Vaiz Muharrem DEMİR


ŞEHİTLİK: ALLAH İÇİN ÖLÜMSÜZLEŞMEK

"...Şehitlik, zaten ölümlü olan insanın, yüce değerlerin yaşatılması uğrunda ve sırf Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla canını Allah'a satmasıdır: “Şüphesiz Allah, müminlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah, bunu Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an"da kesin olarak va’detmiştir. Kimdir sözünü Allah'tan daha iyi yerine getiren? O hâlde yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte "büyük kurtuluş ve mutluluk" budur.” (Tevbe, 9/111) ..."


                Bir gün bedevînin biri Hz. Peygamber'e geldi. Kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldu. Sonra yurdunu terk edip Medine’ye yerleşti ve çobanlık yaparak geçimini kazanmaya başladı. Resûlullah (sav), ashâbından birini bu kişiyle ilgilenmesi için görevlendirdi. O günlerde bir savaş olmuştu ve Hz. Peygamber düşmandan alınan ganimetleri taksim ediyordu. O kimseye de hissesini gönderdi. Ashâb kendisine hissesine düşen ganimeti verince onlara bunun ne olduğunu sordu. Onlar da, “Peygamber'in (sav) sana ayırdığı hissedir.” dediler. O, hissesine düşen ganimeti Peygamber'e (sav) getirdi ve bunun ne olduğunu ona da sordu. O esnada orada bulunan sahâbîler de Efendimizle bu kişinin arasında geçen konuşmayı dinliyorlardı. Resûlullah (sav), “Bunu senin için ayırdım.” buyurdu. Adam, “Ben sana ganimet elde etmek için değil —eliyle boğazını göstererek— şuramdan ok ile vurulup ölmek ve cennete girmek için uydum.” dedi. Resûlullah (sav), “Eğer gerçekten doğru söylüyorsan ve Allah'a verdiğin sözü tutarsan Allah da sana istediğini verecektir.” buyurdu. Bu kişi, yapılan bir savaşta tam da işaret ettiği yerden okla vurularak şehit oldu. Sahâbîler onu bu hâlde Resûlullah’a (sav) getirdiler. Allah Resûlü, “Bu, o adam mı?” diye sordu. “Evet.” dediler. Resûlullah (sav), “O, Allah'a verdiği sözü tutmuş, Allah da ona dilediğini vermiş.” buyurdu. Sonra onu kendi cübbesi ile kefenledi ve önüne koyarak namazını kıldı. Ardından ona şöyle dua etti: “Allah'ım! Bu kulun senin yolunda hicret ederek şehit oldu. Ben de buna şahidim.” (Nesâî, Cenâiz, 61)

                Şehit, “şahit olan, hazır bulunan” demektir. Ölüp yok olan, kaybolup giden (gâib) değil berhayat olan, tabiri caizse ölümsüzleşendir. Bunun içindir ki şehit diridir, ölmez, ona “ölü” denmez. Yeri ve zamanı geldiğinde canından daha mukaddes bildiği dini, millî ve mânevî değerler uğruna dünyadan ve dünyadaki her şeyden vazgeçip canını ortaya koyan kimsedir. Hz. Ömer’in veciz tarifiyle, “Şehit, kendisini Allah'a adayan kimsedir.”

                Allah yolunda hiç çekinmeden canını veren kimse, Hz. Peygamber de buna hem dünyada hem de âhirette şahitlik etmektedir. Çünkü Allah yolunda cihad edenler, iki güzellikten birine erişmekten başka bir arzu beslemezler. Yani ya zaferi yaşayan gazilerden ya da şehitlerden biri olmayı dilerler.

