MCBÜ Demirci Eğitim Fakültesi Öğr. Gör. Şaban ÇETİN


“Pencere…”

"...Sonsuzluğa açılan pencereler, nereye açılır?..."


                Keyfi yoktu.

                Masasından kalktı.

                Yan duvardaki kitaplığa yöneldi.

                Eric Smadja’nın “Gülmek” kitabını usulca çekti aldı.

                Hızlıca göz gezdirdi.

                Rastgele bir sayfa açtı.

                Açılan sayfayı okumadan ayracı yerleştirdi.

                Dışarıya seyretmek geldi içinden.

                Elinde kitap, pencereye yöneldi.

                xxx.

                Camın önünde iki kumru içeriyi gözetliyor.

                Ürkek ürkek oynaşıyorlar.

                Kanatlarını gerip gerip, yelpaze gibi salladılar bir müddet.

                Kumrular gibiydiler.

                Camın gerisinde bir karaltı fark edince, akasyalara süzüldüler.

                Dallarında salındıktan sonra elektrik tellerini mekân tuttular.

                Cama bakıyorlardı.

                Onlar mıydı, acaba.

                Yuvadan uçmuşlardı geçen yıl. Yuva dediğin de hepi topu birkaç çırpıydı.

                Ne kadar da zordu onlar için.

                Hazıra alışmışlardı bir kere, tembeldiler.

                Anneleri yiyecek getirmeyi kesmişti.

                Ağızlarını boşuna açıyorlardı.

                Bütün kuşlar ilk dallara konacaktı çaresiz.

                Mecburdular buna.

                Kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenmeleri lazımdı.

                Etrafı kolaçan eden, yürekceğizi körüğe dönmüş anne direkte.

                Kediler aşağıda oyalanıyor.

                xxx

                Onlar mıydı acaba?

                Kim bilir, belki de değildi.

                Bir kırlangıç grubu daha içerde neler oluyor merakıyla birkaç kez pencere önünde sorti yaptı geçti.

                xxx

                Dışarıda.

                Kırlangıçlar özgürce süzülüyor, kumrular hâlâ pencereye bakıyorlardı.

                Kuşlar kim bilir ne düşünüyordu, ürktükleri karaltı hakkında.

                Kitabı kapattı.

                Pencereye iyice yaklaştı, sanki ilk kez görüyormuş gibi çerçeveye göz gezdirdikten sonra,  camdan “dışarıya” baktı.

                Bahar havası.

                Günlük güneşlik bir gün.

                İnsan yapımı her şey donmuş.

                Bir sürü soru sökün etti zihnine.

                Dışarı neresiydi. Pencere dışarıya mı açılır, içeriye mi?

                Oradan dışarısı mı seyredilir, içerisi mi?

                İnsan neden yakın olmak ister oraya?

                Orada bekleyenler mi, beklenenler mi daha mutlu?

                Önünde ne işimiz olabilir?

                Sonsuzluğa açılan pencereler, nereye açılır?

                Peş peşe geliyordu sorular.

                Penceresiz evler, odalar.

                Penceresiz kafalar, ışıksız, havasız, sessiz…

                Çok şükür dedi, en azından bakacak  bir pencerem var.

                xxx

                Elindeki kitabı sehpaya koyup, usulca pencereyi aştı.

                İçeriye taze hava hücum etti.

                Ciğerlerine kadar çekti yarı kirli şehir havasını.

                Dikkatlice baktı dışarıya. Parçalı bulutlu,  mutedil bir hava.

                Sokak donuk.

                Birkaç kedi köpek,  açık çöp konteynırında yiyecek arıyor. Biraz ötede saksağanlar.

                Ciğercinin kedisini hayal etti

                Daldı gitti. Uzaklara.

                xxx

                Daha uzaklara. Kent dışına. Ötelere…

                Bahar dedi.  Bu sene insansız geldi.

                İnsana gerek var mıydı,  gelmesi için?

                İnsana bağlı değildi ki dört mevsim.

                İnsan mevsimlere bağlıydı.

                Uzaklarda, her şey yolundaydı. Biliyordu. Hayal edebiliyordu

                Dağlar, vadiler, yamaçlar körpe bir hayata uyanıyor hissediyordu.

                Kelebekler, kuş cıvıltıları, dere şırıltıları…

                Köpük köpük erikler, gelincikler, papatyalar, erguvanlar

                Şırıl şırıl çoban çeşmeleri başında… ıslak sakallı keçi sürüsü.

                Kaplumbağalar tokuşuyor. Yaşam coşkusu, çam kokusu…

                Şimdi hepsi oradalar.

                Her zaman oldukları yerde. Oradalar.

                Biliyordu.

                Hayal edebiliyordu.

                xxx

                Doğayı, baharı, daha öteleri düşünmek gerginliğini aldı biraz.

                İçeriye ışık girdi. Hava girdi. Hayal girdi.

                İyi gelecek bu pencere bana, diye mırıldandı.

                Yeter ki taze dağ havası gelsin dursun!.

                Göğü, görebildiği kadarıyla bir kez daha ağır çekim taradı, parmaklarıyla çerçevesini okşayarak  usulca kapattı pencereyi.

                Dilinde Cahit Sıtkı şiiri, masasına döndü.

                “Ne doğan güne hükmüm geçer,

                Ne halden anlayan bulunur;

                Ah aklımdan ölümüm geçer;

                Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.

                Ve gönül Tanrısına der ki:

                - Pervam yok verdiğin elemden;

                Her mihnet kabulüm, yeter ki

                Gün eksilmesin penceremden!”

YAZARLAR