Doç. Dr. Rasih ERKUL


“ÜÇ NOKTA” YANYANA ( . . . ) “Öyle Dense…” Çok Şey Düşündürür.


            “Öyle Dense Ne Olur!..” başlıklı önceki yazımızda, birçok konunun geçmişini, göz ardı edilemeyecek değerini dikkate alarak “hangi niyetle olursa olsun her yatıştırma ifadesi, her konu için geçerli, makul görülmüyor veya görülmemeli” demiştik.

            Daha sonra insanları; kendi kılan, duygu ve düşüncelerin yansıması olan isim verme geleneğinin Türk kültüründe de, görüldüğüne vurguyla Türklerin dağlara, yaylalara, köylere ve şehirlere dikkat çekici isimler verdiklerinin ifade etmiştik.

            Tarihî bilgileri tamamlayan mahalli mevkilere verilmiş olan kişi veya kavim isimleri için ilçemizdeki “Danişmend” veya  “Durhasan” mahalle isimleri, çevremizdeki örneklerden sadece ikisiydi.

            Bu arada bazı mevki isimlerinin ses ve biçim olarak değişikliğe uğradığını, başlangıçtaki sesinden ve biçiminden çok farklı olduğunun görüldüğünü belirleyip, Secaattin ve Hacı Hamza Mahallelerinin ortak meydanı olan mekân için de, “Çereşe” denilse ne olur?” diye sormuştuk. 

            Böyle bir isimlendirmeden sonra karşılaştığımız bazı varsayımlardan hareketle bir değerlendirme yapma gerektirdiğini düşündüğümüzü ifadeyle de “Şimdilik bu kadar” deyip yazıyı bağlamıştık.

            Değişen Coğrafyasıyla Demirci

            Demirci’nin kurulduğu bölge; XVII. yüzyılda, Demirci’ye gelen Evliya Çelebi’nin de belirttiği gibi genellikle vadi ve yamaçlardan meydana gelmiştir. Bunun için de Demirci’nin sokakları, inişli çıkışlıdır. 

            Manisa’nın ata şehri Demirci gibi Anadolu’nun bazı yerleşimlerinin de, bu tarz engebeli coğrafyalarda; genel olarak vadi ortasından akan dere boylarında, tepelerde ve yamaçlarda kurulduğu görülür. Yerleşim yapısını muhafaza ederek günümüze ulaşmasıyla tanınan, turizmde öne çıkan Safranbolu, bu konuda hemen aklıma gelen çarpıcı bir örnektir.

            Hacı Hamza Mahallesi ile bu mahallenin karşı yakasında yer alan Secaattin Mahallesi arasındaki vadinin ortasında yazımıza konu olan mekânın coğrafi konumuna dikkat edildiğinde, tabii bir alan olmadığı çok rahat görülür.

            Hacı Hamza ve Secaattin Mahalleri arasındaki dere, doğudan batıya doğru akarak Bağlar vadisine ulaşır. Ve zamanında bir şelale haline dönüşen dere suları, Balık pazarı mevkiini izleyip Eski cami altındaki uçuruma (şimdiki Kapalı Pazar Yeri) akarmış. 

            Kurtuluş Savaşı başlangıcında Ege’nin işgal edilememiş şehri Demirci’de Kaymakam olan İbrahim Ethem Beg, “Demirci Akıncıları” adlı hatıratında, makam odasından bin bir düşünce ve duyguyla Türkmen Tepesi’ne doğru bakarken “… Hacı Hasan Camii’nde ezan okunuyor, şelalenin sesi duyuluyordu” der.

            Son zamanlarda sık sık görmeye başladığımız şiddetli sağanaklarla oluşan yağmur sula rının yeni Gençlik Merkezi önündeki manzarası, eski nesle o tabii şelaleyi hatırlatmaması mümkün mü! 

            Tabii akışı dikkate almama, çoğu zaman pahalıya mal olmuyor mu?

            x   x    x

            Demirci’nin son yıllarda Simav istikametinde yani doğuya doğru yapılaşmasıyla Toki konutlarının batı yakasını takiben Hükümet Konağı’nın arkasından, Üniversite Caddesi’nin aşağıya sağından akan derenin üstü zaman içinde kemerlerle örtülür. Söz konusu mekândan geçerken de yine kemerlerle kapatılıp çevresi doldurulur. Ve bir meydan oluşur.

