Vaiz Muharrem DEMİR


SALİH AMEL: İYİ İŞ, DOĞRU DAVRANIŞ

"...Salih amel, Müslümanlara sadece âhiret mutluluğu değil, güzelliklerle dolu bir dünya hayatı da sunmanın yoludur: “Erkek veya kadın, kim mümin olarak salih amel / iyi iş işlerse, elbette ona hoş bir hayat yaşatacağız ve onların mükâfatlarını, yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz.” (Nahl, 16/97) ..."


         Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz, ancak kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Müslim, Birr, 34)

         On yedi yaşında İslâm’ı seçen ve ilk Müslümanlardan olan Sa’d b. Ebû Vakkâs (ra), Allah Resûlü’yle ilgili bir anısını şöyle anlatmaktadır:

         “Veda Haccı senesi hastalığımın artması üzerine Resûlullah (sav) beni ziyarete gelince ona, "Yâ Resûlallah! Gördüğün gibi hastalığım çok arttı. Ben mal sahibiyim. Bir kızımdan başka da vârisim yok. Malımın üçte ikisini sadaka olarak verebilir miyim?" dedim. Resûlullah (sav), "Hayır." buyurdu. "Yarısını sadaka olarak verebilir miyim?" dedim. "Hayır." buyurdu. Sonra Allah Resûlü (sav), "Üçte biri olur. Hatta üçte bir bile çoktur. Vârislerini zengin bırakman, insanlara el açan fakirler olarak bırakmandan daha iyidir. Allah’ın rızasını kazanmak için vereceğin her nafaka, hatta hanımının ağzına koyduğun her lokma, sana sevap kazandırır." buyurdu.

         "Yâ Resûlallah! Arkadaşlarım seninle Medine’ye gidecekler. Ben geride mi bırakılacağım?" dedim. Resûlullah (sav) şöyle buyurdu: "Sen geride bırakılmayacaksın, daha salih ameller işleyeceksin ve derecen yükselecek. Umulur ki sen hayatta bırakılacaksın ve bazı topluluklar senden yararlanacak, öteki (düşman) topluluklar da senden zarar görecektir!" ” (Muvatta’, Vasiyyet, 3)

         Allah Resûlü’nün bu umut ve temennisi gerçekleşecek, Mekke’de öleceğinden endişelenen Sa’d b. Ebû Vakkâs, Hicrî 55. seneye kadar yaşayacak ve nice salih ameller işleyecekti. Bedir ve Uhud Savaşlarında nasıl aktif rol oynadıysa, büyük bir komutan ve askeri bir deha olarak Kâdisiye’de Sâsânîleri hezimete uğratacak ve Medâin’i fethedecekti. Ele geçirilen Irak topraklarında Müslümanları teşkilâtlandıracak ve Kûfe gibi bir ilim ve kültür şehrini kuracaktı. Bunlar onun geride bıraktığı salih amellerinden sadece birkaçıydı.

         “Salih amel”, din dilindeki yaygın kullanımı ile öncelikle Allah Teâlâ’ya ibadet ve taatte bulunmak, Allah’ın kullarının yararına faydalı işler demektir. Helâl ve meşru olan her türlü iş, şayet düzgün, sağlam, dürüst yapılıyorsa bu, salih amel olarak nitelenir. Birçok âyet ve hadiste “amel” ile daha çok ecir/sevap kazanmak için yapılan çeşitli ibadet ve taat dile getirilir; bununla birlikte “salih amel” kavramının kapsamının çok daha geniş olduğu unutulma malıdır.

         Yüce Allah yüze yakın âyette, “iman eden ve salih amel işleyen” buyurarak iman etmekle salih amel işlemeyi yan yana zikretmiştir. Âyetlerde geçen “salih amel işleyenler” nitelemesi, başta ibadetler olmak üzere her türlü olumlu ve yararlı davranış ve işleri ifade etmektedir.

