ziyaret etmeyi nasip eyledi. Görünüşte Osmanlı’dan günümüze idari olarak bir şey kalmamış. Sadece tarihi yıkılmamış ve biraz tahrip edilmiş birkaç eser kalmış. Kahire Kalesi’ndeki Kavalalı M.Ali Paşa Camii bütün haşmetiyle ayakta duruyor. Sadece Mısır halkına değil adeta Afrika halkına gücümüzü ve ihtişamımızı anlatıyor.
Üzücü olan bu kadar muhteşem eser ibadete kapalı. Sadece bir köşede 5 - 10 kişi namaz kılabilecek kadar bir iki yolluk atılmış. Caminin içinde ayakkabı ile bayanlar başları açık dolaşıyor. Üzüldüm, adeta beni kurtarın, eski haşmetime döneyim diye adeta yalvarıyor. İçeride dünyanın birçok yerinden turist gördüm. Kırgızistanlı gençler ile tanıştık, Türkçe konuşmak ise apayrı bir duygu yaşattı. Binlerce kilometre öteden gelip aynı dili konuşan soydaşlar ile karşılaşmak beni heyecanlandırdı. Hatıra fotoğrafı çekildik, bana telefon numaralarını verip Kırgızistan’a davet ettiler. Nasip…
Menderes’in Fransa’daki hanedan yakınları için af çıkarttığı gibi yurt dışındaki eserlere de sahip çıkacak, asli görevini yaptıracak bir lidere ihtiyacımız var. Dileğim ecdadımızın bu eseri adeta bir Türk mührü olarak kıyamete kadar orada yaşamasıdır.