Mustafa KAYA


Yaz Tatili


Şimdilerde yaz tatili deyince akla, okullarda karnelerin öğrenciler tarafından alınıp, okulların tatile girmesi; öğrencilerin evde, yazlıkta veya mekânın birinde öğleye kadar uyuması, insanoğlunun normal akışının aksine aile fertlerinin gece geç saatlere kadar uyumaması geliyor. Eline tableti, cep telefonunu veya bilgisayarı alan çocuk saatlerce ona bakarak, gününün çoğunluk vaktini oyun oynayarak ve üç aylık zamanı boş gezenin boş kalfası olarak geçirmesi akla geliyor. Çoluk çocuğumuzun geceyi kaim (ayakta), gündüzü naim (uyuyarak) geçirmesi normal bir hal olarak kabul ediliyor modern çağın savrulmuş toplumunda.

Bizim çocukluğumuzda diye başlasam, şimdi gençler "yine mi?" derler. Geçmişi görmeden geleceğe yönelmek başarıyı getirmez, huzuru da. Kıyaslamadan doğru tespitte bulunmak, sosyolojik olaylarda sosyolojik açıdan mümkün değil. Ne diyorduk; bizim çocukluğumuzda yaz tatili; köylü olanların köye tarla takka işleri için gitmesi, köyde akrabası olamayanların ise halı fabrikasına, ayakkabı boyamaya ve benzeri işler için çalışmaya gitmesi anlamına geliyordu. Yaz tatili adından anlaşılanın tersine tatil değil gerçek hayatın bir zaman dilimi, gerçekle yüzleşilen bir kesitti. Hayatta neler olup bittiğinin görülmesi, hayatın iliklerimize kadar hissedilmesi ve gerçeğin bil fiil yaşanması idi. Geceleri geç saatlere kadar ayakta kalmak değil, yorgunluktan erkenden uyumak idi. Sabah namazı sırasında yollar, çalışmaya giden babalı oğullu, akın akın sefere giden Osmanlı süvari birliği gibi insanlar ile dolu olurdu. Kız çocukları da hep ev işlerine yardım eder, halı dokur ve kışlık salça ve reçel gibi kışlık yenilecek depo yiyecekleri için hazırlıklarda, annelerine yardımcı birer nefer olurdu. Bu memlekette tütün yapma diye bir iş vardı ki; yapanı üç dört ay perişan ettiği yetmiyormuş gibi içeni dahi yıllarca perişan ve pişman ederdi. Diyebilirim ki bizim çocukluğumuzdaki yaz tatili; okul tatilini (okul tatil gibi gelirdi insana) ara verilerek iş, güç yapılma zamanı idi. Öğren-ciler, çoğu kere, "Keşke yaz tatili gelmese!" derlerdi. Ebeveynler de tatil gelse de ekonomik ve fiziksel yardımcılarımız işe koyulsa derlerdi.

