
Çağımızın en zorlu sınavlarından biri, adı anıldığında bile yürekleri burkan Alzheimer. Eskiden belki de duyardık ama şimdilerde sanki her köşe başında, her sohbette karşımıza çıkıyor gibi. Yoksa oranlar hep aynıydı da, biz mi sosyal medyanın sesiyle daha çok farkına vardık, bilemiyorum.
Bildiğim tek şey, bu hastalıkla uğraşmanın ne denli büyük bir yük olduğu. Hasta kendini ifade edemiyor, içindeki fırtınayı kelimelere dökemiyor; bakanlar, sevenler ise sabırla, şefkatle o fırtınanın ortasında durmaya çalışıyor.
Bu hastalıkla boğuşanlardan biri de benim abim, Mustafa. Yılların Mustafa Abisi… Neşe dolu, hayat dolu bir adamdı.
Kahkahalarıyla şenlenen ortamlar, esprileriyle güldüren sohbetler… Şimdi ise anıları birer birer silinen, tanıdık yüzlere yabancı göz-lerle bakan bir bedende sıkışıp kalmış durumda. Gözlerindeki o ışıltı yerini, açıklanamaz bir boşluğa bırakmış. Ne yediğini, ne içtiğini, kim olduğunu unutan bir gölgeye dönüşmüş sanki. Bu, onu tanıyan herkes için dayanılmaz bir acı. Çünkü o sadece bir hasta değil, bir yaşamın, bir geçmişin ta kendisiydi.
En büyük destekçisi, biricik eşi Mihriban yengem. O kadar sabırlı, o kadar fedakâr bir kadın ki… Yıllardır adanmış bir yaşamın timsali adeta. Her adımında, her nefesinde Mustafa Abim’le birlikte. Sanki kendi varlığını, onun ihtiyaçlarına adamış. Ama zaman zaman onun bile pes etme noktasına geldiğini görüyorum.
Kendi de bel fıtığıyla mücadele ederken, o kronik ağrıların yükü omuzlarındayken, bir yandan da Mustafa Abim’e bakmak gerçekten kolay değil. Geceleri uykusuz, gündüzleri durmadan koşturan, kendi bedenini bile ikinci plana atan bir fedakarlık örneği. Bazen kapı aralığından onu izlerken, yorgunluğun omuzlarına çöken ağırlığı, gözlerindeki derin kederi fark ediyorum.
İşte o an, bu savaşın sadece bir kişiye ait olmadığını, koca bir ailenin her bir ferdini içine çeken bir girdap olduğunu anlıyorum.
Kızının Yükü ve Bürokrasinin
Labirentleri
Bir kızları, bir de oğulları var. Mustafa Abim’in kızı, annesine destek olmak, onu biraz olsun dinlendirmek için babasını yanına aldı. Bu, başlı başına bir fedakârlık örneği. Kendi hayatını, kendi düzenini bir kenara bırakıp babasına adanmış bir sevgi…
Bir gün beni aradı, sesi yorgun ama kararlıydı: "Amca, babama rapor almamız gerekiyor. Zahmet olmazsa Akhisar'a gelir misin? Hastaneden halledebilir miyiz?" Hiç tereddüt etmedim, "Olur," dedim. O an, bu zorlu yolculukta onlara eşlik etmenin bir görevden öte, bir gönül borcu olduğunu hissettim.
Gittik. Akhisar Devlet Hastanesi’nin o soğuk, uzun koridorlarında yürüdük. Adımlarımız, içimizdeki bilinmezliğin yankısı gibiydi. Önce sağlık kuruluna başvurduk, sonra doktor doktor gezdik.
Her doktor, Mustafa Abim’in durumunu görmek için elinden geleni yaptı. Her muayenede, her bakışta, içim burkuldu. Eskiden o kadar canlı, o kadar hayat dolu olan gözlerindeki o hüzünlü boşluk, beni derinden etkiledi. Sanki ruhu, bedeninden yavaşça çekilip gidiyordu. Konuşmaya çalışıyor, kelimeler dökülüyor ağzından ama anlamlarını yitirmiş, boşluğa karışan sesler… Bu, her şeyden çok kalbimi acıtıyordu.
Kızı, babasının elini hiç bırakmadı. O küçük, titrek eli, sanki bir can simidi gibi sımsıkı tuttu. Doktorlar sorular sordukça, o, babasının geçmişini, bugünkü durumunu, yaşadığı zorlukları, o görünmez yükü anlattı. Sesindeki titreme, gözlerindeki çaresizlik, o tarifsiz acı… O an anladım ki bu sadece Mustafa Abim’in değil, tüm ailenin sınavıydı. Mih-riban yengemin yıllardır taşıdığı o görünmez yükü, şimdi kızıyla birlikte paylaşıyorlardı.
