Hz. Peygamber, bir yandan “Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni duyur!..” (Mâide, 5/67) emri uyarınca ashâbına Kur'an'ı bildiyor, diğer yandan da “İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur'an'ı indirdik.” (Nahl, 16/44) âyeti gereğince Allah'ın Kitabı’nı açıklayarak zihinlerdeki soru işaretlerini yok ediyordu. Nitekim O, insanlığı aydınlatmakla görevliydi: “Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı; Allah'ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik.” (Ahzâb, 33/45, 46)
Hz. Peygamber, yeri geldikçe mânâsı kapalı pek çok kelime ve âyeti açıklıyor, yeri geldikçe de Kur'an'da detaya girilmeden genel olarak işaret edilmekle yetinilmiş birçok konuda ayrıntılı açıklamalar yapıyordu. Söz gelimi Kur'an'da namaz kılmak emredilmiş olmasına rağmen namazın nasıl kılınacağına değinilmemiş, buna karşın Peygamber Efendimiz, “Namazı benden gördüğünüz gibi kılın.” (Buhârî, Ezân, 18) buyurarak namazın kılınış şeklini ve vakitlerini ashâbına uygulamalı olarak öğretmişti. Aynı şekilde hac konusunda da, “Hac ibadetinin gereklerini benden öğrenin.” (Müslim, Hac, 310) buyurarak haccın gereklerini de yaşayarak öğretmişti. Bu ve benzer birçok ibadetin uygulanışı sünnetten öğrenilmekteydi. Nitekim Hayber’in fethi esnasında İslâm’la şereflenen İmrân b. Husayn mescitte oturduğu bir esnada, şefaat ile ilgili konuşurlarken adamın biri, “Ey Ebû Nüceyd! Bize Kur'an'da bulunmayan konulardan bahsediyorsunuz!” diyerek onun Kur'an'dan değil de Hz. Peygamber'in sünnetinden bahsetmesinden rahatsız olmuştu. Bunun üzerine İmrân öfkelenerek:
—Sen Kur'an'ı okuyorsun (değil mi?)
—Evet.
—Akşam namazının üç, yatsı namazının dört, sabah namazının iki, öğle namazının dört, ikindi namazının dört rekât olduğunu Kur'an'da bulabiliyor musun?”
—Hayır.
—Bu hususları nereden öğrendiniz? Bizden öğrenmediniz mi? Biz de bunları Resûlullah'tan (sav) öğrendik. Siz her kırk dirhem için bir dirhem, şu kadar sürüsü olana şu kadar koyun; şu kadar devesi olana şu kadar deve zekât vereceğine dair Kur'an'da bir hüküm bulabiliyor musun?
—Hayır.
—Bu hususları nereden öğrendiniz? Biz onları Resûlullah'tan (sav) öğrendik. Siz de bizden. Yine “Kur'an'da "…Beyt-i Atîk"i tavaf etsinler." buyruluyor. Tavafın yedi (şavt) olduğunu, Makâm-ı İbrâhîm arkasında iki rekât namaz kılınacağını Kur'an'da bulabiliyor musun? Bu hususları kimden öğreniyorsunuz? Bizden öğrenmiyor musunuz? Biz bunları da Allah'ın Peygamberi’nden (sav) öğrendik.” dedi.
