Vaiz Muharrem DEMİR


SÜNNET: Nebevi Kılavuz - 3 –


               Sünnet’in Kur'an'dan sonra ikinci kaynak olması, daha Hz. Peygamber döneminde bilinmekteydi. Nitekim Peygamber Efendimizin, kıyamet günü âlimlerin önünde yürüyeceğini söyleyerek ilmî kişiliğini övdüğü genç sahâbîsi Muâz b. Cebel’i Yemen’e vali olarak göndereceği zaman aralarında şöyle bir konuşma geçmişti:

               —(Sana bir dava geldiğinde) nasıl hüküm vereceksin?

               —Allah'ın Kitabı’na göre hüküm verece ğim.

               —(O konuda) Allah'ın Kitabı’nda bir hüküm bulamazsan?

               —Resûlullah'ın (sav) sünneti ile (karar vereceğim).

               —Resûlullah'ın (sav) sünnetinde de yoksa?

               —Kendi görüşümle ictihad ederek bir karara varacak ve ona göre hüküm vereceğim.

               Bunun üzerine Hz. Peygamber:                                              “Resûlü’nün elçisini (Resûlü’nün arzuladığı cevabı vermeye) muvaffak kılan Allah'a hamdolsun.” buyurmuştur. (Tirmizî, Ahkâm, 3)

               Sünnetin kaynaklığı sahâbeden bugüne hemen hemen herkes tarafından kabul edilirken çok az sayıda da olsa hadis ve sünnet karşıtı bazı söylemler ortaya çıkabilmiştir. Bu itirazların merkezinde “Kur'an'a dönüş”, “Kur’an ile yetinme”, “Kur’an İslâm’ı” gibi düşünceler yer almaktadır. Fakat gerek Allah Teâlâ’nın Hz. Peygamber'e itaat ve ona tâbi olmak ile ilgili Kur'an'daki emirleri, gerekse sünnetin ideal ümmeti oluşturma yolundaki katkısı düşünüldüğünde, bu ve benzeri anlayışların realiteden çok uzak olduğu anlaşılacaktır. Hz. Peygamber'in şu hadisi de Kur'an'ı ön plana alıp sünneti öteleyen zihniyete karşı bize bir uyarı niteliğindedir: “Sizden birinizi, emrettiğim veya yasakladığım bir konu kendisine iletildi ğinde, sakın köşesine yaslanmış olarak (cahilce), "Biz Allah'ın Kitabı"nda ne bulursak ona uyarız (hadis tanımayız!)" derken bulmayayım! ” (Tirmizî, İlim, 10)

               Sünnet, her şeyden önce Kur'an'ın uygulanmış şeklidir. Ondan ayrı düşünülemez. Dahası, Hz. Peygamber'in sünneti ve hadisleri bilinmeden Kur'an'ın tam olarak anlaşılması mümkün değildir. Nitekim Hz. Ömer şöyle demektedir: “Birtakım insanlar çıkacak, Kur'an'ın (değişik şekillerde anlaşılabilmesi mümkün olan) müteşâbih âyetlerini öne sürerek sizinle mücadele edecekler. O durumda sünnetlerle onların yakasına yapışın. Zira sünnetlere sarılanlar Allah'ın Kitabı’nı en iyi bilenlerdir.” (Dârimî, Mukaddime, 17)

               Peygamber Efendimiz hayatın her alanında ashâbını bilgilendirmiş, onları özel bir eğitime tâbi tutmuştur. Tevhidi öğretmiştir; her türlü şirkten arınmış, maddî ve mânevî tüm putları gönülden çıkartıp bir olan Allah'a iman etmeyi, O’nu tanımayı, sevmeyi, O’ndan korkmayı... İbadetleri öğretmiştir; uygulanış şekillerini, huşûu, Allah'a itaat ve teslimiyeti, kul olma bilincini, şuurunu...

               Ahlâkı öğretti; edebi, hayâyı, iffeti, salih ameli, sevgiyi, merhameti, şefkati, samimiyeti, sadakati, vefakârlığı, fedakârlığı, diğerkâmlığı, merhameti... Her hayırlı işe Allah'ın adını anarak başlamayı, yemeği sağ el ile ve önünden yemeyi, içerken kabın içine solumamayı, başkasının evine izinsiz girmemeyi, küçüklere merhamet edip, büyüklere saygı göstermeyi, insanların kusurlarını araştıran değil örten olmayı, kötü söz ve fiilleri terk etmeyi...

               Aile kurmayı öğretti, ideal eş seçimini, aile olmayı, baba olmayı, anne olmayı... Çocuk eğitimini, anne babaya karşı görevleri... Arkadaşlığı, dostluğu, selamlaşmayı, hediyeleşmeyi, sıla-i rahmi, hasta ziyaretini, toplumsal dayanışmayı... Ticareti öğretti, alışverişi, ortaklığı, çarşı pazarı, alacaklı olmayı, borçlu olmayı, kamu malını, işçi işveren ilişkilerini... Giyim kuşam ve süslenme âdâbını, yemeyi, içmeyi, bayramı, sevinmeyi, sevmeyi, sevilmeyi, eğlenmeyi... Kısaca hayata dair her şeyi!

