Vaiz Muharrem DEMİR


TEVAZU ve KİBİR: Tevazu Yüceltir, Kibir Alçaltır -2-


        Kibir, kıskançlık, cimrilik, açgözlülük, nankörlük ve bencillik gibi Müslüman'a yaraşmayan pek çok kötü duyguyu hatta Hakk'a isyanı beraberinde getirir ki bu duyguların hâkim olduğu kalpte Müslümanlık alâmeti olan sevgi, merhamet ve güven gibi duyguların gelişmesi mümkün değildir. Bunun için Hz. Peygamber, güzel giyinmekten hoşlandığını ancak bunun kibir anlamına geldiğinden endişe ettiğini söyleyen bir kişiye kalbinin ne hissettiğini sormuş, o kimse Hakk'ı bilen ve onunla mutmain olan bir kalbe sahip olduğunu söyleyince, böyle bir kalpte kibir olmayacağını belirtmiştir. Ayrıca kendini başkalarından büyük gören bu tür insanların çoğalması, İslâm Dini'nin öngördüğü bireylerin “birbirine kenetlenmiş tuğlalar gibi” kaynaştığı, dayanışmaya ve paylaşıma dayalı toplumu oluşturmaya engel olur. Bu nedenle İslâm Dini'nde kibirden kaçınmanın gerekliliği üzerinde önemle durulmuştur. Resûlü'nün âmâ bir sahâbîye surat asmasına razı olmayan Yüce Yaratan insanı başkalarını küçümsemekten ve büyüklük taslamaktan nehyetmiştir. “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara asla erişemezsin.” (İsrâ, 17/37) diyerek uyarıda bulunmuş ve “O (insanoğlu), kendisine kimsenin güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?” (Beled, 90/5) sözleriyle aslında yalnızca âciz bir kul olan insana, bu konumunun farkında olarak hareket etmesi gerektiğini bildirmiştir. Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kişinin cennete giremeyeceğini haber veren Allah Resûlü, “İnsanların kendisi için ayağa kalkmasından hoşla nan kimse cehennemdeki yerine hazırlansın.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 151-152) buyurmuştur. Böylece kibre giden yolları da yasaklamış; kaplan derisi üzerine oturmak, ipek ve atlastan kıyafetler giymek, altın ve gümüşten mutfak eşyaları kullanmak ve ziynetlerle gösteriş yapmak gibi kibir alâmeti olan davranışlardan da uzak durulmasını istemiştir.

        Resûlullah kibrin kötülüğü ve ondan sakınmanın gerekliliği üzerinde o kadar çok durmuştur ki sahâbenin önde gelenleri dahi bu kötü hastalığa yakalanmaktan korkar hâle gelmiştir. Nitekim Hz. Peygamber bir gün ashâbını, “Kim elbisesini kibirlenerek yerlerde sürürse Allah kıyamet günü o kimseye (rahmet nazarıyla) bakmaz.” diyerek uyarmıştı. Bunu duyan Hz. Ebû Bekir telaşla, “Ey Allah'ın Resûlü! Eteğimin bir tarafını kaldırmazsam sarkıyor.” diye kendi hâlini açıklama gereği duymuş, Hz. Peygamber de onu şu sözlerle rahatlatmıştı: “Sen bunu kibirlenerek yapan kimselerden değilsin.” (Buhârî, Fedâilü ashâbi’n-nebî, 5) Diğer Müslümanlar da aynı hassasiyeti göstermişlerdir. Çünkü insanın her an her hareketinde kendisini başkalarından üstün görme tehlikesi vardır; ibadetlerinde bile.

        İslâm Dini bir yandan kişiyi kibirden olabildiğince uzaklaştırmayı hedeflerken bir yandan da onun ruhuna alçakgönüllülüğü yerleştirmeye çalışır. Zira, “Rahmân'ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara laf attıkları zaman, "selâm!" der (geçer)ler.” (Furkân, 25/63) Mümin, ihtiyaç sahibi kimselerin varlığını hesaba katarak yaşar, israfa kaçma korkusu ve lüks yaşamanın kendisine anlamsız bir gurur vereceği endişesiyle mütevazı bir hayatı tercih eder. Bu niyetinden dolayı, imkânı olduğu hâlde yalnızca Allah'ın rızasını gözeterek kıymetli ve gösterişli elbiseler giymeyi terk eden kişinin, kıyamet gününde herkesin gözleri önünde iltifata tâbi tutulup cennet elbiselerinden dilediğini giymekle ödüllendirileceği ifade edilmiştir. Ayrıca mütevazılığın cennet ehlinin özelliklerinden olduğu bildirilmiş ve alçakgönüllü davranmanın aslında bir yücelme sebebi olduğu ifade edilmiştir: “...Allah için tevazu gösteren kişiyi Allah ancak yüceltir.” (Müslim, Birr, 69)