         İman ile birlikte salih amel, Müslüman’ın hayat anlayışını, iş ahlâkını ve üretim felsefesini göstermektedir. Buna göre her meslek erbabı işini temiz yapmalı, hizmetin hakkını vermelidir ki, böylece helâlinden kazanmış olsun. Şu hâlde iman ve salih amel, kişiyi ahlâklı ve sorumlu davranışlara yöneltmeli, karşılıklı hak ve hukukun korunmasına sevk etmelidir. Bu durum ortaklar için de, alıcı ve satıcı için de genel geçer bir kuraldır. Salih bir müminin işi, çalışması, üretimi de aynı şekilde salih, yani dürüst olmalıdır. Bundan dolayıdır ki Resûlullah (sav), “Salih bir kişi için, salih mal ne kadar güzeldir!” buyurmakla hem salih kimseyi, hem de onun helâl kazancını övmektedir. (İbn Hanbel, IV, 197) Zira salih olmayan iş, neticesi itibariyle karşı tarafı zarara sokacağından dolayı beraberinde kul hakkını getirecek; haksız ve haram kazanç ise o şahsın ibadetlerini dahi olumsuz etkileyecektir. Dolayısıyla işi salih olmayanın, kendisi de asla salih olamayacaktır.

         Salih amel kavramının geniş bir anlam bütünlüğüne sahip olduğunu teyit eden başka âyetler de vardır. Örneğin Yüce Allah, demir zırhlar imal etmelerini emretmesinin hemen ardından Hz. Dâvûd’a ve ailesine “Ve salih amel yapın!”  (Sebe’, 34/11) derken, zırhların sağlam yapılması gereğini hatırlatmaktaydı.

         Salih amel, Müslümanlara sadece âhiret mutluluğu değil, güzelliklerle dolu bir dünya hayatı da sunmanın yoludur: “Erkek veya kadın, kim mümin olarak salih amel / iyi iş işlerse, elbette ona hoş bir hayat yaşatacağız ve onların mükâfatlarını, yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz.” (Nahl, 16/97) Görüldüğü gibi bu âyet-i kerimede imanın ve salih amellerin, öncelikle “dünyada hoş bir hayat sağlayacağı” üzerinde durulmaktadır. Bu anlamda Yüce Rabbimiz, “Andolsun, Zikir’den sonra Zebûr’da da, "Yeryüzüne muhakkak benim salih kullarım vâris olacaktır." diye yazmıştık.” (Enbiyâ, 21/105) derken, yeryüzü egemenliğinin salih amel işleyen birey ve toplulukların hakkı olduğunu ilân etmektedir: “Allah, içinizden iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi, onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaatte bulunmuştur. Onlar, bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar...” (Nûr, 24/55)

         Sadece işler değil, insanlar da “salih” olur. Salih evlât sahibi olmak şükredilecek bir durumdur. “Eğer bize salih bir evlât verirsen andolsun ki biz şükredenlerden oluruz.” (A’râf, 7/189) Salih babaların evlâtları bazen salih olmayan işler yapabilir. Nitekim babası Hz. Nuh’un (as) yalvarmasını kâle almayan, tufanı görmesine rağmen kurtuluş gemisine binmeyen evlâdının bu tavrı, Kur’an’ın diliyle “salih olmayan bir amel” diye nitelendirilmiştir. Diğer taraftan iman eden ve salih ameller işleyenler, “yaratılmışların en hayırlıları” olarak değerlendirilmiştir.

         Kur’ân-ı Kerîm’de,“Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve "Kuşkusuz ben Müslümanlardanım." diyenden daha güzel sözlü kimdir?” buyrulmaktadır. (Fussilet, 41/33) “Âyinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz! Şahsın görünür rütbe-i aklı, eserinde. deyişi de aynı hakikate işaret etmektedir.

         Yüce Allah, dünya ve âhirette izzet ve şeref isteyenlere bu makama yükselebilmeleri için iki yol öğretir: “Güzel söz ve salih amel!” İman ve salih amel, aynı zamanda Allah nezdinde insanların değerini gösteren en önemli iki ölçüdür: “Sizi huzurumuza yaklaştıracak olan ne mallarınızdır ne de evlâtlarınız. İman edip salih amel yapanlar müstesna, onlara yaptıklarının kat kat fazlası mükâfat vardır. Onlar (cennet) odalarında güven içindedirler.” (Sebe’, 34/37) Âyetteki mesajı Allah Resûlü de şu şekilde özetler: “Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz, ancak kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Müslim, Birr, 34)

