Vaiz Muharrem DEMİR


RIZIK Allah’tan Gelen Nimet

"...Rızkı verenin ve dağıtanın yalnızca Allah olduğuna inanan mümin, başkasının sahip olduğu nimetlerden dolayı kıskançlık duymaz ve başkasına verilen faziletler sebebiyle mutsuz olmaz..."


               Abdullah b. Ömer, babası Hz. Ömer ile Sevgili Peygamberimiz’i (sav) buluşturan hatıralarından birisini şöyle anlatır:

               Allah’ın Elçisi (sav) bir gün Ömer’in (ra) ü-zerinde beyaz bir elbise görür. “Bunu yeni mi aldın, yoksa yıkandı mı?” diye sorar. “Yok” der Ömer (ra), “Yıkandı da ondan böyle görünüyor yâ Resûlallah.” Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz (sav) şöyle dilekte bulunur: “Yeni elbiseler giyesin, hamdederek yaşayasın ve şehit olarak ölesin. Ve Allah seni dünyada ve âhirette göz aydınlığı ile rızıklandırsın.” ( İbn Mâce, Libâs, 2;)

               İnsanı en güzel şekilde yaratan Yüce Allah, ona duyması için kulaklar, görmesi için gözler ve bir de kalp vermiştir. Hayatı boyunca ihtiyaç duyduğu maddî ve mânevî her şeyi onun hizmetine sunmuş ve dünyayı onu hoşnut edecek türlü nimetlerle donatmıştır. Yeryüzünü onun için bir yerleşme yeri, gökyüzünü de sağlam bir kubbe yapmıştır. “Güneş” diye isimlendirilen alev alev yanan bir kandille dünyayı aydınlatıp ısıtmıştır. Yeryüzünü dengede tutması için heybetli dağlar yerleştirmiş, bu dağları çeşitli renklerle süslemiş ve içlerine değerli madenler gizlemiştir.

               Doğal güzelliklerinin yanı sıra yön bulmayı sağlayan nehirler, yollar, yıldızlar ve daha nice işaretler var etmiştir. Güneş, ay ve yıldızlarla beraber gece ile gündüzü de insanın hizmetine vermiştir. Öyle ki gece, uyuyan insan için bir örtü olmuş, gündüz vakti ise çalışmaya ayrılmıştır. Kiminin suyu tatlı kimininki de tuzlu ve acı olan denizleri de insan için yaratmıştır. Üzerlerindeki suları yara yara giden dağlar misali yüksek gemiler ise insana ulaşım imkânı sunar. Rahmân olan Allah hayat kaynağı olan suyu indirmiştir, belirli bir ölçüyle. Gökten gelen bu rahmet, insanlar ve hayvanlara içecek olur. Ölü toprağa can vererek aşılayıcı rüzgârın da yardımıyla bin bir türlü ekin bitirir.  Üzüm bağları, sebzeler, zeytin ve hurma ağaçları, iri ve sık ağaçlı bahçeler, meyveler, çayırlar... ve insanlarla hayvanların yiyeceği daha pek çok şey hayat bulur toprakta.

               Sıcaktan koruyan gölgeler ve elbiseler, savaşta giyilen giysiler ve dağlardaki barınaklar da Rahmân’ın kullarına hediyesidir. O, huzur ve dinlenme mekânı olan evleri; tüyünden, yününden, kıllarından, etinden ve sütünden yararlanmak üzere hayvanları yaratmıştır. İnsanın bakmaktan zevk aldığı bu hayvanlar, aynı zamanda onun taşımaya güç yetiremeyeceği yükleri çok uzaklara götüren birer yardımcıdır. Allah’ın bahşettiği atlar, katırlar ve merkepler ise, bazen insanlar için binek, bazense yeryüzünü süsleyen birer ziynettir.

               İnsana sağlanan bütün bu imkânlar “nimet” olarak adlandırılır. Ancak sadece bunlar değildir nimet. Kişinin hayat arkadaşı olan eşi, yaşamına anlam kazandıran ve neşe katan çocuklarıyla torunları da ilâhî nimetlerdendir. Bebekken aldığı ilk nefesinden başlayıp, yemeyi öğrendiğinde ağzına koyduğu ilk lokmaya, yürümeyi öğrendiğinde attığı ilk adıma, konuşmayı öğrendiğinde söylediği ilk kelimeye kadar insana sunulan her güzelliğin adıdır nimet. Bazen bir bilgi olur nimet; kişiyi doğruya götüren. Bazen bir sevgi olur nimet; insanları birbirine bağlayan. Bazen bir namaz olur, kulu Rabbine yaklaştıran. Farkına varamasak da sağlık ve boş vakit de nimettir bizim için. Kısacası nimet, Allah’ın kuluna maddî ve mânevî her türlü yardımıdır. Nimet maddî ve somut şeyler olabileceği gibi, mânevî ve ilâhî de olabilir. Nimet bazen darda kalan müminlerin gönlüne doğan huzur ve güven duygusu, bazen de onları destekleyen melek ordusudur.

