Basri GÜLER- Emekli Öğretmen


SINAV BAHÇESİNDE UMUTLAR


 

24Ağustos 2025… Gördes’in sabahı başka olur. Çamların arasından süzülen rüzgâr, dağları örten sis, kuşların öttüğü o taze sabah sessizliği… Direksiyonun başındaydım. Gözlerim önümde uzanan asfaltı takip ediyor, burnuma gelen çam reçinesinin kokusu içime doluyordu. Yol uzun ama gönlüm rahattı. Çünkü yanımda olmasa da, kalbimde oğlum Burak’ın heyecanını taşıyordum.
Akhisar’a vardığımda o karşımdaydı. Siyah pantolon, beyaz gömlek, ayakkabıları boyalı, sakalını tıraş etmiş… belli ki bu sınavı sadece bir sınav değil, hayatının dönüm noktası olarak görüyordu. Kapıyı açtığında yüzündeki gergin gülümsemeyi fark ettim.
— Hazır mısın oğlum? dedim.
— Hazırım baba… ama biraz heyecanlıyım, diye yanıtladı.
Burak, uzun zamandır Akhisar'da bir iş yerinde silahsız güvenlik olarak çalışıyordu. İşini severek yapıyordu aslında ama ha-yatın gerçekleri vardı. Silahsız belgeli bir güvenliğin iş imkanları sınırlıydı.  Oysa silahlı belge alırsa hem maaşı artacak, hem de daha iyi iş kapıları açılacaktı. Bu sınav onun için bir terfi değil, bir umut kapısıydı.
Manisa yolunda fazla konuşmadık. Orada Özel Güvenlik sınavına girecekti oğlum. Ara sıra radyodan türküler açtım, bazen sessizliği dinledik. Yol kenarındaki tarlalarda çalışan köylüler, sabah serinliğinde el sallayan çocuklar, hepsi gözlerimin önünden akıp giderken içimde bir düşünce vardı: “Hayat insanı zorladıkça, o da ayakta kalabilmek için daha çok çırpınıyor.”
Manisa’ya vardığımızda Çağdaş Uluçay İlkokulu’nun önünde kalabalık çoktan toplanmıştı. Bahçede yüzlerce genç vardı. Kimisi takım elbiseyle gelmişti, kimisi sade kıyafetlerle. Kimisinin elinde kitapçıklar, kimisinin cebinde kalemler, kimisinin gözlerinde yorgun ama inatçı bir parıltı…
Arabayı gölgeye çektim. Önce lokantaya uğradık. Küçük bir dükkândı; masalara daha sabahın ilk mercimek çorbaları servis ediliyordu. Sıcak buğu yüzümüze vurdu. Burak kaşığını ağır ağır karıştırıyordu. Çok şey söylemek ister gibiydi ama sustu. Ben de sustum. Bazen baba ile oğul arasındaki en büyük destek, kelimeler değil, sessizliğin verdiği güven olur.
Okulun bahçesine döndüğümüzde kalabalık daha da artmıştı. Çeşit çeşit hikâyeler bir araya gelmişti sanki. Orada oturup dinlemeye başladım.
Yanı başımda ince yapılı, saçlarını atkuyruğu yapmış bir genç kız oturuyordu. Elinde dosya kağıtları vardı. Sohbete başladık.
— Hangi bölüm mezunusun kızım? dedim.
— Sosyoloji… dedi kısık bir sesle.
— Peki neden güvenlik?
— Mecbur kaldım hocam. Mezun olalı üç yıl oldu, alanımda iş yok. Bir türlü atanamadım. Evde oturuyorum. Herkes bana “okudun da ne oldu, iş bulamadın” deyip duruyor. İnsan bazen kendi evinde bile boğuluyor. Çıkış yolu ararken buraya geldim. Hiç değilse ekmeğimi kazanırım.
