MCBÜ Demirci Eğitim Fakültesi Öğr. Gör. Şaban ÇETİN


“Torosların Zirvesine Yolculuk…”

Sardes Doğa Sporları ve Dağcılık Kulübü (SARDOK)’la Milli Mücadelemizin 100. yılını Torosların zirvesinde kutladık.


          Bu vesileyle izlenimlerimi paylaşmak istiyorum.
XXX
         Batı Torosların/Beydağlar / en yüksek noktası “Kızlar Sivrisi”ne ulaşmak üzere 18 Mayıs akşamı Salihli’den yola çıktık.
         On yedi dağcıydık.
Ege zirveleri bitmişti. İlk defa, Likya, Teke Yöresinde üç bin metre üzerini tırmanacaktık.

         Gece Elmalı’ya ulaştık. Işıklı, boş sokaklar…
         Rehberlik edecek, Denizli Zirve Dağcılık Kulübü de gelince, sabaha karşı birlikte yola çıktık.
Hedefimiz, “Tozluca Kamp Alanı”na ulaşıp, diğer dağcılarla buluşmak.
         Ancak sapağı kaçırdığımız için Finike yolu üzerindeki “Avlan Gölü” önlerine kadar geldik.
         Kimileri uyuyor, kimileri dalgın.
         Dışarıyı seyrediyorum.
         Alaca karanlık. Dağların silueti üzerinde dolunayın şavkı suda yansıyor. Derken kızıl bir tepsi gibi göle düşüyor, eşlik ediyor bize. Birlikte epey yol alıyoruz. Sonra birden kayboluyor.
         İçimden yahu diyorum, biz onu Bozdağların tepesinde bırakmıştık, ne ara Toroslara geldi, yetişti de bize eşlik ediyor…
         İyi ki yolu şaşırmışız.
XXX
         Nihayet dönüp kamp yoluna giriyoruz.
        Gün de ağardı.
        Mümbit Elmalı Ovasını çıkınca, makilikler başlıyor, yer yer antik taşlar gözlemlediğimiz, Yörük Köyü Söğle’ye ulaşıyoruz.
        “Söğle Köyü” antik bir yerleşim.
        George E. Bean, 1965’te buraya yaptığı ziyarette, incelediği buluntularla bu köy çevresinin Kuzey Likya yerleşimi “Podalia” kenti olduğunu lokalize etmiş.
        Köyde asfalt bitiyor, döne kıvrıla toprak yol başlıyor. Yükseldikçe maki azalıp, seyrek ardıç ormanı altında, kayalık araziler yer alıyor. Burada kalkerler suyu tutamadığından her yer kurak. Yörük ağılları önündeki su tankerleri kanıtlıyor bunu zaten.

       Biraz daha yukarlarda küçük yaylalara ulaşılıyor. Uzak yamaçlarda keçiler. Yaylalara ulaşan yerlilerin bildiği traktör yolları. Yollar çatallaşınca kamp yolunu bulmakta zorluk çekiyoruz.

       MountainWilderness, doğa ve kültürüyle dağlık alanların korunması, bilinciyle buraların zifte bulanmaması takdire değer, ancak bir yönlendirme levhası olsa iyi olmaz mı?

       Yükseldikçe, öncü dağları geçtikçe bütün haşmetiyle kendini ortaya seriyor zirve.

       Muhteşem görünüyor. Araçtan inip fotoğraflıyor, az sonra da eteğindeki kamp alanına ulaşıyoruz.

       Burada toplanan, Likya, Fethiye, Bodrum; 

       İzmir dağcılarıyla birleşerek 7.30’da yürüyüşe başladık. Uygarlıktan uzak, çırılçıplak doğa. Gölgelenecek bir yeşillik bile yok. Sessizlik. Sadece doğanın sesi. Yer yer alıcı kuşlar. Sessizlik hazdır. Ufak tefek ses çıkarsak da, sessizliğin ortasında akıyor, bozmuyorlar sessizliğin düzenini. Ortam, tam bir özgürlük, gözlem ve düş kaynağı. Bir taraftan yürüyor, öte yandan her an değişen hiçbir görüntüyü kaçırmak istemiyorsunuz. Her ayrıntı algısı egzotizm yaratarak duygudan duyguya sıçratıyor insanı.

      12.30 da zirveye ulaştık.
XXX
      Zirvedeyiz, 3086 m. yüksekte
      Duygular da, heyecanlar da dorukta
      Yer beyaz, gök mavi, güneş tepemizde.
      Hava berrak. Uçsuz bucaksız ufuk. Rüzgâr hırçın. Dalgalandıracak bayrak bekliyor.

      Ufukları tarıyoruz.
      Önümüzde derin bir çanak, içinde Elmalı
      Ovası, kamp alanını nokta gibi.
      Tahtalı’nın kırçıl zirvesi, Alakır Vadisi ardından
el sallıyor. Akdağ, Elmalı Dağı kendinden emin bakıyor.
      Birbirine kenetli, köpük köpük uzayan çıplak
sıradağlar.

      Etraf yüksek dam gibi. Aşağıdan göründüğü
gibi değil. Hiçbir şey bize göründüğü gibi değil zaten.
XXX
      Bütün dağcılar toplanınca, bayraklar açıldı.
      Saygı duruşu yapıldı. İstiklâl Marşımız söylendi. Kurtuluş
ve kuruluşumuzun Mimarı Gazi Mustafa Kemal
      Paşa, silah arkadaşları ve bütün şehitlerimiz anıldı.
      Kişisel dualar edildi. Minnet duyguları dile getirildi.
      Abdal Musa ve Elmalılı Hamdi Yazır’ın âmin sesleri
duyuldu uzaklardan…
      Şunu söylemeden geçemeyeceğim.
      Atatürk, 20. Yüzyılın ilk yarasını etkilemiş, askeri, siyasi ve entelektüel bir dehadır. Hem dünya tarihinde hem de kendi tarihimizde hak ettiği yerini almış, tarihe mal olmuş bir realitedir. Onun adı zikredilmeden Kurtuluş savaşını anlatmak beyhude bir çabadır.
      Anı defteri imzalanıp, biraz dinlenildikten sonra dönüşe geçildi.
XXX
      Aynı güzergâhtan inişimiz yaklaşık üç saat sürdü.
      Zikzaklar çizilerek dik, karlı, çarşaklı yamaçlardan inmek zahmetliydi. Çarşaklar birlikte kayıyor, ya da hareketlenen bir kaya parçası hızlanarak tehlike arz edebiliyordu. Dikkatli inildi. Yine de yaralanmalar oldu.
      “Küçük olsun büyük olsun yaralar, yürüyüşçülerin günlük ekmeğidir” der, Yürümeye
      Övgü ’de David Le Breton. Hayat yaralanmak değil midir zaten. Her dışarı çıkışta yara bere içinde eve dönerim, demiyor mu, Hasan Ali Toptaş. Yara bizi pişiren bir şeydir. Tabi kimin ellinden yaralandığımız da önemli.
      Yunus Emre’nin buyurduğu gibi, “baştan ayağa yâreyim, dost elinden avareyim…”
      Doğadaki yaralanmalar gelir geçer, hatta bizi besler, motive eder…
      Ya diğerleri?
      Kamp alanına ulaşınca, dağlar ve dağcılarla vedalaşıp dönüşe geçtik.
XXX
      “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme.
      Çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara asla erişemezsin (Kuran, İsra suresi 17)”
      Yükseklere çıktıkça kendi sınırlarının bilincine varıyor insan.
      Nereye gidersen git yine kendine gidiyorsun vesselam…

YAZARLAR