Vaiz Muharrem DEMİR


SÜNNET: Nebevi Kılavuz - 1 –


               Peygamber Efendimiz (sav) ashâbı ile birlikte mescitte sohbet ediyordu. Etrafına toplanan sahâbîler de her zaman olduğu gibi pür dikkat onun anlattıklarını dinliyordu. Efendimiz, onlara kıyametin şiddetinden bahsediyordu. Sözleri orada bulunanları öyle etkilemişti ki, aralarından birçok kimse Hz. Peygamber’in anlattıklarının dehşetini ve kendi amellerinin eksikliğini düşünerek ağlamaya başlamıştı. İçlerinden bazıları ise derin düşüncelere dalmışlardı: Öyle ibadet etmeliydiler ki, bu vesileyle Allah'ın sevgisini kazanmalı, kıyamet gününün tüm keder ve sıkıntıla rından kurtulabilmeliydiler...

 

               Âhiret için ne gibi ameller yapabileceklerini istişare etmek üzere, aralarında Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali, Abdullah b. Mes’ûd, Abdullah b. Amr b. Âs’ın da bulunduğu on sahâbî, Osman b. Maz’ûn’un evinde toplandılar ve birtakım kararlar aldılar. İçlerinden Hz. Ali, Abdullah b. Amr b. Âs ve Osman b. Maz’ûn ise Peygamber'in (sav) nafile ibadetlerini öğrenmek ve her zaman olduğu gibi onu örnek almak amacıyla Resûlullah'a gitmeye karar verdiler. Hz. Peygamber'in evine ulaştılar. Efendimizi evinde bulamayınca, onun yalnızken nasıl ibadet ettiğini eşine sordular. Sevgili Peygamberimizin ibadet hayatı kendilerine anlatılınca da, bu ibadetleri kendileri için az gördüler ve “Peygamber'in yanında biz kimiz ki!.. Onun geçmiş ve gelecek bütün günahları bağışlanmıştır.” dediler. Hâlbuki Efendimizin ibadeti öyle azımsanacak gibi de değildi. Nitekim Hz. Peygamber'in (sav) bazı geceler sırf “Rabbine şükreden bir kul olabilmek için” gözünden yaşlar boşalıp mübarek ayakları şişinceye kadar, gece boyunca namaz kıldığı zamanlar vardı. Fakat yine de kendilerinin daha fazla ibadet etmeleri gerektiğini düşündüler. Onlardan birisi, “Ben, yaşadığım müddetçe geceleri hep namaz kılacağım.” dedi. Diğeri, “Ömrüm boyunca hep oruç tutacağım, asla oruçsuz günüm olmayacak.” dedi. Üçüncüsü de, “Kadınlardan uzak kalacağım ve hiç evlenmeyeceğim.” dedi. Hakikaten de Osman b. Maz’ûn bu gerekçeyle gündüzleri oruç, geceleri de namaz ile geçirmeye başlamıştı. Bu sebepten eşi Havle’yi de ihmal etmişti. Bu durum Hz. Peygamber'e bildirilince Osman’ı çağırmış ve “Yoksa benim sünnetimden (hayat tarzımdan) yüz mü çevirdin?..” demişti.

 

               Daha sonra Peygamber (sav) kendilerini bu şekilde dünyadan soyutlamayı düşünen sahâbîlerinin yanlarına gelerek onlara, “Şöyle şöyle diyenler sizler misiniz? Allah'a yemin ederim ki, Allah'tan en çok korkanınız ve ona karşı gelmekten en çok sakınanınız benim. Böyle olduğu hâlde ben bazen oruç tutuyor, bazen de tutmuyorum. (Gecenin bir kısmında) namaz kılıyor, (bir kısmında ise) uyuyorum ve kadınlarla da evleniyorum. Benim sünnetimden yüz çeviren, benden değildir.” buyurdu. (Buhârî, Nikâh, 1)

 

               Efendimizin (sav) bu sözleri, Allah'ın rızasını kazanmanın, insanı perişan edecek derecede ibadete yönelme veya dünyanın her türlü nimetinden el etek çekme gibi aşırı fiiller ile değil, ancak Hz. Peygamber'i (sav) rehber edinip onun sünnetine sıkı sıkıya bağlanmakla mümkün olabileceğini göstermekteydi. Nitekim Osman b. Maz’ûn’un evinde toplanıp karar alanlardan biri olan Abdullah b. Mes’ûd da muhtemelen yaşanan bu gibi hadiselerden sonra edindiği tecrübeler neticesinde şu kanaatini açıkça dile getirmişti: “Sünnete göre itidalle ibadet etmek, sünnet olmayan / bid’at hususlarda olanca gücüyle çalışmaktan daha hayırlıdır.”