            Simav yönünden aşağıya doğru anlatmaya çalıştığımız bu coğrafya, bu güne kadar çok hızlı bir değişime uğrayınca. bu günkü isimleri vermek zorunda kaldım. 

            Fotoğraflarda kalan “Taş bina” (Hükümet Konağı’nın olduğu alan), Orman İşletmesi arkasından itibaren başlayan kavaklık dere boyu, bugün artık binalarla doldu. Tecelli Arı parkı önünden İmam Hatip Lisesine uzanan yol, oldukça yenidir. Ekin tarlaları üzerinde kurulan Halıkent parkının tuğla ve bardak atölyesini de içine alan dolma bir alan olduğu belki zaman içinde öğrenilir.

            İnsan eliyle yapılan düzenlemeler sonucu oluşan söz konusu dolma mekânın kemerli dolgu yapısı, eski itfaiye meydanına kadar giden yol yolunca devam eder.

            1960 yıllara kadar şimdiki Şoförler Cemiyeti’nin yer aldığı binanın girişindeki boşluktan, oluşan alanın kemerleri içine girilip elde fenerlerle kaçan, kaybolan tavuk vs. arandığını benim yaşıtlarım ve büyüklerimiz çok iyi bilirler.

            Kereşe Meydanı

            Demirci’nin “tek alanı” olarak düşünülen söz konusu mekânın adının son zamanlarda “Çereşe” olarak söylenmesi; ister istemez bu kelimenin anlamı üzerinde yorumlar ve tahminler yaptırmıştır. “Çeri” (asker), “eşilen” (gönderilen) yer (meydan) anlamı, zaman içerisinde “Çereşe” olarak söyleyişe dönüşmüştür, gibi. 

            Ancak bir takım belgeler ve rivayetler, alanın alışıla gelmiş adının “KEREŞE” şeklinde olduğunu düşündürmektedir.

            Demirci Akıncıları’nın vatan savunmasını bence en iyi anlatan roman olarak, 2002 Samim Kocagöz Roman Ödülü verilen “Ulus Dağı’na Düşen Ateş” adlı belge romanında yazar Mustafa Yıldırım; Demirci’ye gelen Çerkez Ethem ile Hükümet Konağı’nda görüşüp geç vakit yanından ayrılan Kaymakam İbrahim Ethem Beg’i anlatırken;

            “Kör Eşe Meydanı’ndan sağa kıvrılıp köprüyü geçti, bayır aşağı yürüdü”. (s.15) diyerek konuya devam eder. 1921 yılının ocak ayında  köprü ve bayır aşağı bir coğrafya…

            1950ler başında meydana gelen Demirci’nin en büyük yangınından sonraki yapılaşmada top sahası altında ve şehrin diğer yerlerinde yeni evler yapılırken yazımıza konu olan KEREŞE mevkii, dikkate alınmamış, zaman zaman o bölgeye iskân edilmek istenen vatandaşlar, “kendilerinin Kereşe’ye mahal görülmesinden dolayı” aşağılandıklarını düşünerek sitemlerini açıkça ifade ederler.

            1950’li yılların ikinci yarısından sonra, Akpınar mevkiinde, şimdi yerine Hükümet Binası inşa edilen “taş bina”da, Astsubay Hazırlık Okulu’nun açılması ve 1964 sonunda Eğitim Fakültemizin temeli teşkil eden Demirci İlköğretmen Okulu’nun eğitime başlamasından sonra, Demirci’nin bu yakası, öne çıkmaya başlar. Böylece şehrin Simav’a doğru olan bu doğu yakası, zaman içerisinde giderek yapılaşırken, şehrin öne çıkan yerlerinden biri konumuna gelir.

            Meydanın eski itfaiye meydanına inen yolun sol tarafında, en son yapılan binanın önünde “Kereşe çeşmesi”, 1960’lı yıllara kadar varlığını korumuşken, bazı çeşmeler gibi o da yeni yapılan binalarla kaynağı kaybolmuştur.

Yine aynı yıllarda söz konusu mekânın büyük baş hayvanların “kezek” olarak toplandığı bir mevki olarak kullanılması, belki de yeni neslin pek düşünemeyeceği bir durumdur. 