               İşte Peygamber Efendimizin Müslümanlara yaşayarak ve anlatarak öğrettiği sünneti, İslâm dininin, hayatın her alanına nüfûz etmesini sağlamıştır. 

               Aynı zamanda sünnet, İslâm kültür ve medeniyetini inşa eden bir model olmuştur. İslâm medeniyeti, devlet yönetiminden ekonomik hayata, toplumsal ilişkilerden bilimsel faaliyetlere, mimariden sanata kadar hayatın her alanında sünnetten aldığı ruh ile asırlar boyunca gelişme göstermiştir. Sözgelimi Hz. Peygamber'in sadaka-i câriyeyi ve genel olarak yardımlaşmayı teşviki İslâm toplumunda vakıf geleneğinin yaygınlık kazanmasını sağlamıştır. Camiler, köprüler, okullar, üniversiteler açılmış, açlar doymuş, evsizler başlarını sokacak bir yer bulmuş, hayvanlar için bile özel vakıflar kurulmuştur. Böylece vakıflar, İslâm kültürünün sosyal hayattaki simgesi olmuş, İslâm medeniyeti bir vakıf medeniyeti hâline gelmiştir. Peygamberimizin yolcu veya yolda kalan kimseyi zekât verilecek kimseler arasında zikretmiş olması, yolcular için inşa ettirilen misafirhaneyi öldükten sonra müminin sevap defterinin açık kalmasına vesile olacak fiiller arasında zikretmesi İslâm medeniyetinde sırf yolcular için hanlar, hamamlar, kervansaraylar v.b. tesislerin inşa edilmesini teşvik edici önemli bir unsur olmuştur. Peygamberimizin ekonomi alanındaki düzenleme ve tavsiyeleri de dürüst bir ticaretin gerçekleşmesi yolunda Müslümanlara rehberlik etmiştir. Kardeşlik esasına dayalı kurulmuş olan “Ahîlik Teşkilatı” da ilhamını Kur’an ve sünnetten almıştır. Bu hususlar, Müslümanların mâneviyatlarını olduğu kadar maddî hayatlarını da imar etmelerinde sünnetin önemli bir rol oynadığını göstermektedir.

               Peygamber Efendimizin küçük bir bebek iken vefat eden oğlu İbrâhim’in defni esnasında kazılan mezarda göze hoş görünmeyen bir açıklığı düzelttirmesi ve sonra, “Bu, ölüye ne fayda ne de zarar verir, ancak hayattakilerin gözüne hoş görünür. Biriniz bir iş yaptığında onu en güzel şekilde yapsın. Zira Allah kişinin, işini sağlam yapmasından hoşlanır.” (İbn Sa’d, Tabakât, I, 142) buyurması örneğinde olduğu gibi Efendimizin salih amele (işi en uygun bir şekilde yapmaya), ihsâna (işi en güzel biçimde yapmaya, daima güzel davranmaya) ve işlevselliğinin yanında göze de hitap etmesine değer vermesi, İslâm medeniyetindeki sanat ve zarafet anlayışının temellerini oluşturmuştur.

               Sünnete bağlılıkları sayesinde İslâmî kimliklerini koruyabilen Müslümanlar, sünnetten uzaklaştıklarında ise sünnetin tam zıddı olan bid’atlara sapmaktan kurtulamamışlardır. Nitekim Peygamber Efendimiz şöyle buyurmaktadır: “İşlerin en şerlisi (din konusunda) sonradan ortaya çıkanlardır. Sonradan ortaya çıkan her şey bid’attir. Her bid’at dalâlettir. Her dalâlet insanı cehenneme götürür.” (Nesâî, Salâtü’l-îdeyn, 22) Yine Resûlullah (sav), vefatının yaklaştığı günlerden birinde sabah namazından sonra gözleri yaşartan, kalpleri hüzünlendiren son derece dokunaklı bir konuşma yapmış, ashâbdan biri dayanamayarak, “Ey Allah'ın Resûlü! Sanki veda konuşması yaptın, bize ne tavsiye edersin?” demişti. Bunun üzerine Peygamber (sav) şu tavsiyelerde bulunmuştur: “Size Allah'a karşı sorumluluk bilincinde olmayı ve Habeşli bir köle de olsa (başınızdaki idareciyi) dinleyip itaat etmeyi tavsiye ederim. Çünkü benden sonra yaşayacak olanlarınız çok ihtilâflar görecekler. Sonradan çıkarılmış (aslı olmayan) şeylerden ise sakının! Çünkü sonradan çıkarılmış her şey bid’attir. Sizden kim bu dönemlere ulaşırsa, benim sünnetime ve doğru yolu bulan, hidayete erdirilmiş halifelerin sünnetine sarılsın! Bunlara azı dişlerinizle (tuttuğunuz gibi sımsıkı) sarılın.” (Tirmizî, İlim, 16)

               Dün olduğu gibi bugün de bid’atlere, sapmaya, yozlaşmaya ve bozulmaya karşı İslâm ümmetini koruyacak olan şey sünnete sımısıkı sarıl maktır. Nitekim Peygamber Efendimiz bu hususta ümmetini şöyle uyarmıştır:

               “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu şaşırmayacaksınız: Allah'ın Kitabı ve Peygamberinin sünneti.” (Muvatta’, Kader, 3)

               KAYNAK : HADİSLERLE İSLAM

YAZARLAR