 

               Elbette ki sünnete bağlı olmak, insanın kendi tasavvurları neticesinde yapacağı amellerden daha faziletli olacaktı. Çünkü Allah Teâlâ, Kur'an'ı insanlığın hidayeti için gönderirken Hz. Muhammed’i de Kur'an'ın nasıl hayata aktarılacağını Müslümanlara göstermesi için bir rehber olarak göndermişti. Peygamberimiz bir hutbesinde “Sözün en güzeli Allah'ın (cc) Kitabı’dır. Rehberliğin en güzeli ise Muhammed’in rehberliğidir.” (İbn Hanbel, III, 320) buyururak buna işaret etmişti.

 

               Hz. Muhammed'in (sav) peygamberlik vazifesi, sadece vahyi nakilden ibaret değildi. O, Rabbinden aldığı vahiy doğrultusunda, inanç, ibadet ve ahlâkî değerler başta olmak üzere günlük hayatın tüm alanlarında, İslâm’ı anlatarak, açıklayarak ve yaşarak Müslümanlara örnek bir hayat sergilemişti. “Andolsun, Allah'ın Resûlü’nde sizin için; Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı uman, Allah'ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır. ” (Ahzâb, 33/21) âyeti işte Hz. Peygamber'in bu “örnek olma” vazifesini vurgulamaktadır.

Allah Teâlâ insanlığa Kur'an'ı doğrudan göndermeyip, yirmü üç yılda Resûlü’nün örnek şahsiyeti ile uygulamalı bir şekilde, peyderpey göndermiştir. Bu zaman zarfında onun ahlâkı, temizliği, ibadet hayatı, ailesi ile olan münasebetleri… kısaca her hâli Müslümanlar için örneklik teşkil etmektedir.

 

               Zaten bir melek yahut olağanüstü bir varlık olarak değil de insanlar içerisinden seçilip peygamber olarak gönderilmiş olması da insanlara tam bir örnek olabilmesi içindi. İşte Peygamberimizin “sünnetim” ifadesinden kastı da onun ortaya koymuş olduğu bu “örnek yaşam tarzı” ve “rehberlik”tir. Bu hayat tarzının içerisine; onun sözleri, fiileri (uygulamaları) ve takrîrleri (onayları) de girmektedir.

 

               Yüce Rabbimiz, Peygamber'e uyulmasını emrediyordu, çünkü Peygamber'e itaat Allah'a itaattir. “Kim peygambere itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse, (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik.” (Nisâ, 4/80) Yüce Rabbimiz Resûlü’ne gönülden bağlanılmasını o kadar önemsemiştir ki, en ufak bir meselede dahi onun verdiği hükme rıza gösterilmemesini, imanın kemale ermemiş olmasına bağlamaktadır. Nitekim ensardan bir adam ile Zübeyr b. El-Avvâm arasında Harre mevkiindeki hurmalıkları sulayan kanalların kullanımı konusunda anlaşmazlık çıkmıştı. Bu kanallardan akan su önce Zübeyr"in bahçesine uğruyor, ardından Medineli adamın bahçesine geliyordu. O adam Zübeyr"e, “Suyu bırak, gelsin.” dedi. Fakat Zübeyr bunu kabul etmedi. Bu durum kendisine aktarıldığında Hz. Peygamber'e (sav), “Zübeyr! Önce sen sula, sonra suyu komşuna salıver.” buyurdu. Bunu işiten adam, Peygamberimize “Zübeyr senin halanın oğlu olduğu için (mi ona öncelik verdin)!” diye kızgın bir şekilde tepki gösterdi. Adamın bu sözü üzerine Allah Resûlü’nün yüzünün rengi değişti ve “Zübeyr! Sen sula, suyu (hurma ağaçlarının köklerine) ulaşıncaya kadar tut (sonra salıver).” dedi. Zübeyr, bu olay üzerine şu âyetin nâzil olduğunu söylemiştir: “Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisâ, 4/65)

 

               Hz. Peygamber'in hayatı tamamiyle Kur'an'a uygun bir yaşantıydı. Nitekim Enes b. Mâlik’in amcasının oğlu Sa’d b. Hişâm Medine’ye geldiğinde, Hz. Âişe’den kendisine Resûlullah'ın ahlâkını anlatmasını istemişti. Âişe, “Sen Kur’an okuyorsun değil mi?” diye sorunca Sa’d, “Evet.” cevabını verdi. Bunun üzerine müminlerin annesi, “İşte Hz. Peybamber’in ahlâkı Kur’an idi.” dedi. (Müslim, Müsâfirîn, 139) O, Kur'an'ı hayatında tam olarak yaşayarak somut bir şekilde anlatmış, Kur'an'ın ilk yorumunu da hayatı ile yapmıştır.

 

                           KAYNAK: HADİSLERLE İSLAM

YAZARLAR