Ahmet İNCE


PEYGAMBER Mİ? NEBİ Mİ? RESUL MÜ?

"...Asırlardır süren ve bugün de devam eden bir çarpıklığı yaşıyor Müslümanlar...."


        Son iki hafta kaleme aldığım, Nebimiz Muhammed Aleyhisselamın vefatıyla ilgili yazılar geniş ilgi gördü. Hâlâ hayret verici ve merak edici sorular alıyorum. O yazıları niçin yazdım. Bu yazıyı kaleme almak için.

        Asırlardır süren ve bugün de devam eden bir çarpıklığı yaşıyor Müslümanlar. Öncekilerin düştüğü çukura yuvarlanan ümmet, Nebi Muhammed’i tarihi gerçekliğinden ve hayatın içinden koparmıştır. Onu ilahi bir kült haline getirerek, Mekkeli müşriklerin itirazını geçerli kılmıştır.

        Dünden bugüne şanlı Nebi, Müslümanlar için ne ifade ediyor?

        Savaşlarda ön safta savaşıyor. İktidar ve güç sahiplerinin rüyasına giriyor. Ahirette şefaat ediyor. Cennetin bütün kapıları kendisine açıldığında; ümmetim girmeden içeriye girmem diye, Allah ile pazarlık yapıyor. Miraç’ta 50 vakit namazı, pazarlık yapa yapa 5’e indirip ümmetine hediye ediyor. O olmasaydı, Allah bu âlemleri yaratmazdı deniyor. Kimisine göre sonsuz nur, kimisine göre çöle inen nur oluyor. Bütün nebilere başkumandanlık görevi yapıyor. Kimisine el veriyor, kimisine mühür. Hâlâ belirlenememiş doğum gününde kutlamalar eda edilip, kandiller icat ediliyor. Kurban bayramlarında ümmetten paralar toplanıp, adına kurbanlar kesiliyor…

        Hangi birisini sayayım. Bu Nebi, Kur’an’ın anlattığı Nebi değildir.

        Hayatın içinden ve Kur’an’ın gerçekliğinden kopartılmış bir Nebi inanışıdır bu.

        Aslında şaşılacak bir durum yok ortada. Kur’an’ı kendisinden uzaklaştıran ümmet, aynı şekilde Nebiyi de kendisinden uzaklaştırmıştır. Kur’an önceki ümmetlerin hikâyesini anlatırken; örnekler vermiş, benzer hatalara düşülmemesini istemiştir.

        Şu ayete kulak verelim.

        “(Ey insanlar) Rabbinizden size indirilene (Kur’an’a) tabi olun. Sakın ondan başka bir veliye (rehbere) tabi olmayın. (Lakin) Çok azınız bu öğüdü tutuyorsunuz.” (A’raf, 3)

        Peki, ümmet bu çukura nasıl yuvarlandı?

        Kur’an’da elçiler için üç tanımlama yapılır. Birincisi Nebi, ikincisi Resul, üçüncüsü ‘hem Nebi hem Resul’. Kur’an’da asla ‘peygamber’ lafzı geçmez. Arapçada da bu lafız yoktur, Türkçede de yoktur. Meal ve tefsirlerde nebi ve resul karşılığı olarak, hep Farsça ‘peygamber’ lafzı kullanılmıştır. Kur’an Muhammed Aleyhisselama; bazen ‘Nebi’, bazen ‘Resul’ hitabıyla seslenmiştir. Peki Neden?

        Hâlbuki Nebi ve Resul kavramlarının, kendi başına muhteşem anlamları vardır. Bunları bilmeden, Muhammet Aleyhisselamın nebiliğini ve resullüğünü idrak etmek mümkün değildir. Meal ve tefsirlerde hepsine peygamber anlamı verilmesi; beraberinde yozlaşmayı getirmiş, neticede Şanlı Nebimiz, bir ütopya ve kült haline sokulmuştur.

        Şu görüşlere dikkat kesilmek gerekir:

        “Aslında nebi ve resul hakkındaki ayetler, izaha muhtaç değildir. Zaten açık ve nettir. Ama ayetlerdeki nebi ve resul kelimeleri, Kur’an’da hiç bulunmayan bir kelime (peygamber) ile tercüme edilince, ne yazık ki Kur’an’ın bu apaçık ayetleri gölgelendi. Oysa ne Kur’an’da, ne de Türkçe’de, böyle bir kelime yoktu!

        Buna rağmen nebi ve resul kelimesinin her ikisi de, meallere ‘peygamber’ şeklinde aktarıldı. Böyle olunca, ilgili ayetler gölgelendi. Kur’an’ın nebi ve resul kelimelerine yüklediği muhteşem farklar ortadan kalktı. Allah’ın apaçık ayetleri, muğlak (müphem) hale getirildi. Nebi Muhammed ile Resul Muhammed arasındaki farklar görülemedi.

