İlknur BURSALI


ŞERİFE ŞENER TEYZECİĞİM


               Merhaba Şerife Teyzeciğim okuyucularımıza kendinizi tanıtabilir misiniz?

               1924 doğumluyum. Cumhuriyetin ilanından 4 ay 3 gün sonra dünyaya geldim. Aşağı Kıran’da bulunan evimizde babama ait bakkal dükkânı vardı. Leblebi üretirdi. Annem Zehra YAVUZER, babam Abdullah YAVUZER’dir. 1921’de doğan Rahime ablam beşikte yatarken Yunanlılar oradaki değirmeni basıyor; yiyecekleri, bahçedeki tavukları, unları, ekmekleri alırken beşikte yatan çocuğu görüp: “Çocuk’’ diyor, işaret ediyor. Bereket insan evladıymış, Yunan askeri annemi ve Rahime’yi öldürseydi bugün hayatta olmayabilirdik.

               Dedem 1. Dünya Savaşlarında ve Yemen’deki savaşlarda 11 sene cephelerde savaşmış bir insan. O dönemde insanlar ikinci evlilik lerini de yapıyordu. Savaşlar erkek nüfusunu azalttığı için kadınlar  korumak isteniyor. Dedem ilk eşinden ayrılıp anneannemle evleniyor. Anneannem dedeme “Sen cephedeyken ilk eşinle beraber kalayım.” diyor. Anneannemin ısrarıyla savaşlar bitene kadar beraber kalıyorlar. 

               İsmail ŞENER’de 6-7 yıl Irak tarafında askerlik yapıyor. Bir dönem esir düşüyorlar. Ceplerinde altın vardır diye karınlarını süngüyle bile deşerlermiş, öyle anlatıyorlardı. Hatta yanında sadece bir tane sarı lirası varmış. Yarın bir gün her şey dağılsa, memleketine gitse cebinde beş kuruş yok, nasıl gidecek? Bunu düşünerek ayakkabıcı olduğu için ayakkabının alt kısmını kesmiş, o araya sarı lirayı koyup dikmiş. Ayakkabının altına saklamış. Osmanlı’nın memleketi satıp savdığı dönemde çoğu erkek oralarda ölüyor, aileleri dul kalıyor; bu ülke çok zor kurtuluyor. İyi ki Atatürkümüz çıkmış, topluma önderlik yapmış. Cumhuriyeti ilan ederek halkını cehaletten kurtarmış.

               Ben okula gidemedim, babam mahalle baskısıyla okula göndermedi. Ama diğer kardeşlerim Nimet ve Hikmet okula gitti. Cumhuriyetin kazanımları devam ettiği için beş kız kardeşten ilki ve sondan ikisi okula gidebiliyor; 2 ve 3 numaralı çocuklar mahalle baskısıyla okuyamıyor maalesef. 

 

               Ne zaman evlendiniz?

            18 yaşındayken 24 Haziran 1942 yılında evlendim. 5 - 6 ay sonra eşim askere gidiyor, o zamanlar İkinci Dünya Savaşları oluyor. Çanakkale Müstahdem Tabur Komutanlığı’nda 4 yıl askerlik yapıyor. 4 yıl içinde bir kez olsun izine gelemiyor. Ben o dönemde hem yatalak babaanneye bakıyordum. Hem de bağ işi, bahçe işi, halı dokumak derken hepsini yapardım. 1948 yılında ilk oğlum Rıza, 1951 yılında da İsmail dünyaya geldi.

               

               Evlilik döneminizden bahsedersek düğününüz nasıl oldu?

            Kız evinin yaptığı bohçalar (çeyizleri bohçalardık o yıllarda ) çocukların eline verilir. Oğlan evine götürülüp bohçalar teslim edilir, sonrasında çocuklara bahşiş verilirdi. Yüksek bir yere gelini çıkarırlardı, duvarlara yaptığı çeyizler asılırdı. Gelinin maharetlerine de gelen teyzeler geline bakarak eleştirilerini yapardı, gelin ise sakin sakin etrafına bakardı.

 

               Siz  de O sandalyeye oturdunuz mu?

               Elbette, o yıllarda her gelinin böyle anıları vardır mutlaka. Gelen misafirlere ikramlar hazırlanır, el açması börekler yapılırdı. Yine düğün için kazanlar kurulur, yemekler yedirilirdi. Kına gecelerinde yöresel kıyafet de giyerlerdi. Erkek tarafında damat traşı yapılırdı. Sepetçioğlu oynarlardı o zamanlar. Davullar, cümbüşler çalınırdı. Şehrin tüm insanı orada olurdu. Bir gün öncesi kına gecesi yapılırdı. Gelinler ata binerdi; en önde hacılar, hocalar, büyük dedeler yürür. Çocuklar da onların arkasında. Gelin evden çıkarken şekerler atılır, bereketli olsun diye buğdaylar dökülür, bozuk paralar atılırdı.