Neyse biz realiteye bakalım. Şu an okullar tatil, gerçekten işsiz güçsüz çocuklar, deyim yerinde ise. Çocuklarımız 8 aylık maratondan çıktılar. 1 - 2 hafta dinlendiler. Yaz Kur'an kursları cıvıl cıvıl işliyor maşallah. Çok eskilerde olduğu gibi kara düzen gitmiyor kurslarımız; sistemli, düzenli ve sosyal aktivitesi bol geçiyor kurslarda çocukların. Saat 10.00'dan 13'e kadar 3 saat çocuklar eğlenip, öğreniyorlar. Hocalar da bizim zamana göre oldukça kibarlar. Geçen gün ziyaret ettim çocukları. Gittim gördüm yani olay mahallinde. Hepsini gayet neşeli, halinden memnun gördüm. Kurs sonunda, cuma namazı da oldukça kalabalıktı camimiz, erkek çocuklar şereflendirdi camimizi. Biraz gürültü oldu haliyle. Camide cemaatten bazıları mırıldandı. Ama caminin girişinde bulunan “ bu camide çocuklarımız ayrıcalıklıdır! " cümlesi durdurdu bir şey demeye cemaati herhalde. Allah'ın evinde çocuklarımızı Allah’ın evinden soğutacak yersiz ve mesnetsiz, üzerine vazife olmayacak şekilde, çocuk azarlamak kimsenin görevi olmamalı. Aynı zamanda çocuklarımıza okulda ve camide hocalar tarafından tembih edilen “topluluklarda başkalarını rahatsız edecek şekilde gürültü yapmak ayıptır, yanlıştır ve toplum düzenini bozan bir iştir!”  cümlesini, ailelerde en az bizim kadar kurmalı ve sözünü dinletmelidir.  
Yaz Kur'an kursları devam ederken, çocuklarımız için “olması gereken bu kadardır!" demek büyük eksiklik olur. Ne yapmamız gerekiyor sorusunun profesyonelce cevabını vermek belki sizi yoracak, belki sizi kızdıracak ama biz profesyonel olmasa da kabaca şöyle el yordamıyla birkaç hususta işarette bulunmak isteriz. Öncelikle çocuklarımıza iş sahibi olanlarımız, mutlaka fizik olarak yorulmalarını sağlayacak ve aynı zamanda kendi işlerinde tecrübelendirmesini sağlayacak işlerinde çalıştırsınlar lütfen ! Çocuklarımızı sokağa salın, sokakları arşınlasınlar. Beraberce sanal olmayan gerçek oyunlar oynamaları için teşvik edelim. Öğleden sonraları , akşam ezanına kadar eve (ne yazık ki, sanal dünyaya) dönmemelerini sağlamalıyız. İnanın en çok bu tavsi-yelere benim ihtiyacım var, en çok da uygulanmasına…

Nihayetinde, en sonunda, ilkokul birinci sınıftan liseden mezun olana, üniversite birinci sınıftan mezun olalı benim gibi 30 yıl geçmiş olana kadar illaki kitap okumalıyız. Okumayan, üşengeç, her şeyi hazır almaya alışmış toplumlar üçüncü sınıf toplumlardır. Hem çocukları-mızın masa başı işi yapmasını isteyip hem de sadece torpille, hiçbir akademik başarı göstermeden üst sınıf vatandaş yetiştirmeyi beklemek devir olarak tamamen kapanmak üzere, bilginiz olsun!. Her şeyden çok önemsediğimiz liselere geçiş sınavında ve asıl önemsememiz gereken üniversiteye giriş sınavlarında, çok okuyan ve okuduğunu anlamlandıran ve iyi analiz eden öğrenciler maça 3-0 önde başlıyor. Her şey bir tarafa, okumayan beyin, yavaş yavaş dumura uğrar! Yaşlı bile olsak en azından haftada iki defa yaınlanan Halıkent gazetesini ve özellikle köşe yazılarını okumak beyine iyi gelir. Deneyin görün.

  Ben ilkokul-ortaokul-lise 1. – 2. sınıf çocuklarının günlerini, yaz Kur'an kursu (öğleye kadar), sokak oyunları (öğleden sonraları) mümkün değilse çarşı pazar gezmeleri veya diğer aktivitelerde bulunmaları, birazcık sanal oyunlar (hiç olmasa da zarar) ve akşam saat 20.00’dan 24.00’a kadar geçecek sürenin 2 saatini kitap okuma, 2 saatini de soru çözme şeklinde geçirmelerini tavsiye ediyorum. Bu tavsiyem biraz üst seviyede olmak isteyen çocuklarımız için. Daha üst seviyeyi hedefleyenler daha fazla okuyup, daha fazla soru çözmelidirler vesselam.

  Daha çok konuşur daha çok hatırlatırız da; yerimiz de yenimiz de dar şu an. Hadi İşiniz gücünüz rast gitsin. Allah vatana, millete hayırlı evlatlar yetiştirmeyi nasip etsin hepimize! Camideki hocaya, okuldaki öğretmene ve eğitime duyarlı veliye kolaylıklar ve başarılar dilerim.
 

YAZARLAR