        Bu durum; sadece Türkçe meal-tefsirler için değil, Arapça tefsirler içinde geçerliydi. Böyle olunca ihtilâflar çıktı. İhtilâflarımız çözülemedi. Çünkü Kur’an, bu gölgeleme nedeniyle anlaşılamadı.” (Bkz, Prof. Dr. Zeki Bayraktar, Kur’an ve Sünnet ama Hangi Sünnet, sf:17)

        Nebi kelimesi,’haber veren’ ve ‘değeri yükseltilmiş’ anlamındadır. Allah elçi yapacağı ve seçtiği insana önce haber verir. Dolayısıyla haberi alan Allahın Nebisi olur. Eğer Allah, haber verdiği Nebisine, bunu insanlara duyurma görevi verirse, bu defa Resullük görevi yüklemiş olur. Resul kelimesi de; ‘vakur halde yürümek’ ve ‘gönderilen kişi’ anlamına gelir. (Geniş bilgi için bkz, Müfredat, Ragıp El Isfahanı, Nebi bölümü)

        Resuller, ancak tebliğ edicidir. Bu görevi yaparken, ne bir eksik ve ne bir fazla söylerler. Resul yönüyle yanılmazlar ve hata yapmazlar. Allah’ın koruması altındadırlar. Bu yüzden Kur’an; onlara itaati ve iman etmeyi, hep “Resule iman” şeklinde emretmiştir. Nebiye itaati emreden, hiçbir ayet yoktur Kur’an’da. Zira Kur’an; ayetlerini “Şerefli bir Resul’ün sözü” olarak duyurmuştur.

        Nebiler hata yapabilir. Yanılabilirler. Nitekim Kur’an’da Muhammed Aleyhisselama yapılan sert uyarılar, hep “Ey Nebi” hitabıyla söylenmiştir. Nebilik yönüyle Muhammed Aleyhisselama yapılan itirazlar da bilinen bir gerçektir. Mesela; Zeyd karısını boşamak istediğinde, Nebi Muhammed buna karşı çıkarak, “Eşini boşama, Allah’tan kork” demiştir. Buna rağmen Zeyd, onun emrine itaat etmemiş ve karısını boşamış ve asla kınanmamıştır. (Ahzap, 37)

        Kur’andaki bu muhteşem nebi-resul ahengi, şu ayetlerde apaçık ortaya çıkar. Her Nebi, Resullük için görevlendirilir ve kendilerinden sağlam bir söz alınır. Şimdi bu iki ayete dikkat kesilelim:

        “Hani biz Nebilerden söz almıştık. Senden, Nuh’tan, İbrahim’den, Musa’dan ve Meryem oğlu İsa’dan da. Evet, biz onlardan çok sağlam bir söz aldık.” (Ahzap, 2)

        “Allah’ın Nebileri için farz kıldığını yapmada onlara bir güçlük/vebal yoktur. Bu öncekiler için de geçerli olan Sünnetullahtır. O, (Nebiler) ki Allah’ın risaletini de tebliğ ederler ve Allah’tan korkarlar. Ve O’ndan başka kimselerden de korkmazlar. Hesap görücü olarak Allah (herkese) yeter.” (Ahzap, 38-39)

        Resule itaati emreden ayetlere bir bakalım:

        “Allah ve Resulüne itaat edin. Umulur ki merhamet olunursunuz.” (Al-i İmran, 132) “Allah’a itaat edin. Resulüne de itaat edin ve sakının..” (Maide, 92)

        “Ey iman edenler! Allah’a ve Resulüne itaat edin, işittiğiniz halde Ondan yüz çevirmeyin.” (Enfal, 20)

        Allah’ın Kur’an’da, Muhammed Aleyhisselamı uyardığı ayetlere bakalım ve ne şekilde hitap ettiğine dikkat edelim:

        “Hiçbir NEBİ, savaş meydanında düşmanı iyice yere sermeden esir alamaz… Allah’ın bu yazgısı olmasaydı aldığınız esirlerden dolayı size ağır bir azap dokunacaktı.” (Enfal,67–68)

        “Hiçbir NEBİ’YE ve Mü’mine, cehennemlik olduğu belli olan müşrikler için af dilemek, velev ki akrabaları olsun yakışmaz.” (Tevbe, 113)         “Ey NEBİ! Neden Allah’ın helal kıldığını, eşlerinin rızasını kazanmak için kendine haram kılıyorsun.” (Tahrim, 1) “Ey NEBİ! Allah’tan kork, kâfirlere ve münafıklara itaat etme…” (Ahzab, 1–2)