         Yine Peygamber Efendimizin haber verdiğine göre, “Üç şey ölüyü (mezara kadar) takip eder; ikisi geri döner, biri kalır. Ailesi, malı ve ameli onu takip eder. Ailesi ve malı geri döner, ameli kalır.” (Müslim, Zühd, 5)

         Salih amel, Müslümanların hem dünyaları hem de âhiretleri için büyük öneme sahiptir. Allah Resûlü, bir bedevînin kendisine insanların en hayırlısının kim olduğunu sorması üzerine, “Ömrü uzun ve ameli güzel olandır.” (Tirmizî, Zühd, 21) cevabını vermiştir. Hiç bitmeyecekmiş gibi süren dünya hayatının ve dünya nimetlerinin ansızın tükenebileceğine dikkat çeken Efendimiz, ashâbını şu sözlerle uyarmıştır:

         “Yedi şey gelmeden önce (salih) ameller işlemede acele edin! Ne bekliyorsunuz? Her şeyi unutturan yoksulluğu mu, azdırıp saptıran zenginliği mi, sıhhati bozan hastalığı mı, bunaklaştıran ihtiyarlığı mı, ansızın geliveren ölümü mü, beklenenlerin en şerlisi olan Deccâl’i mi? Yoksa kıyameti mi? Ki kıyamet (hepsinden) daha dehşetli ve daha acıdır.”   (Tirmizî, Zühd, 3)

         “Gecenin zifiri karanlıklarına benzeyen fitneler ortaya çıkmadan (salih) ameller yapmakta acele edin! Zira o zaman kişi mümin olarak sabaha çıkacak, kâfir olarak akşamlayacak yahut mümin olarak akşamlayacak, kâfir olarak sabaha çıkacak; dünyevî çıkarlar karşılığında dinini satacaktır.” (Müslim, Îmân, 186)

         İman, güzel bir davranışın Allah indinde kabule mazhar olması için gereken ilk ve en önemli koşuldur. İnandıktan sonra salih amel işleyenlerin çabalarının zayi olmayacağına ve karşılığının kesintisiz olarak verileceğine dair birçok ilâhî vaat bulunmaktadır. İman olmaksızın sergilenen iyi davranışlar, âhiret hayatı için bir fayda sağlamayacaktır: “Allah, sırf kendi rızası için yapılmayan hiçbir ameli kabul etmeyecektir.” (Nesâî, Cihâd, 24) Dolayısıyla Allah’ın rızası bulunmayan amel de salih görülmeyecektir. Peygamberi Zîşân Efendimiz, Allah için değil de, başka varlıklar için çalışanlara âhiret günü bir münadinin şöyle sesleneceğini haber verir: “Kim işlediği bir amelde Allah’a başkasını ortak koşmuşsa sevabını Allah’tan başkasından istesin. Zira Allah kendisine ortak koşulmasından en uzak olandır.” (Tirmizî, Tefsîr, 18)

         Gerçekten de inananlar, başkalarından gördükleri kötülükleri onlara iyilik yaparak gidermeye çalıştıkları gibi, başkalarına yaptıkları kötülükleri ve kendi günahlarını da ancak salih amelle düzeltebilirler. Başkasına yapılan bir haksızlık veya bir kötülüğün bağışlanması için sadece pişman olup tevbe etmek yetmez. O haksızlığı düzeltmek de gerekir. Örneğin gereksiz yere baş kasının onuruyla oynayarak ve ona ait bir malı zimmetine geçirerek haksızlık yapan kimse, kıyamet günü gelmeden önce yaptığı bu haksızlığı telâfi etmelidir. Ya hak sahibiyle helâlleşmeli veya hakkını geri ödemelidir. Bunu yapmadığı takdirde işlediği salih amellerinden de olur. Şu hâlde kul hakkını yiyen kimse, sabah akşam namaz kılıp niyaz eylese de yaptığı kötülüğü temizleyemez, kendisini aklayamaz. Fakat işlenen günah, kul ile Allah arasındaki bağı zedeleyen türden ise, elbette bu durumda tevbeden sonra yapılacak her türlü iyilik, günahı temizleyecektir. Zira kötülükleri ancak iyilikler silebilir.

                   KAYNAK : HADİSLERLE İSLAM

YAZARLAR