Binlerce yıldan beri insanlar, gördükleri rüyalar ile ilgiledi. Kâinatın yaratıcısı, her şeyin sahibi Allah, İlk insan Âdem’i yaratmayı düşündüğünde, onun bu projesine melekler itiraz etti. Biz seni daima anıyor ve kutsuyoruz, insan yaratmaya gerek yok, o dünyada çok kan dökecek dediler. Allah: sizin bilmediğinizi ben bilirim diyerek tatbikata geçti.
Görevli meleklere, evrendeki tüm elementlerden getirmelerini istedi ve Âdem kalıba yatırıldı (Topraktan yaratıldı). Nakış işler gibi, elementler Âdem’in anatomik yapısına işlendi, genetik kartlarına kullanılacak tüm bilgiler kaydedildi, ona ruh ve şekil verildi. Allah kendi lisanı edebiyatını Âdem’e öğretti. Böylece Âdem, evrende ilk programlanan insan oldu.
Ruhun vazifesi vücudu irşat etmektir, manevi kuvvete sahip oldukça nefisle mücadeleye girer.
Melekler Âdem’e secde ettiler, şeytan itiraz etti ve Allah’ın huzurundan kovuldu. Negatif enerji yüklü şeytan, kıyamete kadar süre istedi, ben insanı yoldan çıkaracağım dedi...
Âdem cennette işlediği bir suçtan dolayı dünyaya gönderildi. Binlerce yıl içinde İnsanlar çoğaldı. Yaratıcı, insanları ikaz için peygamberler, kitaplar ve vahiyler gönderdi, insanla ilişkisini kesmedi. Musa Peygamber ile konuştu, ona yol gösterdi. Meryem de bir sırrını açıkladı. İsa’ya peygamberlik verdi, Hz. Muhammed de sistemi tamamladı.
Kur’an’ın ilk sözcüğü bismillahtır (Allah’ın adıyla), son suresi insanlardır (El-Naas) bu ikisi arasında Allah’tan halifesine mesaj uzanır “Oku-Rabbinin adıyla oku”. Beşer, İnsan olmak, bilge adam olmak için, kendi varlığına kaydedilmiş bilgileri, çevresinden ona gönderilen mesajları algılayacak ve okuyacaktır.
Yorumcular, “insan rüyayı ruh ile görür, akıl ile anlar demişlerdir.” Rüya, âlemin başlangıcından beri devam eden bir öğrenme ve bilgilenme şeklidir.
Rüyayı nasıl görüyoruz sualine şimdiye kadar ilim adamlarınca tatmin edici bir cevap verilmemiştir. Maddi âlem ile manevi âlemi birbirine karıştırmamak gerekir. Aksi takdirde yanlış hükümler verilir.
Dünyada yaşayan insanların büyük bir kısmı rüyaya inanmakta, bir kısmı da inanmamaktadır, bu yüzden rüya yorumlarına ihtiyaç vardır. Eski zamanlarda, görülen rüyaların tabirlerini din adamları yapmış, sonraları ilim haline gelmiş. Esas gaye rüya üzerindeki gizem perdesinin kaldırılmasıdır.
Rüya görene aittir. Kapalı mekânda geçen rüyalarda görülenler, o kişinin düşünce versiyonlarıdır. Açık havada geçen rüyalar ise, o gün gündeme gelecek programın bir özetidir. Kur’an’ı kerimde rüya ile ilgili ayetler vardır. En önemlisi Yusuf suresindeki ayetlerdir. Allah Yusuf Peygambere rüya yormayı öğretmiş.
Klasik tıp, rüyalar hakkında yeni bir şey öğretmediği gibi, rüyaları tamamıyla manasız göstermeye çalışmaktadır.
Psikanalizciler rüya konusunu incelemeye başladı, “rüyaların manası asla boş ve abes değildir, bunları ilmi bir surette tabir ve tefsir edecek bir usul vardır”. İncelemeler göstermiştir ki rüyaların dış yüzü sembolden ibarettir.
Peygamberimiz sabah namazını kıldırdıktan sonra “bu gece rüya göreniniz var mı” diye sorardı. Peygamber “peygamberlik benimle sona ermiştir, ancak müjdeciler kalmıştır. Bu müjdeciler de doğru olan rüyalardır” diye konuşurdu.
İnsan hangi düşünce boyutunda ise o boyuttan ve yaşamdan rüya görür, hoş olmayan ve lüzumsuz bilgiler atılır, bu yüzden bazı rüyalar unutulur. Rüyaları tasnif etmek doğru değildir. İnsanların kendisine göre bir rüya dili vardır. Sahip olduğu ruhsal enerji miktarı, kişinin ilgilendiği ve yöneldiği konuya göre değişir, kişiliği de önemlidir.
İnsan kendi varlığını aştığında, zaman ve mekân yoktur. Ruh zaman sınırını aşıp, olmamış hadiseleri önceden haber verme bilgisine de sahiptir. Bütün evrene ölçülü bir hareket ve ritim hâkimdir. Amerika ve Avrupa’da bu konuları ciddiyetle ele alan ilim adamları vardır. Beş duyunun dışında başka duyuların da varlığına inanmışlardır.