Âşûrâ: hicrî takvimin ilk ayı olan Muharrem ayının onuncu günüdür. On sayısı ile ilgili olan aşr ve âşir Arapça bir kelime olarak birçok kültürde yer etmiş değer verilen bir gündür.
Âşûrâ gününün geçmişi hakkında; Hz. Mûsâ ve kavminin, Firavun’un zulmünden kurtulduğu ve yahudilerin oruç tutmakla mükellef olduğu bir gündür denmekle beraber bir diğer görüşe göre ise, Hz. Nûh’tan itibaren bütün Sâmî dinlerde mevcut olan ve Câhiliye Arapları arasında da Hz. İbrâhim’den beri önemli görülüp halen günümüzde oruç tutulan bir gündür. Bu görüş, Hz. Âişe ile Abdullah b. Ömer’in (r.a) rivayetlerine dayanır.
Hz. Âişe’nin rivayeti şöyledir: “Âşûrâ Kureyş’in Câhiliye devrinde oruç tuttuğu bir gündü… Fakat ramazan orucu farz kılınınca kendisi âşûrâ gününde oruç tutmayı bırakmış, bundan sonra müslümanlardan dileyen bu günde oruç tutmuş, dileyen tutmamıştır” (Buhârî, Savm, 69)
Hz. Nûh zamanından beri bütün Sâmî dinlerde makbul sayılan âşûrâ gününde oruç tutmak yahudilere farz kılınmıştı. Onlar, yedinci ayları olan Tişrin’in onuncu gününe rastlayan âşûrâyı bayram telakki ederek birtakım merasimler icra eder ve bir yıllık günahlardan temizlenmek üzere oruç tutarlardı (Levililer, 16/30-34, 23/27).
Âşûrâ orucunda, müslümanların yılın oniki ayı içinde değişen kamerî takvimi, yahudilerin ise kendilerine has şemsî-kamerî karışımı ve sadece eylül-ekim ayları içinde değişen bir takvimi kabul etmeleri, yahudiler kefâret orucu tutup bayram yaparken müslümanların geçmiş peygamberlerin sünnetine uyarak sadece oruç tutması gibi farklar, İslâm ve yahudi telakkilerini birbirinden ayıran hususlardır.
Rasûl-i Ekrem, a.s. yahudileri taklit etmemek ve hurafelerinin İslâm bünyesine girmesine engel olmak için müminleri uyarmış ve sadece âşûrâ günü değil muharremin dokuz, on ve onbirinci günlerinde oruç tutmalarını tavsiye etmiştir. (a.g.e.)
Ebû Hanîfe ile bazı Şâfiîler âşûrâ orucunun önceleri vâcip olduğunu, fakat bu hükmün ramazan orucu ile nesh edildiğini, Hanbelîler ve bir kısım Şâfiîler ise müstehap olduğunu kabul etmişlerdir.
Âşûrâda oruç tutmanın fazileti konusunda sahih hadislerin bulunmasına karşılık o gün yıkanmak, gözlere sürme çekmek, süslenmek, kına yakmak, bayramlaşmak, selam vermek, hububat karışımı aş (aşure) pişirmek, komşulara aşure dağıtmak, sadaka vermek, mescitleri ziyaret etmek, kurban kesmek gibi fiiller hakkında sahih bir rivayete rastlanmamıştır. Hadis olduğu öne sürülerek paylaşılan buna benzer metinlerin birçoğu gerçekte hadis değildir. Zira bu âdetleri Resûlullah’ın ve ashabının yaptığına dair herhangi bir kayıt olmadığından dolayı uygulamanın Câhiliye âdetlerine veya yahudi geleneklerine dayanması kuvvetle muhtemeldir.
Çok eskiden beri devam eden aşûre aşı Osmanlılar döneminde sarayda pişirilir ve merasimlerle beraber halka ikram edilir idi. Günümüzde de âşûrâ orucu tutmak ve aşure tatlısı pişirmek bütün canlılığıyla devam etmekle beraber âşurâ gününde aşure pişirip konukomşuya ikram etmenin dini boyutundan ziyade kültürel bir gelenek olduğunu unutmamak gerekir.
Âşurâ günü aynı zamanda bir matemhüzün günüdür. Museviliğe göre âşurâ, Büyük Kefaret Günü manasında kullanılmıştır. Hz. Hüseyin bin Ali ve beraberindeki 72 kişi H. 61’de Muharremin onuncu gününde (10 Ekim 680) Kerbelâ'da Yezid'in Ordusu tarafından şehit edilmiştir. Bu hüzünlü olaydan dolayı şiilerce Muharrem ve Safer aylarını matem ayları olarak kabul edilir. İki ay boyunca düğün ve benzeri eğlenceler yapılmaz, bu mâtem günlerinde taziye meclisleri düzenlenerek ağlamaklı mersiyeler okunur. Şii kültüründe Âşurâ kelimesi Muharrem ayında işlenen Hz. Hüseyin cinayetinden sonra tutulan geleneksel yasın diğer adı olarak yerleşmiştir.
Alevîlerde ise Matem süresince bıçağa ve kesici aletlere el sürülmez, kurban kesilmez ve et yenmez. Matem boyunca hiçbir canlıya eziyet edilmez. Kerbelâ katliamında hasta olması nedeniyle İmam Zeynel Abidin'in kurtulması ve Hz. Ali'nin soyunun devam etmesi nedeniyle de Allah'a şükredilip aşureler ikram edilir.
İran başta olmak üzere ülkemizde de bulunan Şîi kesimlerce icra edilen kendini zincirleyerek kan revân içinde kafaya ve göğse vurma gibi eylemler bir peygamber torununun şehit edilmesine duyulan matemden çok öte bir hal almış durumdadır. Bu tür kanlı eziyetlerin ne kendine nede bir başkasına yapılmasına dinen hiçbir ruhsat yoktur. Kaldı ki dedesi olarak Hz. Peygamber dahi kendi evlatları kucağında birer birer vefât etmesine rağmen, sessizce gözyaşı döküp dua etmekten öte geçmemiştir. Bugün sözde ehl-i beyt sevdâsı-aşkı için yapılan bu gösteriler nedense tüm peygamber ailesi için değil sadece dar bir ehl-i beyt anlayışıyla istismar edilmektedir.!
1 Muharrem Hicri 1446 yılımız tüm İslam alemi adına kutlu olsun.