                Müslümanlar, Allah Resûlü’ne şehitlerin âhirette nasıl bir muamele ile karşılaşacaklarını sordukları gibi şehit yakınları da şehitlerinin durumlarını merak ederek sorular soruyorlardı. Enes b. Mâlik’in anlattığına göre, Hârise b. Sürâka’nın annesi ve Enes’in halası olan Rubeyyi’, Peygamber Efendimize geldi. Oğlu Hârise Bedir günü kim tarafından atıldığı belli olmayan bir ok ile öldürülmüştü. Rubeyyi’ dedi ki: “Ey Allah'ın Resûlü! Hârise’nin gönlümdeki yerini bilirsin. Eğer o cennetteyse onun için ağlamam. Ama değilse ne yapacağımı (nasıl yas tutup ağlayacağımı) göreceksin. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz ona, “Sen aklını mı yitirdin? Cennet bir tane mi? Birçok cennet var ve senin oğlun en yüce (olan) Firdevs cennetindedir.” buyurdu. (Buhârî, Rikâk, 51)

                Şehitlerin farklı dereceleri vardır ve bu dereceler, onların niyetleri ve amelleri istikametinde farklılık arz etmektedir. Bu konuda Hz. Peygamber dört çeşit şehitten söz eder.

                Birincisi, düşmanla karşılaşıp öldürülünceye kadar Allah'a sadık kalan, imanı sağlam mümin kişidir. Bu kişiye kıyamet günü insanlar başlarını kaldırıp bakacaklardır. Peygamber Efendimiz bunu anlatırken başını o kadar yukarı kaldırmıştır ki sarığı düşmüştür.

                İkincisi, düşmanla karşı karşıya gelip serseri bir okun isabet etmesiyle şehit düşen kişi olup, canını verirken sanki bir ağacın dikeni batmış gibi hafif bir acı hissedecektir. Bu da imanı sağlam mümin kişidir.

                Üçüncüsü, hayatta salih ameller ile birlikte kötülük de işleyen, düşmanla karşılaşan ve öldürülünceye kadar Allah'a sadık kalan mümin kişidir.

                Dördüncüsü, ise kendine yazık eden (günahkâr), buna rağmen düşmanla karşılaşıp Allah'a verdiği sözde durarak şehit oluncaya kadar savaşan mümin kişidir.

                Görüldüğü üzere günahkâr da olsa, iman ve salih niyet ile Allah yolunda savaşan ve bu uğurda canını feda eden kimse için şehitlik, hem geçmişteki hataları affettirmenin hem de Allah nezdinde vaad edilen derecelere erişebilmenin yoludur.

                Uhud Savaşı öncesiydi. Daha çok Usayrım lakabıyla bilinen Amr b. Sâbit b. Ukayş henüz iman etmemişti. Yüzündeki demir zırhı ile Peygamber Efendimize gelip, “Ey Allah'ın Resûlü, önce harbe katılıp sonra mı Müslüman olsam?” diye sormuştu. Efendimiz (sav), “Önce Müslüman ol, sonra harp et!” dedi. Bunun üzerine o zât hemen orada Müslüman olup harbe katıldı ve çarpışmada şehit düştü. Bu kişinin şehit olduğu haberini alan Allah Resûlü, “Az amel işledi, fakat fazlasıyla mükâfatlandırıldı.” buyurdu. (Buhârî, Cihâd, 13)

                Cenâb-ı Hak, şehitlerin yaptıklarının boşa çıkarılmayacağını, onların muradlarına erip cennete gireceklerini haber verir. Hatta onlara “ölüler” denmemesi konusunda insanları uyarır. Çünkü onlar mânen diridirler ancak idrak üstü bu canlılığı diğer insanlar anlayamazlar. “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Allah'ın lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir hâlde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar.” (Âl-i İmrân, 3/169, 170)

                Sevgili Peygamberimiz şehitlere verilecek mükâfatı ve onların nail olacakları nimetleri şöyle anlatmaktadır: “Şehitlerin ruhları (âdeta) yeşil kuşların içindedir. Bu kuşların arşa asılı kandilleri vardır. Onlar cennette istedikleri yerde dolaşır sonra arşa asılı kandillere inerler. Allah onlara şöyle seslenir: "Herhangi bir şey arzu ediyor musunuz?" Onlar da, "Cennette dilediğimiz gibi dolaşabilirken başka ne arzu edebiliriz ki?" Yüce Allah onlara bunu üç defa sorar. Onlar Rablerinden bir şey dilemedikçe bırakılmayacaklarını anlayınca şöyle derler: "Yâ Rab! Ruhlarımızı bedenlerimize geri döndürmeni ve senin yolunda bir defa daha şehit olmayı diliyoruz."” (Müslim, İmâre, 121)