Aralarındaki konuşma bu minval üzere devam ettikten sonra adam “Beni ihya ettin, Allah da seni ihya etsin!” diyerek İmrân b. Husayn’ın haklı olduğunu kabul etti. (Hâkim, Müstedrek, I, 159 (1/110))
“Onlar, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları Resûl’e, o ümmî peygambere uyan kimselerdir. O, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten alıkoyar. Onlara iyi ve temiz şeyleri helâl, kötü ve pis şeyleri haram kılar…” (A’râf, 7/157) âyeti, Peygamber Efendimizin Kur'an'ı tefsir etmenin yanında onda yer almayan bazı konularda hüküm koyma yetkisinin olduğunu beyan etmektedir. Nitekim Peygamber (sav) Hayber günü ashâbına birtakım yasaklar getirmiş, ardından da “Sizden biriniz köşesine yaslanarak (cahilce) Allah'ın şu Kur'an'da yasakladığı şeylerden başka hiçbir şeyi yasaklamadığını mı zannediyor? Şunu iyi bilin ki: Vallahi ben (hem) öğüt verdim (hem bazı şeyleri) emrettim, (hem de bazı şeyleri) yasakladım. (Benim emrettiğim ve yasakladığım) bu şeyler ya Kur’an kadar yahut da ondan daha fazladır... ” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Harâc, 31, 33) Böylece Efendimiz, Kur'an' da bulunmayan pek çok konuda kendisinin hüküm koyduğunu ifade etmiştir. Allah Teâlâ’nın, “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.” (Haşr, 59/7) emri de bu anlamı içermekteydi. Aynı hususu Peygamber (sav) de belirtmekteydi: “Size ne emrettimse onu yapınız; size neyi yasakladımsa ondan sakınınız.” (İbn Mâce, Sünnet, 1)
Yine bir seferinde Peygamber Efendimiz hutbe okurken, “Ey insanlar! Allah size haccı farz kılmıştır. Öyleyse haccedin!” buyurmuştu. Bunun üzerine bir adam ayağa kalkarak “Her sene mi yâ Resûlallah?” diye sordu ve Resûlullah'ın (sav) sessiz kalmasına aldırmayarak sözünü üç defa tekrarladı. Sonunda Allah Resûlü, “Evet desem her sene vacip olurdu ve siz de buna güç yetiremezdiniz.” buyurdu ve şunu ilâve etti: “Ben sizi (serbest) bıraktığım müddetçe siz de beni bırakın. Sizden öncekiler, çok soru sormalarından ve peygamberlerinin buyrukları üzerinde ihtilâf etmelerinden dolayı helâk olup gitmişlerdir. Size bir şey emrettiğimde gücünüzün yettiğince onu yapın, size bir şeyi yasakladığımda da onu terk edin!” (Müslim, Hac, 412)
Bu ve benzeri örnekler Peygamberimizin hüküm koymada da aktif bir rol aldığını göstermektedir. Bundan dolayıdır ki sünnet, Kur'an'dan sonra ikinci bilgi ve uygulama kaynağı olmuştur. Sahâbîler, Hz. Peygamber'in vefatından sonra bir mesele ile karşılaştıklarında, Kur'an'da yer almayan konularda sünnete başvurmuşlardır. Nitekim tâbiînin büyük âlimlerinden Meymûn b. Mihrân, Hz. Ebû Bekir’in bir mesele ile karşılaştığında nasıl hüküm verdiğini şöyle anlatmaktadır: “Kendisine davacılar geldiği zaman, (hüküm vermek için öncelikle) Allah'ın Kitâbı’na bakardı. Şayet onda, (davacıların) aralarındaki sorunu çözecek hükmü bulursa onunla hüküm verirdi. Eğer (meselenin hükmü) Kitab’da bulunmaz ve o konuda Resûlullah (sav) (tarafından uygulanmış olan) bir sünnetin olduğunu biliyorsa hükmü onunla verirdi. Eğer bir hükme ulaşamazsa, çıkar, "Bana şöyle şöyle (bir mesele) geldi. Acaba sizler o konuda Resûlullah'ın (sav) herhangi bir hüküm verdiğini biliyor musunuz?" diyerek Müslümanlara sorardı. Kimi zaman o topluluğun hepsi etrafında toplanır, o konuda Resûlullah'tan (sav) nakledecekleri bir hüküm varsa onu bildirirlerdi. Ebû Bekir de şöyle derdi: "İçimize, peygamberimizden (gelen bilgileri) muhafaza eden kimseleri yerleştiren Allah'a hamd olsun!" Şayet bu yolla da bir hükme ulaşamazsa, halkın ileri gelenlerini ve seçkinlerini toplar, onlarla istişare ederdi. Onlar da bir hüküm üzerinde söz birliği ederlerse, bununla hüküm verirdi.” (Dârimî, Mukaddime, 20)
Hz. Ömer, bir hutbesinde Resûlulah’ın (sav) şahsî kanaatlerinin dahi Müslümanlar için büyük bir değer taşıdığını şöyle anlatmaktaydı: “Ey insanlar! Re’y (şahsî kanaat ve düşünce), ancak Resûlullah'a aitse isabetlidir. Çünkü Allah ona (doğruyu bizzat) göstermiştir. Bizim re’ylerimiz ise, (doğru olanı bulmak için ortaya konan) zan ve zorlama çabadan ibarettir.” (Ebû Dâvûd, Kadâ’ (Akdiye), 7)
KAYNAK : HADİSLERLE İSLAM