               Sadece insanların değil, yeryüzündeki tüm canlıların rızkı Rezzâk olan Allah’a aittir. O sadece inananlara değil, kendisini inkâr edenlere, hatta kendisine iftira edenlere de bol bol rızık verir. Peygamberimiz, Rahmân’ın bu özelliğini şöyle dile getirmiştir: “Duyduğu incitici sözlere karşı Allah’tan daha sabırlı davranabilen kimse yoktur. O’na ortak koşarlar, çocuğu olduğunu söylerler. Ama Allah onlara afiyet vermeye ve onları rızıklandırmaya devam eder.”(Müslim, Sıfâtü’l-münâfikîn, 49.) ve ne kadar harcasa da O’nun hazinesi asla tükenmez. Resûlullah bunu bir benzetmeyle insanlığa şöyle açıklamıştır: “Allah’ın eli doludur. Gece gündüz yaptığı cömertçe lütuflar, O’nun elindekileri tüketmez. Gökleri ve yeri yarattığı günden beri neler verdiğini görmüyor musunuz? (Bütün bu verdikleri) Allah’ın elindeki hiçbir şeyi eksiltmemiştir.”; “O’nun arşı, suyun üzerindedir. Diğer elinde de terazi vardır (âdildir). O, kimine az verir, kimine de çok verir.”( Buhârî, Tevhîd, 19.) Kur’ân-ı Kerîm ise, şu âyetle işaret etmiştir Rahmân’ın nimetlerinin sonsuzluğuna: “O size istediğiniz her şeyden verdi. Allah’ın nimetlerini saymaya kalkışsanız sayamazsınız.” (İbrâhîm, 14/34) Ancak insan için en önemli nimet, doğruyu görmesi, Hakk’a yönelmesi, hidayete ermesi, Allah’a imanla tatmin olmasıdır. Allah’ın rızasını kazanarak cennetine girmesidir ki, orada tasavvurların çok ötesinde, eşsiz güzellikte nice nimetler kendisini beklemektedir.

               “Rızık”, nimete göre daha özeldir. Dünya üzerine serpiştirilmiş bulunan nimetlerden kişinin payına düşendir. Bireyin çalışıp elde ettiği, giyip eskittiği, boğazından geçip istifade ettiğidir rızık. Allah’ın kişiye özel olarak sunduğu her türlü nimettir. Kur’ân-ı Kerîm’in pek çok âyetinde rızkın sahibinin kendisi olduğunu vurgulayan Allah Teâlâ, geçim kaygısından dolayı çocuklarını öldüren câhiliye Araplarına şöyle seslenmiştir: “Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da, sizi de biz rızıklandırıyoruz...”(İsrâ, 17/31;), “Başlarınız hareket ettiği (yaşadığınız) sürece rızık konusunda ümitsizliğe düşmeyin. Çünkü şüphesiz annesi insanı, kıpkırmızı ve çıplak olarak doğurur. Sonra Yüce Allah ona rızık verir.”( İbn Mâce, Zühd, 14.) diyen Resûlullah da rızkı verenin Allah olduğuna dikkatleri çekerek, inananlara bu konuda endişe etmemeleri gerektiğini bildirmiştir. Ayrıca Peygamber Efendimiz adalet terazisinin Rahmân’ın elinde olduğunu, böylece yarattığı nimetlerden her-kesin alacağı payı da yine O’nun belirlediğini ifade etmiştir. Nitekim, “Allah dilediğine rızkı bol verir; dilediğine de kısar.”( Ra’d, 13/26;) diyen Yüce Allah, “Dünya hayatındaki rızıklarını/maişetlerini aralarında biz paylaştırdık.” (Zuhruf, 43/32.) buyurarak, dünya nimetlerini kulları arasında kendisinin bölüştürdüğünü açıkça kaydetmiş, bu nedenle âyetlerinde, inananların başkalarına verilen nimetlere göz dikmemeleri gerektiğini bildirmiştir: “Allah’ın, sayesinde kiminizi kiminize üstün kıldığı şeyleri arzu edip durmayın. Erkeklere kazandıklarından bir pay vardır; kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır. Allah’tan, onun lütfunu isteyin. Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla bilendir.”( Nisâ, 4/32.) ve onları kendileri için daha hayırlı ve kalıcı olan âhiret rızkının peşine düşmeye çağırmıştır. Hz. Peygamber de inananlara, daha iyi durumda olanlara bakıp hayıflanmak yerine, daha muhtaç olanlara bakıp eldeki nimetin değerini bilmenin daha yerinde olacağını şöyle ifade etmiştir: “Sizden aşağıda olanlara bakın; yukarıda olanlara bakmayın. Bu, Allah’ın (size verdiği) nimetleri küçümsememeniz bakımından daha uygun olur.”( Müslim, Zühd, 9.)