Bir yandan o koca yükü omuzlarken, bir yandan da bürokrasinin o yorucu, yıpratıcı labirentlerinde kaybolmamaya çalışıyorlardı. Her bir belge, her bir form, her bir onay, sanki önlerine konulan yeni bir engel gibiydi. Bir Buruk Se-vinç: Rapor ve Yeni Umutlar Hastane koridorlarında beklerken, aklıma Mustafa Abim'le yaşadığımız nice güzel anılar geldi.
Gençliğimizdeki kahkahalarımız, babamın tarlasında birlikte çalıştığımız o terli ama neşe dolu günler, bayram sabahları ailenin bir araya geldiği o sıcak sofralar… Şimdi hepsi birer hatıra olarak zihnimde asılı kalmış gibiydi. Ve bu hastalığın, sadece hastayı değil, onunla birlikte yaşayan herkesi nasıl da değiştirdiğini bir kez daha idrak ettim. Anılar, birer inci tanesi gibi zihnimde parıldarken, bugünün acı gerçekliğiyle harmanlanıyordu.
Rapor işleri biraz uzun sürse de, sonunda tamamladık. Abim’in yüzde 75 engelli, tam bağımlı zihinsel engelli raporunu almak, içimizde buruk bir sevinç yarattı.
Bir yandan bürokratik bir engeli aşmış olmanın, bir dönemi tamamlamış olmanın verdiği o küçük rahatlık, diğer yandan ise bu hastalığın getirdiği ağır yükün, bu korkunç gerçeğin farkındalığı… Bu rapor, sadece bir kağıt parçası değil, aynı zamanda abimin içinde bulunduğu durumun resmi bir belgesiydi. Kalbimizdeki acı, bir nebze olsun hafif-lese de, yerini daha derin bir kabullenişe bırakmıştı.
Bu raporu e-devletten çıkardıktan sonra, Demirci Sosyal Hizmet Merkezi Müdürlüğü'ne başvuru yaptık. Oradaki görevliler bizden bir fotoğraf, İlçe Tarım Müdürlüğü'nden, belediyeden ve ilçedeki ne kadar banka varsa hepsinden hesap durumu belgelerini getirmemizi istediler.
Her bir belge, yeni bir kapı, yeni bir bekleme süresi demekti. Tüm bu evrakları topladıktan sonra, bir de mahkemeden vasi tayini için tekrar heyet raporu almamız gerektiği söylendi. Sanki bitmek bilmeyen bir döngünün içine düşmüş gibiydik. Her adımda, yeni bir engel, yeni bir talep… Ama yine de yılmadık. Çünkü umudumuz, bu bürokratik engellerden çok daha büyüktü.
Yine bir umut yolculuğu, yine Akhisar yolları… Aynı hastane, aynı koridorlar, aynı doktorlar… Her adımda, her beklemede içimizde büyüyen bir yorgunluk ve bir o kadar da umut vardı. Umut, onların geleceğine dair küçük bir ışık, Mihriban yengem ve kızının omuzlarındaki yükü hafifletme ihtimali…
Nihayet heyet günü geldi çattı. Mustafa Abim tekrar doktorların karşısına çıktı. Gözleri boşluğa takılı, sözleri anlamsız… Bu anlara tanıklık etmek, kalbime bıçak sap-lanması gibiydi. Abimin o acizliğini görmek, onun eski halini hatırladıkça boğazımda kocaman bir düğüm oluşturuyordu. O dimdik duran adamın, şimdi bu hale gelmesi, içimi derinden burkuyordu.
Tüm bu süreçlerin sonunda, heyet raporunu da alabilirsek, Sosyal Hizmet Merkezi Müdürlüğü durumu uygun görürse, yani kartları tutarsa, evde bakım ücreti alabileceklerdi. Bu, Mihriban yengem ve kızı için büyük bir nefes, ekonomik olarak küçük de olsa bir rahatlama demekti. Belki de bu, onların biraz olsun dinlenmesine, kendi sağlıklarına da dikkat etmelerine olanak sağlayacaktı. Nasip inşallah…
Her adımımız, bu küçük umudun peşindeydi.
Alzheimer'in Gölgesinde Direniş ve Sevgi
Bu hastalığı yaşamayan, içinde bulunmayan gerçekten anlayamaz. Mustafa Abim’in kızı, babasına bakarken kendi hayatını ikinci plana atmış durumda. Geceleri uykusuz, gündüzleri babasının her ihtiyacına koşan bir kahraman gibi.
O genç kadının omuzlarındaki yük, yaşıtlarının hayatlarından çok farklı. Mihriban yengemin bel fıtığı ağrıları, yüreğindeki acıyla birleşince katlanılmaz bir hal alıyor bazen. Bedenindeki ağrı, ruhundaki yorgunlukla birleşiyor. Ama yine de şikayet etmeden, usanmadan mücadeleye devam ediyorlar. Çünkü onların mücadelesi, sadece bir görevi yerine getirmek değil, derin bir sevginin ve fedakarlığın eseri.