            “Kereşe”den hareketle bazı değerlendirmeler yapıla bilir mi? Mümkün. 

            Manisa Vakıflar Eski Müdürü Nurullah Ertuğrul’un “Tarihistan.org” sitesinde yayımladığı “Demirci yöresinde tespit edilebilen yer adları I-II” başlıklı yazılarında ifade edildiği üzere Demirci’de “Düvenönü” meydanı, dışında herhangi bir meydan tespit edilememiştir. Bu durum da, Kereşe mevkiine, şehrin tek alanı olma sıfatını kazandırma maktadır.

            Eğitim Fakültesi’nin güneyindeki Ayvalık mevkiinden Şehreküstü Mahallesi’nin altındaki Sıtma deresinin devamı konumundaki oluşumuyla “Düvenönü Meydanı”, bu durumuyla şehrin ilk meydanı olmalıdır.

            Neden Safranbolu?

            Demirci gibi Anadolu’nun bazı yerleşimlerinin de, genel olarak vadi ortasından akan dere boylarında, tepelerde ve yamaçlarda kuruluşu için Safranbolu’yu hatırlamak… Demirci nere Safranbolu nere denilebilir? 

            Eski şehirler genel olarak vadi ortasından akan dere boylarında, tepelerde ve yamaçlarda kurulmuştur. Yerleşim yapısını muhafaza ederek günümüze ulaşmasıyla tanınan, turizmde öne çıkan Safranbolu, bu konuda hemen aklıma gelen çarpıcı bir örnektir.

            Eski şehirlerin konumunda Demirci ile Safranbolu karşılaştırmam tuhaf görülebilir. Ancak Kuloğlu Camii’nin karşısındaki Şehreküstü Mahallesi tepesinden Düvenönü ve çevresi ile Safranbolu’nun Hıdır tepesi denilen seyir tepesinden Safranbolu’nun merkez yerleşimini seyredenler, bu iki eski Anadolu şehri coğrafyasının birbirine ne kadar benzediğini görürler.

            Safranbolu’nun varlığını koruyarak bugünlere ulaşmasına şahit olunurken yangınlar, depremler ve insan eli düzenlemelerle Demirci’nin birçok yeri ile Düvenönü ve çevresinin yapı dokusu yok olmuş ve artık kayda değer bir şey kalmamıştır. Eski Demirci fotoğraflarına, bu gözle bakıldığında durumun daha iyi algılanacağını tahmin ediyorum.

            Hâsılı kelâm; mekân isimleri, yerel kimliğe ve kültüre ait önemli ipuçları taşır. Mekânın adlandırılması, mekâna ait belleğin, yaşanmışlıkların ve hatıraların insanlara aktarılmasına aracı olur.

            Yer adları ve diğer mekân hatıraları ile tarihî ve fiziksel ortamın bir araya getirilmesi, geçmiş ile günümüz arasında köprü kurulmasını sağlar Bu köprü, o isimleri, bugünkü hayatın doğal bir parçası hâline getirir.

            Bir mekân isminin günlük hayatta tekrar edilmesi, zihinlerde yerini alması, kayıtlara geçmesi ister istemez o mekânın ve taşıdığı ismin ifade ettiği bütün kültür birikiminin de hatırlanmasıdır. 

            Her isim, hatırlamada belirlenmiş bir koddur. Hele o isim, geçmişi, kültürü; gelenekleri, görenekleri hatırlatıyorsa… “O da olur, bu da olur; fark etmez” durumunda, hatırlama gerçekleşemez. 

 

            Unutmamak ve unutulmamak, önemlidir.

            Şehir tarihi çalışmalarının geçerliliği, ulaşılabilecek belgelerin varlığına bağlıdır. Biz sadece, bu durumun isim verme / koyma işlemleri için de geçerli olabileceğini hatırlatıp geleceğe bir kayıt düşerek birvefa örneği vermeğe çalıştık.

            

            Hepinize gönlünüzce serin günler…

 

            Meraklısı için:

            Mustafa Yıldırım, Ulus Dağı’na Düşen Ateş, 2012, 8. Baskı. Ankara: Ulus Dağı Yayınları.

            “Tarihistan.org” Nurullah Ertuğrul, “Demirci Yöresinde Tespit Edilebilen Yer Adları I-II”, 27 Haziran 2022

YAZARLAR