SAKARYA MEYDAN SAVAŞI’NDAN
KESİTLER: (Asım GÜNDÜZ Paşa (*) anlatıyor:)
“Sakarya Meydan Savaşı öncesi Türk ordusu cephe gerisinde iyi bir istihbarat şebekesi kurmaya çalışıyordu. Bir çok subaylarımız gerektiği zaman köylü elbiseleri giyerek düşman gerilerine sarkıyor, bize faydalı haberler getiriyorlardı. Bilhassa bunlardan hatırımda kalan Niğdeli Halil Nuri Yurdakul’u şükranla hatırlıyorum. Bu vatanperver Türk çocuğu, İnönü savaşlarından itibaren istihbarat ve düşmanla çatışmada bize yararlı hizmetlerde bulunmuştu. Kaç defa düşman gerisine sarkmış, becerikliliği, cesareti, zekası kavrayış yeteneği sayesinde bize çok kıymetli bilgiler getirmişti. Başka ülkelerde romanlara konu olacak bu hamaset dolu çalışmalar sayesinde düşmanımızın en mahrem en gizli sırlarına ulaşabiliyorduk. Yunan ordusunun kumanda şemasını bu sayede elde etmiştik. Yunan ordusunun başında Papulas, Kurmay Başkanı olarak, yani karşı tarafta benim görevimi yapan General Rallis, ikinci başkanlıkta da General Sarıyanis vardı.
Birinci Kolorduları I. II. XII. Tümenlerden kurulu olarak Eskişehir civarında
İkinci Kolorduları V. IX. XIII. Tümenlerden kurulu olarak Seyitgazi civarında
Üçüncü Kolorduları ise III. VII. XXncu tümenlerden kurulu olarak Eskişehir doğusunda toplanmıştı. Ayrıca XI. Tümenleri bir alayla III. Tümenlerini takviye ediyordu. Biz savunma hattımızı kurarken bütün bu istihbari bilgilerden yararlanmıştık ve onların taarruzi cephelerini şekillendirmelerini takip edebilmiştik.
Haber alma teşkilâtımız çok iyi işliyordu. Yunan ordusunun zayıf noktalarını öğreniyorduk. Yunan kralının başkanlığında Kütahya’da hükümet ve ordu şeflerinin katıldığı gizli, toplantının tutanaklarını elimize geçirmiştik.”
“21 Ağustos durumu çok kritikti. Düşmanın yeni tertipleri ve saldırısı bekleniyordu. Hemen hemen bütün hatlarda savaşlar oluyordu. Heyecan içinde savaşın havasına girmiştik. Düşmanın daha savaşa sokmadığı elinde beş tümeni vardı. Ağır topçusunu merkez ve sol kanada kaydırmıştı.
“Güçlü akıncı müfrezelerimiz düşman gerilerine sarkarak işgalciyi durmadan başarıyla hırpalıyordu. Buna mukabil Yunanlıların Saray, Damat Ferit’le elele cephemizi arkadan vurma teşebbüsleri belirdi. Çerkez Ethem ve kardeşlerini Haymana’dan Konya ve Ankara istikâmetinde sokarak cephe gerisinde kargaşalık çıkaracaklarını haber aldık. Düşman bunu yapmak istedi ama aldığımız önlemlerle onlara bu fırsatı vermedik. Konya’da Çumra ve Bozkır çevresinde ayaklanan Delibaş adlı başıbozuk, Padişah ve Halife adına vaktiyle Anzavur’un yaptığı ihaneti tekrarlamak istedi ancak tepelendi. Halk uyanmıştı. İhanetin kokusunu, ırkına has sağduyu ile alıyor, haysiyet ve namusu için direnen milli hükümetinin safından ayrılmıyordu. Bu buhran ve ölüm kalım günlerinde bile hainlerin alçaklığı gerçekten yüz karası idi. Alemdar, Peyam-ı Sabah gibi gazeteler, Delibaş ayaklanması ve Yunan ilerleyişini Ankara’nın düşüşü olarak alkışlarken, gerçek hiç de onların baykuş seslenişi gibi değildi. Türkiye halkı, kadın, erkek, çocuk, son devletini ve namusunu, canını dişine takmış savunuyordu.”
“Yunanlılar, 23 Ağustos’ta sol kanadımıza, Mangal Dağı’ndaki kuvvetlerimize taarruza başladılar. Üstün Yunan kuvvetleri karşısında yurdu adım adım müdafaaya hazırdık. Sakarya doğusundaki Duatepe – Kartaltepe – Beştepeler – Yıldıztepe hattında direnecektik. Ya bu hatta tutunamazsak ne yapacaktık? Kızılırmak gerisine mi çekilecektik? Memleketin Batıda olduğu gibi Güneyde de büyük kısmı işgal altında idi. Hayır!... Bir yere gitmeyecektik. Her karışını kanımızla sulamadıkça çekilmeyecektik.
