İnsan ilişkilerine dayalı sosyal, siyasal ve kültürel yerleşim alanı olarak oluşan şehirler, günümüz dünyasında gittikçe öne çıkıyor. Ve şehirler, coğrafi konumlarının yanında kendilerine ait kimlikleriyle birbirinden ayrılıyor.
Bir şehri tanımlamada en önemli unsur, şehrin kimliğidir. Her şehrin kendi coğrafî, kültürel, sosyo -ekonomik ve tarih sürecinde şekillenen şehir kimliği, içinde barındırdığı insanların yaşama şekilleriyle oluşur, kendi içinde güncellenip değişerek, geçmişten geleceğe uzanır. Bu süreç, çok yönlü, birbirini tamamlayan bir bütünlüktür.
Şehrin kimliği, uzun zaman içinde şekillenirken birden çok unsurun etkisi altın-da kalır. Bu unsurlar, coğrafî konumdur, tarihî dokudur, mimarî özelliklerdir, mahallî geleneklerdir, farklı yaşama tarzlarıdır.
* * *
“Şehir Kimliğini Belirleme” çalış-taylarının yapıldığı günümüzde birtakım sorulara cevaplar aranmaktadır.
Şehirlerin coğrafi konumu, tarihi ve kültürel birikimi, tabiat güzellikleri, teknik ve ekonomik gelişmişliği, üretim alanları ve konuları, iç ve dış turizm potansiyeli, bilimsel ve akademik altyapısı, insan kaynakları ve demografik durumu nedir?
Şehrin sahip olduğu sabit değerler ile bu değerleri stratejik değerlere dönüştürme şansı, imkânı var mıdır?
Şehrin bilinen diğer şehirlere benzeyen ve benzemeyen yanları yahut belirgin özellikleri nelerdir?
Yapılan çalışmalarla insanın yaşadığı ortamların “dün - bugün - yarın” boyutlarıyla ele alınması, geçmişin “hatıra” ve mirasının, bugünün “gerçekleşenler” inin ve yarının “hayal” ve hedeflerinin birlikte değerlendirilmesi gerektiği” vurgulanmakta-dır.
* * *
Vurgulanan gerekliliklerin değerlendirilmesinde geçmişteki bilgilerin, kayıtların, tecrübelerin bugüne ve yarına ışık tutabileceğine inananlardanız. Bu durumda bir Türk şehri söz konusu olduğunda Evliya Çelebi’yi ve Seyahatnamesini hatırlamamak mümkün mü?
Atalarımızdan iki kişi, vatan harita-sını, özellikle benimsemişlerdir. Bunlardan birincisi, Kanunî Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Murad dönemlerinin baş mimar, mühendis ve matematikçisi Koca Mimar Sinan ( 1488 / 1490 - 1588) ’ dır. Osmanlı coğrafyasında, bu dehâdan payını almamış, pek az şehir vardır.
Vatan haritasını benimsemede ikinci isim, başlı başına bir vatan aynası olan Evliya Çelebi ( 1611 - 1682 / 84’dir. ) Onun “Seyahatname”si, 17. yüzyılda yazılmış bir gezi kitabıdır. Çelebi, bu kitabında gezip gördüğü yerleri kendi üslubu ile anlatır. Osmanlı Devleti’ni, gözler önüne seren bir ayna olarak Türk kültür tarihi ve gezi edebiyatı açısından önemli bir yere sahip olan eserinde Evliya Çelebi, Demirci’yi de ele almıştır.
1671’in 21 Mayıs’ında, hacca gitmek gayesiyle İstanbul’dan yola çıkan Evliya Çelebi; İznik, Bursa, İne-göl, Tavşanlı, Kütahya, Afyon, Sandıklı, Banaz, Uşak, Gediz ve Simav üzerinden Demirci’ye gelir. Manisa’ya doğru giden dolambaçlı yolda ilk durağı, Demirci olur.
(Alaattin Gürırmak’tan alıntı)
Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’nde “Âhengerân yani Demirci Şehri” başlığı ile Demirci’yi konu edinir. “Âhengerân”, Farsça birleşik isim olarak “Demirci” demektir. Âhengerân, Demirci kelimesinin Farsça karşılığıdır.
Çelebi, Demirci’yi anlatırken gününün entelektüel yapısı içinde bu kelimeyi kullanmış olmalıdır. O günlerde az çok okumuş olan bile Arapça yanında Farsça da bilirdi.