Gözlerindeki kırgınlık, bana tüm bir neslin yarasını anlattı. Bir başka köşede iri yapılı, geniş omuzlu bir delikanlıyla tanıştım. “Ben inşaat mühendisiyim” dedi. “Ama beş yıldır işsizim. Müteahhitlerin yanında şantiye şefi olmak istedim, olmadı. KPSS’ye girdim, atanamadım. Babam her gün aynı şeyi söyler: ‘Okudun da ne oldun?’ İşte buradayım. Elimde diploma, ama cebimde iş yok. Bari güvenlik olayım, hiç değilse çocuklarımın önünde mahcup olmayayım.”
Kalabalığın kenarında gri saçlı, yüzü yorgun çizgilerle dolu bir adam vardı. Sigara içiyordu. Yanına gittim.
“Benim oğlum da üniversite bitirdi, atanamadı” dedi. “Onu yalnız bırakmamak için ben de sınava girdim. Belki beraber çalışırız, belki ona moral olur. Bizim kuşak zaten kayboldu. Bari onlar bir yol bulsun.”
Bir köşede başını ellerinin arasına almış bir genç vardı. Konuştum:
“Çevre baskısı çok hocam. Üniversiteyi bitir, sonra iş bulama… Köyde herkes alay ediyor. ‘Okudun da ne oldu? Evde oturuyorsun.’ diyorlar. İşte bu yüzden buradayım. Onlara inat, en azından çalıştığımı göstermek için.”
Bahçede dolaşırken şunu fark ettim: aslında bu gençlerin hepsi aynı hikâyeyi farklı cümlelerle anlatıyordu. Ortak noktaları, umutla çıkılan yolun duvarlara çarpma-sıydı. Ama yine de vazgeçmiyorlardı. O an düşündüm: “Bu ülkenin en büyük zenginliği bu gençler. Onların gözlerinde hem acı hem umut var.”
Burak yanıma geldi. Heyecanı artmıştı. Omzuna elimi koydum:
“Oğlum, bu sınav sadece bir sınav değil. Hayatın sana açtığı başka kapılar da olacak. Sen zaten işinde çalışıyorsun. Bu belge sana yeni imkânlar verecek. Unutma: İnsan, umudu oldukça ayakta kalır.”
Kapılar açıldı, sınav için içeriye girdiler. Kalabalık akın etti. Hepsinin yüzünde bir ciddiyet, omuzlarında görünmez yükler vardı. Burak da aralarına karıştı. Onu izlerken içimden dua ettim:
“Allah’ım, oğluma da, buradaki tüm gençlere de yolunu açık et. Onların gayretlerini boşa çıkarma.”
Okulun bahçesi sessizleşti. Geriye sadece çamların gölgesi ve umut dolu bir baba yüreği kaldı.
Okulun kapıları açıldığında kalabalık ağır ağır içeriye doldu. Bahçede yükselen uğultu, yerini derin bir sessizliğe bıraktı. Çam ağaçlarının gölgeleri uzamış, sanki sınava giren gençlerin üzerine eğilip onları dua eder gibi izliyordu. Bahçede kalan birkaç veli, ellerini cebine sok-muş volta atıyor, bazıları dua mırıldanıyordu.
Burak’ın beyaz gömleği kalabalığın içinde kaybolurken ben sadece sırtına bakabildim. O an anladım: aslında bir baba için en zor an, çocuğunu kendi imtihanıyla baş başa bırakmaktır. Çünkü o andan sonra yapılacak tek şey beklemekti.
Burak ve diğer adaylar, uzun koridorlardan geçerek sınıflara dağıtıldı. Sınıfın kapısı kapanınca içeride bir sessizlik oldu. Sıralar eskiydi, tahtanın köşesinde silinmemiş tebeşir izleri vardı. Kalem sesleri, sandalye gıcırtıları… Hepsi bu anı daha da ağırlaştırıyordu.
Gözetmen öğretmen, kalın gözlüklü, ciddi yüzlü biriydi. Sessizliği bozarak konuştu:
“Arkadaşlar, kimliğinizi çıkarın, kitapçıklar birazdan dağıtılacak. Bu sınav sizin için önemli olabilir ama unutmayın, bu da hayatın imtihanlarından sadece biridir.”