               Rızkı verenin ve dağıtanın yalnızca Allah olduğuna inanan mümin, başkasının sahip olduğu nimetlerden dolayı kıskançlık duymaz ve başkasına verilen faziletler sebebiyle mutsuz olmaz. Yeryüzündeki nimetlerden bolca yararlanmak ve rızkı olabildiğince çok elde etmek için yapması gereken tek şeyin Allah’ın helâl kıldığı yollarda çalışmak ve sonra da tevekkül etmek olduğunu bilir. Allah’ın Resûlü (sav) de bu durumu kuşların durumuna benzetmiş ve şöyle buyurmuştur: “Eğer siz Allah’a gerçekten güvenip tevekkül edebilseydiniz, kuşları rızıklandırdığı gibi sizi de mutlaka rızıklandırırdı: Kuşlar sabah karınları açlıktan çökmüş olarak yuvalarından çıkarlar, akşam karınları doyup şişmiş olarak evlerine dönerler.”(Tirmizî, Zühd, 33.)

               Resûlullah, “Kesinlikle hiç kimse kendi el emeğinden daha hayırlı bir yemek yememiştir.” (Buhârî, Büyû’, 15.) buyurarak helâl lokmanın önemine vurgu yapmıştır. Zira rızkı veren Allah’tır, ancak rızık kazanmak için çaba sarf edecek olan insandır ve insanın bu çabası helâl yollardan olmalıdır. Ayrıca Resûlullah, birtakım güzel davranışları yerine getiren müminin rızkının bereketleneceğini bildirmiştir. Örneğin akrabalık ilişkilerine önem vermenin kişinin rızkını bollaştıracağını söylemiş, günahlara tevbe etmenin ise, insanın yepyeni ve umulmadık rızıklara kavuşmasına vesile olacağını haber vermiştir: “Allah, istiğfara devam eden kimsenin her sıkıntısı için bir çıkış yolu ve her kederi için bir ferahlık sağlar. Onu hiç beklemediği yerden rızıklandırır.” ( Ebû Dâvûd, vitr, 26.)

               Hz. İbrâhim’in şu duası Allah’ın verdiği nimetlerin farkında olarak yaşamanın güzel bir örneğidir: “O, beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir. O, beni yediren ve içirendir. Hastalandığımda da bana şifayı O verir. O, benim canımı alacak ve sonra diriltecek olandır. O, hesap gününde, hatalarımı bağışlayacağını umduğumdur. Rabbim! Bana hikmet ver ve beni Salihlerin arasına kat!” ( Şuarâ, 26/78-83.)

               Sevgili Peygamberimiz (sav), hep o cömert Yaratıcı’yı ve ikramlarını anarak yaşamış, O’nun verdiği nimetlere duyduğu minnettarlıkla, gece gündüz Rabbine yönelmiştir. Geçmiş ve gelecek tüm günahlarının bağışlanmış olduğunu bilmesine rağmen niçin sabahlara kadar ibadetle meşgul olduğunu soran Hz. Âişe’ye de, “Şükreden bir kul olmayayım mı?” cevabını vermiştir.

               Ashâb-ı kirâm, Rabbimizin nimetleri karşısında nasıl bir tavır takınacaklarını Allah Resûlü’nden öğrenmişlerdir. Peygamberimiz (sav) onlara, sadece kendi hayatlarına özgü nimetlerin değil, Allah’ın dünya üzerindeki bütün ikramlarının farkında olabilmeyi ve O’nun yaptığı bütün iyiliklere yeterli bir kulluk bilinciyle karşılık verebilmeyi öğretmiştir.

               Hâsılı, mümine düşen, öncelikle elindeki nimetin farkında olmak, aldığı nefesin bile bir nimet olduğunu idrak etmek, nimetleri kendisine bahşedene teşekkür etmek ve nimeti sahibinin razı olacağı şekilde kullanmaktır.

               O’nun verdiği her nimeti yeteri kadar kullanmalı ve aşırıya kaçmamalıdır.

                              Kaynak: HADİSLERLE İSLAM

 

YAZARLAR