 

               Oğlu İsmail ŞENER açıklıyor:

 

          Evimiz hükümetin üstündeki sokakta yer alıyordu. Çıkmaz sokağın başında tarihi Kula evleri gibi ahşaptan evlerin olduğu bir kısık vardı. Babanız İbrahim ile hep o kısık sokakta oynardık. Komşumuz Debirnoşların Mehmet Amca vardı, o çarşıda sabun satardı. Odalların ve İsmail AKŞAHİN’in evi de o sokaktaydı. O üç ev öyle birbirine bağlıydı ki çatıdan çatıya geçerdik. Tavan arasından ailelerimizin salonda oturuşlarını izleyip diğer eve geçerdik, çok eğlenirdik. İlknurcuğum; İsmail deden bizim bağlarımızın bakımını yapardı. İsmail dedeniz çok sevdiğimiz, değer verdiğimiz bir insandı, mekânı cennet olsun. Babaanneniz Emine ile de çok iyi görüşürdük, nur içinde yatsın. 

 

               Çatıların o şekilde yapılmasındaki amaç nedir peki?

               Bir evi çete bastığı zaman o evdeki insanı ya yakalayacak ya da cezalandıracak. Kendilerini korumak için çatıdan çatıya geçerek gizlenirlermiş. Hatta o evlerimizin içerisinde avlu olurdu. Bahçesinde halı tezgâhımız, hayvan damımız, fırınımız vardı. O sokaktaki komşularımız ekmeklerini bizim evde yaparlardı. En son pide yapılınca bütün komşular toplanır yerdik. 

 

               Şerife Teyze devam ediyor:

               İsmail babam ayakkabıcıydı. Kalfaları, çırakları vardı. Fakire fukaraya yardımcı olur, küsleri barıştırırdı. İş hayatında çok dürüst bir insandı. Kullandığı malzemede derinin en iyi yerlerini diker, diğer kısımlarını atarmış. Diğer kunduracılar o parçadan da ayakkabı yaparlarmış ama çok kaliteli olmazmış. Osmanlıda padişahların giydiği ayakkabılara yemeni derler, o ayakkabıyı üretirdi. Şu anda Gaziantep civarında üretiliyor diye biliyorum. 

 

               Yemeni ayakkabı nedir?

               Yemeni; üstü kırmızı ya da siyah deriden, tabanı ise kösele malzemeden yapılan topuksuz ayakkabıdır. Tamamen el yapımı olurdu o zamanlar. 

 

               İzmir’e neden taşındınız peki?

               O zaman Demirci’de lise yoktu, çevre illere giderdi çocuklar. Oğlum Rıza ŞENER İzmir Atatürk Lisesi’ne başladı. İsmail de Eczacıbaşı Ortaokulu’nda okudu. Çocukların eğitimi için aileler Demirci’den ayrılmaya başladı. İlk göçler bu şekilde oluştu. İzmir’e taşındığımız zamanlarda Tepecik tarafında kardeşim oturuyordu onun evinde halı tezgahı vardı. Ben de halı dokuyarak hem kardeşime yardım eder hem de para kazanarak aile ekonomisine destek olurdum. İzmir’de halı dokumaya devam ettim. 

 

               Demirci depremi, Demirci’nin geçirdiği yangın elbette zor yıllardı o dönemde neler yaşadınız? 

           1950 yangınında hükümetin alt tarafından aşağı inerken sola dönen sokaktaki evimizi, çarşıdaki dükkânımızı kaybettik. 1961 - 62 yıllarında Sofular Mahallesi ve  Hacıhasan Mahallesi yandı. Yangın ilk olarak Aşağı Kıran tarafında koyun sürüsü olan bir ev vardı orada başladı. Çamaşır yıkamak için ateş yakarken mi çıktı bilemiyorum o zamanlar öyle söylerlerdi. Orada başlayan yangın Hükümet Konağı’na kadar vardı. Bizim evi yenilediğimiz için yanmadı ve arkasında bir ev yanmadı. Geri kalan tüm evler yandı. Hatta o dönemde hükümet Demirci Kanunu çıkarmıştır. Kardeşim Hikmet DİLŞEKER’in evi yangın evidir, o evler sağlam yapılara sahiptir. O zaman yanan evlerin hepsi de ahşap; yangın esnasında çiviler attı ve diğer evlere sıçradı, bütün mahalle yandı. Yangın sonrasında çocuklar yangından kalan küllerin arasından çivi toplardı. Topladıkları çivileri Demirciler Çarşısı’na götürürlerdi. Demirciler onları ocaklarda eritip çiftçilere malzemeler çapalar, pulluklar bıçaklar üretirdi. O yıllarda tam bir sanayiydi orası.

 

               Demirciler Çarşısı tam olarak nerede kalıyor?

            Demirciler Çarşısı pazarın olduğu yerin batısında oluyor, gazino denilen yerin hemen altında bulunuyordu. O nostaljik yapıları sizin görme şansınız olmadı tabiî ki korunabilseydi keşke.

 

               Demirci’nin geçirdiği en unutulmaz dönemi hatırlar mısınız, komşuluk ilişkileri, akrabalık ilişkileri, eğitim, sosyal hayat, askeri okulun açılması o dönemi hatırlıyor musunuz? 