Evliyâ Çelebi, “Simav Şehri Ziyaretgâhı”ndan sonra bir zamanlar Haramîlerin kol gezdiği ancak bir dervişin Okluçam’da Haramîleri öldürmesinden sonra, kurt ile kuzunun beraber gezdiği Demircibeli’nden, dört saatte geçerek Demirci’ye ulaşır.
* * *
Evliya Çelebi, Demirci şehir kimliğinin yapıyla ilgili, çevre özelliklerini şöyle sıralar:
Demirci, 18 mahallelik duvarları, baştanbaşa kerpiçle yapılmış 3060 toprak örtülü Türkistan evinden meydana gelir.
Çelebi’ye göre, Demirci’yi, Fındıcak Kralı’nın elinden Saruhan-oğlu Beylerinden Demiroğlu Kara Mustafa Bey fethetmiştir. Kara Mustafa Bey, Evliya Çelebi’nin, atalarından sekizinci dedesinin dedesi olup vefat edince Demirci’de Yenice Mahallesi Kıran mevkiinde bulunan eski mezarlığa defnedilmiştir.
( Orta üstteki eski Hükümet konağının sağımdaki boş alan; eski mezarlık )
Giriş kapısı üzerinde
“Amere hâze’l-câmii es-sultânü’l-mua’zzam zıllu’l-lâhi fi’l-‘âlem sâbibü’l-hayrât ve’l-hasenât Ya’kûb ibn Devlet Hân ibni Saru-han Bey sene aşere semâme mie…”
kitabesi bulunan nazik, kırmızı ve uzun bir tuğla minaresi olan Saruhanoğlu Camii’ni (bugün halk arasında “Eski cami” denilen cami) Evliyâ Çelebi’nin amcası Kara Mustafa Bey yapmıştır.
Saruhanoğlu Camii’nin (Eski Cami) yanında mezarı bulunan Kutbü’l-aktâb Hasan Efendi, Saruhan Beyliği döneminde yaşamış âlim ve velî bir zâttır. Hasan Efendi, Saruhanoğullarından Yakup Bey’in yaptırdığı caminin imamı, aynı zamanda da Demirci’nin Sandık Emini’dir. Hasan Efendi, şehrin sosyo - kültürel kimlik unsuru olarak manevi kişiliklerden biridir.
(Saruhanoğlu Camii - Eski Cami)
Atasını ziyaretinin nasip olduğunu söyleyen Evliya Çelebi, Demirci’yi, kendi memleketi gibi görür ve şöyle anlatır:
DEMİRCİ
Bu şehir, Saruhan Sancağı sınırıdır. Ve 150 akçe şerif kazadır. Nahiyesi 150 pare köydür. Ayşe Sultan hâssı olmakla hâkimi voyvodalarıdır. Müftüsü, Nakibüleşrafı, Kethü- dayeri (kapıkulu süvarisinin kendi bölgesindeki en yüksek komutanın konumunda olan subay) ve Serdarı (komutan, reis) vardır.
Şehir; dereli, tepeli ve yüksek yerlerdir. Evlerinin kimi derede ve kimi tepede olduğundan her biri birer tarafa bakar.
Sokakları iniş yokuş olmakla hep kaldırım taşı döşelidir. Daracık dar yollardan arabalar şehre giremez.
Suyu ve havası gayet hoştur. Her sokağın başında, her bayır başındaki mahallenin can bağışlayan birer çeşmesi vardır. Onun için bu şehir, mamur ve bakımlı olmuştur.
Halkı Etrak (Türkler) olduğundan hâkimlerine baskın çıkıp zulmettirmediklerinden şehir, mamur olmuştur.
Hepsi garip dostlardır, zira ticaret ile geçinirler. Ekinleri ve tahıl mahsulleri yoktur. Hepsinin kâr ve kazançları şehrin dört tarafında ikişer saatlik yerlerdeki, dağlardaki bağlardır. Bu yüzden incir -halk deyişiyle “yemiş”- ve üzümü meşhurdur. Önemli geçim kaynağıdır. O kadar ki, Tavşanlı ve Afyonkarahisar’dan gelen katırcılar, Demirci’ye buğday getirip üzüm kurusuyla değişirler.
Demirci’de haftada bir, büyük pazar kurulur.
Bu şehrin alaca kilimi meşhurdur.
Kısacası her türlü vergiden muaf olduğundan gayet bakımlı ve şenliklidir.
* * *
Evliya Çelebi’nin Demirci ile ilgili tanımlamaları yanında Demirci’nin “tarih geçmişi, kültürel yapısı, kurum yapıları, öne çıkan sembolleri” vd. bilgiler verir. Bu bilgiler, şehir kimliğini analiz ederken cevap bekleyen sorular için ip uçları olarak çıkış noktası olabilir.