Bu hastalık, sadece bireyi değil, tüm aileyi derinden etkiliyor. Anılar silindikçe, tanıdık yüzler yabancılaştıkça, geriye kalan tek şey sevginin gücü oluyor. Mustafa Abim’in gözlerindeki o boş bakışlara rağmen, onlara duyduğumuz sevgi, bu zorlu yolculukta bize ışık tutan tek fener. O boşlukta bile, biz, onun eski halini, onun gülüşünü, onun varlığını hissediyoruz. Çünkü sevgi, her şeyin üstesinden gelebilecek en güçlü duygu.
Hayatın Dersleri ve Tükenmeyen Umut
Bazen düşünüyorum da, hayat ne kadar da garip…
Bir an her şey yolundayken, bir sonraki an hayat seni hiç beklemediğin bir sınavın içine atabiliyor. Bizim hikayemiz de böyle bir sınavın ortasında geçiyor. Ama her şeye rağmen, umudumuzu kaybetmiyoruz. Çünkü biliyoruz ki, sevgi ve sabır, her zorluğun üstesinden gelebilecek en güçlü silahlarımız. Bu sınav, bize hayatın en değerli derslerini öğretiyor.
Evde bakım ücreti, onlara sadece maddi bir destek değil, aynı zamanda manevi bir rahatlama da sağlayacak. Bu, onların biraz olsun nefes almasını, Mihriban yengemin omuzlarındaki yükün hafiflemesini sağlayacak. Belki o zaman Mihriban yengem de kendi sağlığına daha çok özen gösterebilecek, bir nebze olsun dinlenebilecek. Küçük bir miktar bile olsa, bu destek onların hayatında büyük bir fark yaratacak.
Bu süreçte karşılaştığımız her bir bürokratik engel, her bir imzalı belge, her bir bekleyiş, aslında Mustafa Abim’e duyduğumuz sevginin birer kanıtıydı. Onun için her şeyi yapmaya, her kapıyı çalmaya hazırdık. Ve bu zorlu yolda, yalnız olmadığımızı bilmek, en büyük tesellimizdi. Çünkü aile olmak, bu zor zamanlarda birbirine kenetlenmek demekti.
Umarım bu başvurumuz da olumlu sonuçlanır ve Mustafa Abim'e bakmakla yükümlü olan Mihriban yengem ve kızı, hak ettikleri desteği alırlar. Çünkü bu, sadece bir engelli raporu ya da bir bakım ücreti değil, aynı zamanda bir ailenin ayakta kalma mücadelesinin, sevginin ve fedakarlığın sembolü.
Bu hastalığı yaşamayan gerçekten anlayamaz. Gözlerimizin önünde eriyen bir can, silinen anılar, yavaş yavaş kaybolan bir kişilik… Bunları izlemek, her defasında kalbimizi paramparça ediyor. Ama biz direnmeye devam edeceğiz. Mustafa Abim için, Mihriban yengem için, bu ailenin geleceği için… Sevginin ve sabrın tükenmez gücüne inanarak, bu zorlu yolculukta yürümeye devam edeceğiz.
En sonunda evde bakım hakkından faydalanma dan süreç uzadıkça umudumuzu kesmeye başladık. Yavaş yürüyen abim, gücü bitiyordu. Beslenemiyordu. En son heyet rapıru alma işlemlerinde gücü bitmeye yüz tutmuştu. Bayramşah köyündeki evine geldiğinde ise gücü bitmişti. Yataktan kalmaz oldu. Artık çok sık nefes alıyırdu. Ablam Hayriye beni aradı. Abimiz çok ağır hemen köye gel dedi. Nurhan ile köye gittik. Baktık abimin gücü bitmiş. Beslenme zırlupu hat safhada. Hemen Demirci Devlet Hastanesine gidip evde bakım hizmetinden yararlanmak istedik. Müracaat yaptık. Onada ertesi günü geliriz dediler. Ertesi günü 01.07.2025 tarihinde 06.15 te malesef abim vefat etti. Abim ne evde bakım ücretinden, ne hastanenin evde bakım hizmetinden ve de vasilik mahkemesi bitimi malesef ömrü yetmedi. Nasip olmadı. O kadar eziyet olmasına değmedi. Artık abim tüm acıları toprağın aktına girerek bitmişti. Allah rahmet eylesin. AMİNNNNNN
Ve ben, bu hikâyeyi yazarken, bir kez daha anladım ki, hayatın en büyük dersleri, en zorlu anlarda öğreniliyor. Sabır, sevgi, fedakarlık… Bu kelimelerin anlamı, Hafız Abim’in hastalığıyla birlikte hayatımızda çok daha derin bir yer edindi. Umarım bu hikâye, Alzheimer ile mücadele eden diğer ailelere de bir nebze olsun umut ve güç verir. Bu zorlu yolda yalnız olmadıklarını, pek çok ailenin benzer acıları yaşadığını ve dayanışmanın ne kadar önemli olduğunu hissettirir. Çünkü bu, sadece bir ailenin hikayesi değil, aynı zamanda insanlığın, sevginin ve dayanışmanın ortak hikâyesi.
Basri GÜLER