           Bizim ailemiz  Demirci’de herkese örnek gösterilirdi. Annemin evinde, kardeşlerimizin evinde toplanır, kalabalık aile sofraları kurulur. 

25 - 30 kişi tüm aile sohbet eşliğinde uzun kış gecelerinde bir arada olurduk. Yaz akşamlarında bağ hayatı Demirci’nin geçirdiği en görkemli dönemdi. Akşamları elektrik, yok gaz lambalarıyla, gemici fenerleriyle bağ gezmelerine giderdik. Yürürken arkamızda dev gölgeler oluşurdu. Askeri okul geldiği için sevindiler ama Demirci halkı mutahassıp olduğu için tepki yarattı. Askeri öğrenciler dışarı çıktıklarında mahalle aralarında halk tarafında tedirginlik yarattı, maalesef neticesinde de askeri okul kapatıldı.

 

               İlk Öğretmen Okulu açıldığı dönemi anlatır mısınız halkın tepkisi ne olmuştu?

               Şevket Raşit HATİPOĞLU Manisalı bir bakanımız vardı, onun önderliğinde İlköğretmen Okulu yapıldı. Demircili öğrencilere fırsat sağlandı. Çok donanımlı bir eğitim aldılar ve mesleklerinde çok başarılı oldular. İlköğretmen Oku lu’ndaki öğretmenler de Eski Köy Enstitüsü kalıntılarını yaşamış öğretmenlerdi. Oradan öğretmen olup yurdun her tarafına birer ışık oldu. Oradaki insanları, köyleri, kentleri aydınlattılar. Bu sene 60.yılını kutlayacak inşallah. Oradan mezun olanlar üretken bir eğitim aldılar.

 

               Maşallah sağlıkla bu yıllara kadar gelmişsiniz bizlere yaşam felsefenizi aktarır mısınız sağlıklı kalmayı nasıl başardınız?

               Her gün mutlaka bir elma yerim, meyveyi çok severim. Erken yerim sonra yemem. Düzenli beslenirim. Evimde yalnız yaşıyorum, oğlum her gün yanıma uğruyor. Birlikte zaman geçiriyoruz. Çarşıda, pazarda rahat dolaşabiliyorum. Pazara çıkmadığım zamanlarda pazardakiler beni merakla beklerler. Kaynaklarda bin yıllık çınarlar var orada otururuz. Ama Demirci’de bir evimin olmasını çok isterdim.

 

               Demirci’de yaz aylarında bağda yaşanıyormuş, o yılları bağ sefalarını anlatır mısınız?

               Bağ bozumu şenlikleri yapılırdı. Havaryo diye bağırılırdı, karşıdan karşıya ateşler yakılırdı, maniler söylenirdi, öyle güzellikler yaşanırdı. Kadınlar havuz başında oyalarını yapardı. Akrabadan ileriydi komşuluk ilişkileri çok güçlüydü. Bağda pekmez yapılırdı, pekmez toprağı kazmaya giderdik. O beyaz pekmez toprağı her yerde bulunmazdı onu bulurduk. Üzümler çuvallara doldurulurdu, ezme işlemini biz gerçekleştirirdik

.

               Uzun kış gecelerinde pişmaniyeler yapılırmış,  çok da güzel sohbetler olurmuş değil mi? 

            Soğuk kış akşamlarında bir evde toplanıp pişmaniye yapardık. Pişmaniyenin ham maddesi olan ağda alınırdı. Kadınlar un kavurup ön hazırlığı yaparken, erkekler de "agıt" adı verilen kaynamış şeker halkasını koparmadan sürekli bükerek tel tel pişmaniyeye dönüştürürdü. Pişmaniye, 4 - 5 saat sonunda hazır hale gelirdi. Pişmaniyeyi asıl lezzetli kılan yapanların emek ve birlikteliği olurdu.

               Şerife Teyzemiz ve İsmail Amcamız; Cumhuriyetin tüm kazanımlarını yaşam felsefesi edinen; öğrenen, öğreten, sorgulayan, araştıran ve hâlâ da öğretmeye çabalayan muhteşem bir büyüğümüz. Şerife Teyzemizin anlattıklarını büyük bir duygu yoğunluğu içerisinde, nefes almadan dinliyoruz, zaman nasıl geçiyor fark edemiyoruz bile. Son yıllarda hazırlarken büyük mutluluk duyduğu  bir söyleşiyi tarihe not düşmenin hem mutluluğunu  hem de  gururunu yaşıyorum. Sizlerin de okurken bizimle aynı duyguları hissedeceğinize inanıyorum. Cumhuriyetimizin 100. yılını kutlamanın verdiği bu mutluluğu yaşayan, yaşatan tüm okurlarımıza iyi haftalar diliyoruz. Şerife Teyzemiz ve tüm büyüklerimize sağlıklı, mutlu, huzurlu bir yaşam diliyoruz. Ayrıca bu çalışmada ulaştığımız bilgileri bizlerle paylaşan, Şerife teyzemiz ile bir araya getiren İsmail ŞENER’e çok teşekkür ediyoruz.     

             İLKNUR BURSALI...SEVGİ KÖPRÜSÜ

YAZARLAR