                Allah'ın şehitlere verdiği değeri ve şehitlerin kazanacakları mertebeleri, “Allah yolunda öldürülmenin bir benzeri yoktur...” (Muvatta’, Cihâd, 14) sözleriyle özetleyen Allah Resûlü bizzat kendisi de zaman zaman şehitlik özlemini dile getirmiştir. Bir defasında kendisini dinleyen ashâbına bu arzusunu şöyle ifade etmiştir: “Bu canı bu tende tutan Allah'a yemin ederim ki Allah yolunda savaşıp öldürüleyim sonra diriltileyim, sonra öldürülüp tekrar diriltileyim, sonra öldürülüp tekrar diriltileyim, daha sonra tekrar öldürüleyim ve diriltileyim! (Bunu ne kadar da çok isterdim)” (Buhârî, Temennî, 1)

                Rahmet  Elçisi’nin  şehitliği yücelten bu sözlerinden onun inananları savaşa teşvik ettiği anlaşılmamalıdır. Onun istediği, haklı olunan yolda sebat ve cesaret gösterilmesidir. Nitekim o, ashâbına savaşı istememeleri ve savaşı başlatan taraf olmamaları hususunda şu tavsiyede bulunmuştu: “Düşmanla karşılaşmayı asla istemeyin, ancak karşılaştığınızda da sabırlı olun!” (Buhârî, Cihâd, 156)

                Peygamber Efendimiz şehitliğin yüce bir makam olduğunu ashâbına anlatırken, kişinin taşıdığı niyetin bu konuda belirleyici olduğunu vurgular ve bu hususta sadece Allah rızasının gözetilmesi gerektiğini bildirir. Bu yüzden, kahramanlık için, kavmiyetçilik gereği, riya/gösteriş için savaşanların durumu sorulduğunda şöyle cevap verir: “Ancak, kelime-i tevhidin en yüce olması için çarpışan Allah yolundadır.” (Buhârî, Tevhîd, 28) Kendisine şehit olduğu bildirilen bir kimse hakkında da Resûlullah (sav), “Asla! Ganimet malından aşırdığı bir elbise içinde onu cehennemde gördüm!” (Tirmizî, Siyer, 21) buyurarak esas amacı farklı olan ve toplumun hakkına el uzatan bu kişinin şehit olmadığını ifade eder. Buna karşılık, “Kim içtenlikle Allah'tan şehit olmayı dilerse yatağında bile ölse Allah onu şehitlerin makamlarına ulaştırır.” (Müslim, İmâre, 157) buyurarak samimi niyet ve isteğin önemini vurgulamaktadır. Bir savaşta yanlışlıkla kendi kılıç darbesiyle ölen Seleme b. Ekva’ın kardeşi hakkında da Peygamber Efendimiz, niyetinin halis olmasından ötürü onun şehit olduğunu haber vermiştir.

                Şehitlik, zaten ölümlü olan insanın, yüce değerlerin yaşatılması uğrunda ve sırf Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla canını Allah'a satmasıdır: “Şüphesiz Allah, müminlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah, bunu Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an"da kesin olarak va’detmiştir. Kimdir sözünü Allah'tan daha iyi yerine getiren? O hâlde yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte "büyük kurtuluş ve mutluluk" budur.” (Tevbe, 9/111) Canını Allah'a satmanın karşılığında O’nun rızasını ve cenneti kazanmak vardır. İşte bu kârlı alışverişin farkında olan müminler, tarih boyunca, savaş meydanlarına, âdeta bir gül bahçesine girer gibi girmişler, uğrunda yaşadıkları din, vatan, namus için şehit olarak Rablerine kavuştukları hâlde, hayatı güzellik ve iyilik yönünde değiştirme ve yönlendirme konusunda hâlâ aktif bir unsur olmaya devam etmektedirler. Bu da onların biz fark etmesek de, hâlâ hayatta ve aramızda yaşıyor olduklarının en güzel işaretidir.

                “Müminlerden öyle adamlar vardır ki Allah'a verdikleri söze sadık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.” (Ahzâb, 33/23)

                KAYNAK : HADİSLERLE İSLAM

YAZARLAR