Burak, kalemini parmaklarının arasında çevirdi. Gözleri sorulara değil, sanki geleceğe bakıyordu. “Bunu kazanmalıyım.” diye düşündü. Çünkü bu belge onun için yalnızca bir kâğıt değil, işinde yükseleceği bir mertebe, ailesine daha güvenli bir gelecek sunma fırsatıydı.
Yanındaki sırada oturan genç kız –sosyoloji mezunu– kâğıda bakarken dudaklarını ısırıyordu. Onun için bu sınav, toplumun ona dayattığı “işsiz mezun” damgasını kırma çabasıydı.
Bir başka köşede inşaat mühendisi delikanlı vardı. Kalemi avucunun içinde terlemişti. Yıllarca çizim yaptığı eller, şimdi sınav kağıdına cevap işaretliyordu. İçinden “Ne günlere kaldık” diye geçirdi.
Orta yaşlı baba da başka bir sınıfta, gözlüklerini takıp soruları çözmeye çalışıyordu. Oğluna destek olmak için girmişti ama aslında kendi hayatına da yeni bir sayfa açmaya çalışıyordu.
Ben bahçede kaldım. Arada volta attım, arada bankta oturdum.  Bahçede diğer velilerle tanıştım. Bir annenin gözleri nemliydi:
“Oğlum dört yıldır işsiz. Her gün odasına kapanıyor, çıkmıyor. Bugün buraya zar zor getirdik. Allah yardım etsin.” dedi.
Bir başka baba sigarasını yere bastırarak, “Eskiden ilkokul mezunları bile iş bulurdu. Şimdi koskoca üniversite mezunları güvenlik olmak için yarışıyor. Demek ki işin aslı okumakta değil, sistemde.” diye yakındı.
Onları dinlerken içim burkuldu. Hepimizin derdi ortak, hepimizin yüreği aynı yükle doluydu.
İki saatlik sınavın ardından koridorlardan ayak sesleri gelmeye başladı. Kapılar açıldı, öğrenciler dışarıya taşan bir nehir gibi bahçeye aktı. Kimisinin yüzünde rahatlama, kimisinin yüzünde hayal kırıklığı vardı.
Burak da çıktı. Yüzünde ter damlaları vardı ama gözleri parlıyordu. Yanıma geldiğinde gülümsedi:
“Baba, elimden geleni yaptım.” dedi.
O an onun bu sözleri bana yetti. Sonucun ne olacağı elbette önemliydi ama asıl önemli olan gayretiydi, azmiydi.
Sosyoloji mezunu genç kız dışarıda telefonuna sarıldı. “Anne, iyiydi… evet, evet… inşallah kazanırım.” diyordu. Sesinde bir umut titreşiyordu.
Mühendis delikanlı derin bir nefes aldı:
“Kolay değildi ama en azından savaştım.” dedi.
Orta yaşlı baba ise çıkışta oğlunu buldu, sarıldılar. “Sen ne yaparsan yap, ben de buradayım.” diyordu gözleriyle.

İçimdeki Düşünce
Bahçede yükselen sesler, gülüşler, umutlu sohbetler bir süre sonra dağıldı. Kimisi evine döndü, kimisi otobüslere bindi. Biz de arabamıza yöneldik. Yolda Burak bana sınav sorularından bahsetti, zorlandığı yerleri anlattı. Ama ben pek dinlemedim, çünkü gözlerindeki ışığa takılmıştım. O ışık bana her şeyi söylüyordu: “Ben hâlâ umudumu kaybetmedim, baba.”

Direksiyona geçerken düşündüm:

“Demek ki insanı ayakta tutan şey sonuç değil, mücadele azmidir. Buradaki bütün gençler aslında toplumun kaybolmuş evlatları değil; tam tersine, onun direnen umutlarıdır.” Gökyüzüne baktım. Akşam güneşi dağların ardından batarken içimden şu dua döküldü:
“Allah’ım, bu sınav salonlarından çıkan bütün gençlere helal rızık nasip et. Onların yollarını açık et. Yorgunluklarını umutla ödüllendir.”

                                            Basri GÜLER
   Emekli Başöğretmen
 

YAZARLAR