        “Ey NEBİ! Eşlerine de ki eğer Allah’ı ve Resulünü ve ahiret yurdunu diliyorsanız...” (Ahzab, 28–29)

        Kur’an önceki Nebilerin de bazı yanılgılarını bildirmiştir: Âdem’in cennetten kovulması, Nuh’un iman etmeyen oğlu hakkındaki sözü üzerine uyarılması, Harun’un Musa’nın ardından sapıtan kavmini uyarmaması, Davut’un bir haksızlığa meylettiği için uyarılması, Süleyman’ın aşırı mal sevgisi yüzünden bağışlanma dilenmesi, Musa’nın kasıt olmaksızın Mısırlı bir Kıptiyi öldürmesi, Yunus’un öfkeli bir şekilde kavmini terk etmesi gibi olaylar, Kur’anda geniş biçimde anlatılmış ve uyarılar hep ‘NEBİ’ hitabıyla yapılmıştır.

        Asırlardır devam eden klasik anlayış şu şekildedir: “Bazı peygamberler Nebi, bazıları ise Resul’dür. Kitap Nebilere değil, Resullere verilmiştir.” Bu görüş bugün de hâlâ geçerlidir. Ancak Kur’an’a tamamen aykırıdır.

        Çünkü Allah, Kur’an’da her Nebi’ye kitap verildiğini söylüyor: İlgili ayetlere bakalım:

        “İnsanlar tek bir ümmet idi. Allah müjdeci ve uyarıcı NEBİLERİ ve onlarla birlikte hak kitapları gönderdi” (Bakara, 213)

        “Biz Allah’a ve bize indirilene inandık deyin. Ve İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve onların torunlarına indirilene, Musa ve İsa’ya verilenlere ve Rablerinden NEBİLERE verilen (kitaplara da)” (Bakara, 136)

        Dolayısıyla her Nebi, aynı zamanda Resul’dür. Ve her Nebi’ye kitap verilmiştir. Ayetler bu konuda şöyledir:

        “Kitap’ta Musa’yı da an. Gerçekten O ihlâs sahibi idi ve NEBİ RESUL idi.” (Meryem, 51) “Kitap’ta İsmail’i de an. Gerçekten O, sözüne sadıktı ve NEBİ RESUL’dü” (Meryem,54)

SONUÇ:

        Asırlarca Kur’an’daki nebi ve resul kavramlarının hassasiyeti ve anlam gücü hiçe sayılarak, tek bir Farsça kelimeye (peygamber) çevrilmiş, anlamada büyük bir yıkım yaşanmıştır.

        Bu yüzden Muhammed Aleyhisselam; tarihi gerçekliğinin ve Kur’an bütünlüğünün içinden çıkarılmış, ilahi bir kült haline getirilmiştir. Bu durum facialara yol açmış, onun yerini birileri alarak şirke kapı aralamıştır.

        Muhammed Aleyhisselama itaat etmek demek, tebliğ ettiği mesaja iman etmek demektir. Yani Resule itaat budur. Onun Nebilik yönüyle itaate ihtiyacı yoktur. Sakal bırakmakla, misvak kullanmakla, mevlit okutmakla, kandil düzenlemekle Muhammed Aleyhisselama itaat edilmez.

        Zira Resullerin üç görevi vardır. Müjdeleyicidirler, uyarıcıdırlar. Bu ikisi dünya hayatındadır. Üçüncüsü, şahittirler. Şahitlikleri Ahiret gününde gerçekleşecektir. Zira ümmetler, Resullerinin şahitliğinde hesaba çekilecektir. Yani Resul’un tebliğ ettiğine ne kadar uydular, ne kadar uymadılar.

        Bu yüzden Muhammed Aleyhisselam; bir melek değil, insandır. Allah onu haberdar ederek, bir unvan vermiştir. Yani Nebi olmuştur. Ve Allah onu, aldığı haberi, vermekle görevlendirmiş ve Resul yapmıştır.

        O, yalnızca tebliğ edicidir. Kimseyi hidayete erdirici, kimseyi de yoldan çıkarıcı değildir. Allah Ona bu yetkiyi vermemiş, yalnızca tebliğ et demiştir. Muhammed aleyhisselam, bu Kur’an gerçeğinin dışında birisi değildir.

        Şu ayetle bitiriyorum:

        “De ki; Doğrusu ben size ne zarar verme ne de fayda sağlama gücüne sahibim.

        De ki Gerçekten Allah’a karşı beni kimse himaye edemez. Sığınacak O’ndan başka kimse de bulamam. (Benim yaptığım) sadece Allah’tan gelenleri, Onun gönderdiklerini tebliğ etmektir. Kim Allah ve Resulüne isyan ederse onun için ölümsüz ve ebedi bir cehennem ateşi vardır.” (Cin, 21–23)

YAZARLAR