Demirci, Saruhanoğulları’n dan Osmanoğulları’nın eline geçince, Celâliler zaptetmesin diye kalesi yıkılmıştır. Günümüzdeki İçhisar mahallesinin adı da yıkılan kaleden gelir.
Kale kalıntılarının belli oldu-ğunu gören Evliya Çelebi, kalenin diğer bir ismi olarak “Âhengerân Kalesi” ismini kullanarak “az bir şeyle tamir olması mümkündür” der. Buna göre, o devirlerde Demirci’nin en somut şehir simgesi, “Demirci Kalesi”dir.
Çelebi, şehrin sosyo-kültürel kimlik unsuru olarak diğer camileri de sıralar: Çarşı içinde Hacı Hasan, Sulamış, Kıran, Sinan Efendi, Hacı Ağa, Arap Efendi camileri. Bunlardan Hacı Hasan, Sulamış (halk ara-sındaki adıyla Sülemiş) Kıran, Sinan ve Hacı Ağa camileri, varlığını devam ettiren camilerdir.
Bu camilerden başka 42 tane de mescit vardır.
Bu şehirde toplam 5 adet tuğla minare gözükmektedir. Diğerleri tahta minaredir, ama hepsi sanatlı ve uzun güzel minaredir.
Demirci’nin şehir kimliği içinde, folklorik ve sosyo - kültürel unsurların varlığı olarak 2 hamam ve 2 tekke vardır.
Tekkelerden biri, bir kârgir yüksek kubbe içinde bizzat Hacı Baba’nın yattığı Hacı Baba Sultan Tekkesi’dir.
Gelen geçen yolcular için pek çok odaları, meydan sofası ve ahırı vardır ve mutfağında nimeti vardır. Bektaşî dervişleri ile dolu tekke idi. 1671’de Köprülüzâde Ahmed Paşa'dan bir alay softa taifesi emirler getirip tekkeyi medrese edip burayı işgal edince dört taraftan gelen adaklar kesilmiş, dersiamlar vakfı berbat etmişler ve Halil bereketini uçurmuşlardır.
Şehrin anıt unsurları olarak Demirci’de, 4 medrese, 7 bezirgân hanı, 10 sıbyan mektebi, 17 kaynak çeşme, 200 dükkân vardır.
Demirci’nin bir sembol olarak öne çıkan, tanınan “Alaca kilimi”, kayıtlara da geçer. Osmanlı Devleti döneminde, dokuma işiyle uğraşan kazalara, zaman zaman kilim isteğiyle ilgili olarak emirler verilir. 1779 / 1880 tarihinde, Demirci’den, 12 adet deve kiliminin yanı sıra 493 adet çadır kilimin de gönderildiği görülür.
Kadınları yassı başlı ve siyah ferace muhayyer giyerler ve ayaklarına çizme giyip edeplice gezerler. Evlâtlarını bir ağaya hizmetkârlığa vermek küfürle denk bir şeydir, ama gayet sevimli Türk civanları vardır.
Askerî taifesi aralarında sevilmezler, kız vermezler ve ondan kız almazlar.
Sipahi ve yeniçeri olsun on-dan vergi alırlar yahut şehirden sürerler. Külâh ve kavuk üzere beyaz Muhammedi sarık sararlar.
Demirci’de iki gün kalan Evliya Çelebi, kıble tarafına 12 saat giderek Kula’ya ulaşır. Daha sonra da Alaşehir, Gördes, Akhisar, Turgutlu, Manisa, Bergama, Foça, Menemen’e uğrayıp İzmir’e varır.
* * *
“Şehir Kimliğini Belirleme” çalıştaylarına tekrar dönersek, kimlik belirleme için yapılan değerlendirmelerin hedeflere ulaşmada önemli rol olacağı muhakkak.
Hayal edilen bir gelecek için önce şehrin kimliğinin doğru tespit edilmesi gerekir. Şehirlerin kimliğinin doğru tanımlanması, sorunların doğru tespiti ve de köklü, isabetli çözümler üretiminin başlangıcı olacaktır.
İnsanın yaşadığı ortamların bugünden yarına uzanacak boyutu hedeflenirken dünkü ortamların korunmasının şehir kimliğini koruma önemli bir yere sahip olduğunu söylemeğe gerek var mı? Dünkü ortamlar gidince bir daha geri gelmiyor.
Yapılanlar ile hayal edilenler birlikte değerlendirilirken farklı hayallerin de hayatı anlamlı kılabileceği, güzelleştirebileceği, kolaylaştırabileceği vb. düşünülmeğe değer…