        Mütevazı kişi Allah tarafından yaratıldığının, içinde bulunduğu nimetlerin O'na ait olduğunun bilinciyle O'nun rızasını kazanmaya çalışan kimsedir. Yüce Allah Kitabı'nda tevazu sahibi kimseleri müjdeleyerek onların şu özelliklerine dikkat çekmektedir: “...Alçakgönüllü kimseleri müjdele! Onlar, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperen, başlarına gelen (musibet)lere sabreden, namazı dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayan kimselerdir.” (Hac, 22/34-35) Böylece mütevazı kişi herkes gibi kendisinin de Allah'ın bir kulu olduğunu, O'nun katında üstünlüğün ancak takva ile olduğunu bilir. Amellerin niyetlere göre değer kazanacağına inandığından diğer insanların Allah nazarında kendisinden daha üstün olabileceğini düşünür. Bu nedenle diğer insanları küçümsemez; onlarla Allah'ın emrettiği şekilde kırgınlık, kıskançlık ve küskünlükten uzak, sevgi, saygı, dayanışma ve yardımlaşma içerisinde kardeşçe yaşar.

        İnsanlığa Kur'an ahlâkını yaşayarak gösteren Hz. Peygamber onlara tevazuu da yaşayarak öğretmiş, oldukça sade bir yaşam sürmüştür. “Âlemlere rahmet” olarak gönderilen Efendimiz (sav), yaşamının hiçbir anında “beşer” olduğunu unutmamış ve Allah tarafından kendisine verilen yüce meziyetlerle kendini büyük görmemiştir. Kendisini canından çok seven ashâbın ona aşırı övgülerde bulunmasını istememiş ve onları bu konuda uyarmıştır: “Hıristiyanların Meryem oğlunu (İsa'yı) övmekte aşırı gittikleri gibi siz de beni övmede aşırılık göstermeyin. Şüphesiz ki ben Allah'ın kuluyum. Onun için bana "Allah'ın kulu ve resûlü" deyin.” (Buhârî, Enbiyâ, 48) Kendisi için ayağa kalkılmasını hoş görmemiş, toplumun en fakir kesimiyle birlikte oturup kalkmış, yemiş içmiş, çocukları dahi selâmından mahrum bırakmamıştır. Bu tutumuyla insan lara örneklik eden Allah Resûlü sık sık insanları kibirden sakındırıp alçakgönüllü olmaya çağırmıştır: “Allah bana, mütevazı olup birbirinize karşı övünmemenizi ve birbirinize karşı haddi aşan davranışlarda bulunmamanızı vahyetti.” (Müslim, Cennet, 64)

        Geçmiş ümmetlerden kıssalarla insanlara kibrin âfetini göstermeye çalışmış ve “...Müslüman kardeşini küçük görmesi, kişiye kötülük olarak yeter...” demiştir. (Müslim, Birr, 32)

        Tevazu sahibi olmak Müslümanlığın gereklerindendir. Ancak her şeyde olduğu gibi tevazuda da aşırıya kaçmamak önemlidir. Zira mümin hem kendisinin hem de Müslüman kardeşinin saygınlığını ve şerefini korumakla memurdur. Müminler kendilerini hakir görenlere karşı kararlı ve asil duruşlarını korumalı, şereflerinin ayaklar altına alınmasına müsaade etmemelidir. Zira Kur'ân-ı Kerîm'de belirtildiği gibi: “Muhammed, Allah'ın Resûlü'dür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çetin (kararlı ve tavizsiz), birbirlerine karşı da merhametlidirler.” (Fetih, 48/29) 57 Hz. Peygamber'in, sıtma hastalığından dolayı zayıf düşen ashâbına, Mekke'ye geldiklerinde onları âciz görerek onlarla alay etmek isteyen müşriklerin önünden geçerken remel yaparak yani çalımlı bir şekilde yürüyerek tavaf etmelerini emretmesi de bu amaca mâtuftur.

        İslâm'a göre kibir, insana yaraşmaz ve azamet sadece Allah'a yakışan bir sıfattır. O'nun dışındaki her büyüklük geçici ve izafî olup gerçek büyüklük O'na mahsustur; O en yüce olandır. Müslümanlar da her gün ezanlarında, namazlarında ve zikirlerinde, “Allâhü ekber” diyerek O'nu tesbih etmekte ve Rablerinin yüceliğini dillendirmektedirler.

                  KAYNAK : HADİSLERLE İSLAM

YAZARLAR