Vaiz Ömer Faruk EKİCİ


ŞÜKÜR NİMETLERİN KADRİNİ BİLMEK!


               Sahâbenin meşhur öğrencilerinden ve asrının ileri gelen âlimlerinden Atâ b. Ebû Rebâh ile Ubeyd b. Umeyr, bir gün Resûl-i Ekrem’i en yakından tanıyan sevgili eşi Hz. Âişe’ye gelirler. Ubeyd b. Umeyr, “Anneciğim! Resûl-i Ekrem’de gördüğün en hayretâmiz davranışı bize anlatır mısın?” der. Hz. Âişe bir müddet sustuktan sonra şöyle cevap verir: “Bir gece bana, ‘Ey Âişe! İzin verirsen kalkıp bu gece Rabbime ibadet edeyim.’ dedi. Ben de ‘Vallahi, ben sana yakın olmayı da seni sevindirecek şeyi de severim’ dedim. Kalkıp abdest aldı. Sonra namaza başladı. Namazda ağladı ve gözyaşları göğsüne, sakalına ve secde ettiği yere damladı. Daha sonra Bilâl-i Habeşî sabah ezanını okumaya geldi. Allah Resûlü’nün ağladığını görünce, ‘Yâ Resûlallah! Yüce Allah geçmiş ve gelecek bütün günahlarını affettiği hâlde niçin ağlıyorsun?’ dedi. Allah Resûlü ona şu cevabı verdi: “Ben Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?’ ” 

 

               Allah Resûlü’nü mübarek ayakları ya da bacakları şişinceye kadar ibadete yönlendiren duygu, Allah’a şükretme duygusudur. Kendisine yeni inen ve göklerin ve yerin yaratılışını, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gitmesini akıl sahipleri için ibret olarak takdim eden âyetten sonra derin tefekkür sahibi bir Peygamber elbette O’na şükretmeyi seçecekti.

 

               Her nimet bir imtihan vesilesidir. Nimeti vereni hatırlamak ve ona teşekkür etmek, hem nimeti artırır hem de bereketlendirir. Nimeti vereni tanımamak ve nimetin asıl sahibini unutmak ise küfrân-ı nimet yani nimete karşı nankörlüktür.

 

               “İnsan”a biri “şükür / teşekkür”, diğeri “küfür / nankörlük” olmak üzere iki yol gösterilmiştir. Yüce Yaratıcı ona akıl ve irade vermiştir; ister şükreden biri olsun, isterse inkâr eden biri! İster kadirşinaslığı yani iyiliklerin değerini bilme yolunu tercih etsin, isterse nankörlük yolunu! Ancak herkes iradesiyle seçmiş olduğu yolun sorumluluğunu taşımaktadır. Şükür yolunun sonu Cennet, Nankörlük yolunun sonu ise hafizanallah Cehennemdir.

 

               Şükür, Yüce Allah’ın sayısız nimetlerine karşı kalp, dil ve beden ile övgüde ve teşekkürde bulunma, nimetleri saygı ile itiraf etmedir. Kalbin şükrü, nimetleri verenin Allah olduğuna inanmak; dilin şükrü, Allah’ın verdiği nimetlere hamdetmek; bedenin şükrü, varlığını Allah’ın rızasına uygun bir şekilde sürdürmek, namaz, oruç gibi ibadetleri eda etmek ve O’nun yasaklarından uzak durup buyruklarını yerine getirmek; malın şükrü ise sadaka ve zekât vermektir.

 

               Allah, yapılan şükrü karşılıksız bırakmamakta, şükre karşı daha fazlasını lütfetmektedir: “Eğer şükrederseniz elbette size (nimetimi) artırırım. Eğer nankörlük ederseniz gerçekten azabım çok şiddetlidir!” Aslında, “Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük edene gelince, (bilmelidir ki) Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. O, çok kerem sahibidir.” Ne var ki çoğu insan şükretmez! Bir kısmı da çok az şükreder! 1

 

               İnsan, kendisine sayısız nimetler lütfeden Rabbine şükretmekle kalmamalı, iyiliğini gördüğü insanlara da teşekkür etmelidir. Hz. Peygamber bir defasında bunu şöyle ifade etmiştir: “İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah’a da şükretmez.”

 

               Kendisine bir iyilikte bulunana ya da hayrı dokunana teşekkür etmek İslâm ahlâkının gereğidir. Bunun nasıl olacağını Hz. Peygamber’den öğrenmekteyiz: “Kendisine bir ikramda bulunu lan kişi, imkân bulduğu takdirde karşılığını versin. Bulamazsa (o iyiliği yapana) övgüde bulunsun. Çünkü (bir iyiliği) öven, şükran borcunu yerine getirmiş olur. İyiliği gizleyen ise nankörlük etmiş olur.” “Kendisine bir iyilik yapılan kimse, iyiliği yapana, ‘Allah seni hayırla mükâfatlandırsın!’ derse, en güzel övgüde bulunmuş olur.”

               

               Sayısız nimetin kendisine bahşedildiği insan, aldığı ve verdiği her nefeste, işittiği her seste, gördüğü her şeyde, tattığı her lezzette, dokunduğu her nesnede, kavradığı, idrak edebildiği her gerçekte bu kabiliyetleri kendisine veren Allah’ı anmalı, kendi âcizliğinin farkına varmalı ve kendisine hayat bahşettiği için Yüce Yaratan’a şükran duymalıdır. Unutmamalıdır ki, sadece kendisi değil melekler de dâhil olmak üzere yedi kat göklerde ve yerde bulunan bütün varlıklar hamd ile Allah’a karşı minnettarlıklarını dile getirmektedirler. Dolayısıyla hamdeden bir kul olmak kâinat bütününün anlamlı bir parçası olmak demektir.

 

               Bütün bunlara rağmen, Allah Teâlâ, “Kullarımdan şükredenler pek azdır.” buyurur. Bu durum, şükredenlerin bahtiyarlığını, şükretmeyenlerin talihsizliğini gösterir. Şükretmeyenler daha fazla nimete nail olanlara bakarak kendilerine çok az nimet bahşedildiğini düşünebilirler. Ancak esas olan, Peygamber Efendimizin de öğütlediği gibi, insanın zenginlik ve yaratılış bakımından kendisinden üstün olanlara bakıp dövünmektense, kendisinden aşağıdakilere bakarak sahip olduklarının kıymetini bilmesi ve kendisine verilen nimetlerin şükrünü eda etmesidir.

               

               Kaynak: Hadislerle İslam

YAZARLAR