“Sakarya’nın en kritik günlerinde idi. Bir çok cephelerde top ve tüfek mermisi kalmamıştı. Yokluk haberleri durmadan başkumandanlığa geliyordu. Bu anda Mustafa Kemal bu yokluğa karşı çare bulmanın rahatlığıyla bizleri topladı. Yüksekçe bir yerdeydi ve sanki kürsüleşmişti. Elini yumruk yaparak konuştu:
“-Arkadaşlar!.. Düşmanı evvela tepelerde bir iki mermi ile oyalayacaksınız. Onların tepeye çıkıp gelmesini yorulmasını bekleyeceksiniz. Tepe noktasının arkasına sakladığınız birliklere süngü taktırarak bu yorulmuş, dili çıkmış düşmana saldıracak, yok edeceksiniz. Kıtalarınızın da önünde olacaksınız. İşte size cephane yokluğunu telafi edecek yol… Bu vatan, üzerinde yaşayan insan oldukça bir başka yokluk için feda edilmeyecektir. Daha sonra o “.. hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır ve o satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanı ile ıslanmadıkça terk olunamaz…” direktifi ile muharebenin seyrini değiştirmişti.”
“Top sesleri Ankara’dan duyuluyordu. Cephe yüz kilometrelik geniş sahaya yayılmıştı. Düşman kıtalarımızın içine sızıyor, fakat cephe kuramıyordu. Bu imkanı düşmana vermiyorduk. İaşe yani yiyecek içecek sıkıntısı içerisindeydik. Birliklerimize hafta olmuştu ki sıcak yemek verememiştik. Çoğu kıtalara kavrulmuş buğday verebiliyorduk. Onu da birliklerin ikmal sınıfı, mevsim dolayısıyla kemale gelmiş tarlalardan topluyorlardı…
“Sakarya bir SUBAY SAVAŞI idi. Birliklere örnek olsun diye Subaylardan müteşekkil taarruz grupları yaptırıyorduk. Acemi ve savaş tecrübesi olmayan birlikleri böyle yetiştiriyor, ateş hattına sürüyorduk. Ötesini hatırlarken gözlerim yaşarır ve büyük milletin bir ferdi olarak daima iftihar ederim. Hamaset ve yiğitlik bu ırkın müşterek hasleti idi. Subaylarının ateş hattına daldığını gören o körpecik çocuklar, ALLAH, ALLAH sesleri içinde aslan kesiliyorlardı…”
“Düşman, hareketlerinde durmadan değişiklik yapmaya mecbur kalıyordu. Mukavemetimiz (karşı durmamız), kolay zafere inanmış mağrur ve zalim istilacı düşmanı şaşırtmış acze düşürmeye başlatmıştı. Mustafa Kemal Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak ile konuyu görüşerek cephe komutanlığında ordu ağırlık noktasını sol kanada kaydırmıştı. Mürettep Kolordu Cephesi hariç olarak merkez ve sol kanatta 54 sahra, 32 dağ, 27 muhtelif çapta dağ ve sahra obüsü, 9 onbeşlik obüs, 4 uçaksavar olmak üzere 126 topluk bir topçu merkez sikleti oluşturuldu. Oluşturuldu amma en önemli konu cephane idi. Bu bakımdan çok fakirdik. Toplarımızın çeşitli çap ve kabiliyette olması nedeniyle cephane ikmali çok güç oluyordu. Doğu cephesinden büyük ikmal yardımları almıştık. Batı cephesine hayat veren bu yardımlar, Şark (doğu) cephesinden geliyordu. Millî mücadelenin ilk zaferini kazanan Kazım Karabekir Paşa, bağımsız Ermenistan hayalini yıkan o gazi topları Batıdan gelen istilacıya, işgalciye karşı en ağır boşluğumuzu doldurmak için iletmişti. Savaş her gün insan yiyordu: Bir karış toprağı vermemek için direniyor, kan döküyorduk. Karşımızdakinin silah ve malzeme üstünlüğü her an kendini gösteriyordu. Ortalama her gün 1000 kişilik taze bir kuvveti en kritik noktaya sürüyorduk. Sakarya Mustafa Kemal’in o eşsiz tabiriyle MELHAME-İ KÜBRA, KAN DERYASI halini almıştı…”
“ ..Yunan ordusu açıldıkça açılmış, ordumuzu kuşatmak için cephesini 100 kilometrelik bir sahaya yaymıştı. Ordumuzun cephesi batıda iken güneye döndü. Ankara arkamızda iken doğumuzda kalmıştı. Fakat bütün bunlar bizim arzuladığımız sonuçlardı. Düşmanı yormuş, yıpratmış üssünden öyle uzaklaştırmıştık ki bitmiş ve erimişti. Bunu mağrur ve gafil Yunan başkumandanı Papulas göremedi. Ancak Mustafa Kemal bunu gördü ve yumruğunu vurmanın zamanı geldiğine karar verince yanına Mareşal Çakmak’ı alarak Çal Dağı’na geldi yanında cephe komutanı İsmet Paşa ve ben de vardım. İçimizden bazıları, düşmanın bu yayılmasının bizi de Konya merkez üssünden uzaklaştırmasının endişesi içinde idi. Bu düşüncede olanlar endişelerini Mustafa Kemal’e söylediler. Güldü:
“ – Korkmayın.. Onlar bizden daha ağır şartlara düştüler. İstediğim ve düşündüğüm oldu. Papulas’a teşekkür borcum var! “ dedi.
Hepimiz susuyorduk. Birden bana döndü:
“ Asım.. şimdi bana iki tümen getir. Bu bölgeden bir taarruz yapacağım…” emrini verdi.
Sade ben değil, hepimiz donduk kaldık…
O herhangi bir karşı düşünce bir mütalaa istemiyorcasına elinde büyük dürbünü, hakim noktadan cephe ufuklarına dönmüştü. Yusuf İzzet Paşa’nın grubundan yeni savaştan çıkmış bir tümenle, ihtiyattaki tek tümenimizi gece yürüyüşüyle getirtmiştim. Bu zabiti ve askeriyle son birlikti. Sabahın çok erken saatlerinde ayaktaydı ve zannediyorum gece de uyumamıştı. Emretmiş Kazım (Özalp) Paşa’yı getirtmişti. Ona taarruzu hangi istikamette yapacağını tafsilatıyla izah etti.
Kıtalarımız düşman saflarına yaklaştığı zaman, ellerimizde dürbünler nefeslerimizi kesmiştik. O anda mareşal Çakmak dua ediyor, İnönü taşlaşmış gibi sessizdi. Ellerimdeki dürbünün titrediğini çok iyi hatırlarım. Mustafa Kemal büyük çaplı dürbün ile taarruzun gelişmesini takip ediyor ve sesleniyordu.
“- Şimdi göreceksiniz… Bu iş burada bitiyor…Kahraman çocuklarım benim…”
Ses, sadece ilerden geliyordu. Top sesleri ve art saflardaki askerlerimizin önlerdekilerine yetişmek için süngüleri takılı ALLAH, ALLAH kükreyişleri…
On dakika, belki yirmi dakika, belki daha uzun bir zaman… Sonra yüzüne pek yakışan gülümsemesiyle bizleri süzdü:
“ Yunan merkez cephesi söküldü. Düşman ricat ediyor. Edecektir ve tutunamayacaktır..” dedi.
Zaferi için bu kadar alçak gönüllü konuştu: Yine dürbününü eline aldı, ufuklara daldı. Ben o anda bir ressam, bir heykeltraş, bir şair, bir besteci olamadığımın acısını duydum.: ÇAL DAĞI’nın bu en yüksek tepesinden, en büyük hissesi olduğu zaferini, bir Mehmetçik tevazuu içinde seyreden bir kişiliğin o unutulamaz yüz ifadesini anlatamamanın aczini duyuyordum. Amma ne zararı var? İşte hür Türkiye ve Cumhuriyet..
Bunların varlığını duyabilen her vefakâr vicdanda; SAKARYA şehitleriyle, gazileriyle, her alanda emeği geçenleriyle bir zafer abidesidir.”
(*) Garp Cephesi Kurmay Başkanı Orgeneral Asım GÜNDÜZ’ün hatıraları. ( Asım Paşa Mustafa Kemal Atatürk’ün Harbiye’den sınıf arkadaşıdır. Yetişme yılları aynı çatı altında geçmiştir.)
YARARLANILAN KAYNAKLAR:
Prof. Dr. Hamza Eroğlu, Türk İnkılap Tarihi (1982)
Mufassal Osmanlı Tarihi, cilt 6 (1958)
Cemal Kutay, Tarih Sohbetleri (1968)