Mehmet BOZKURT


ZAMANIN RUHU

“Düşmanı ve kendinizi iyi biliyorsanız, yüzlerce savaşa bile girseniz sonuçtan emin olabilirsiniz. Kendinizi bilip, düşmanı bilmiyorsanız, kazanacağınız her zafere karşın, yenilgiyle de tanışabilirsiniz. Ne kendinizi, ne de düşmanı bilmiyorsanız, sizin için gireceğiniz her savaşta yenilgi kaçınılmazdır!” Sun Tzu*


Bugünü anlayabilmek, dünü iyi bilmeye bağlı…

Geçmişimizi net  ve tam olarak bilmiyorsak, bugünü anlamak hayaldir!..

Her doğan yeni gün, yeni bir günün başlangıcı olsa da dünün devamıdır ve yeni olaylara gebedir. Meydana gelen her olay bir nedene bağlıdır. Sonucu da bu neden belirler.

Tarihi olaylar, bir coğrafya üzerinde yaşanır ve yaşandığı coğrafyanın adıyla anılır. Notlar, bu coğrafya üzerine düşülür. Hikaye bu coğrafyada yazılır. Kimse de silemez. Bazen üzeri toprakla örtülüp silinmeye yeltenilse de, toprağa kanla yazılan hikayeler hiç silinmez topraktan…. Bu hikayelere, gerçek tarih denir. Haritalara dikkatle baktığımızda haritalar bizlere çok şeyler anlatır. Haritalarda sınırları gösteren her çizgi, insan kanıyla yazılmıştır ve silinemez. Yeni bir çizgi çizmek için ise,  taze kanlara ihtiyaç vardır. Eğer birileri kendi hesabına göre tarih kaleme alıyorsa, bilin ki yalandır. Bunlar kendi halkına yalan söyleyen sahtekarlardır. O günkü güçleriyle kendi halkları üzerinde  korku yaratarak kendilerini haklı göstermeye çalışsalar da aslında kendilerini aldatırlar. Çünkü, üzerlerinde yaşadıkları coğrafya yalan söylemez!… Hafızası silinmez… Toprak, gerçeği filizlendirir ve büyütür!…

Bu nedenle, Antoine De Saint-Exupér* Küçük Prens isimli eserinde: “Coğrafya kitapları, önemli konuları ele alan en değerli kitaplardır. İçlerindeki bilgiler hiç eskimez. Bir dağın yer değiştirmesi çok az rastlanan bir olaydır. Bir okyanusun susuz kalması da öyle. Biz, bu deftere ölümsüz şeyleri geçiriyoruz.” Diye boşuna söylememiştir.

Şimdi zamanı geriye alalım ve tekrar hızlıca bugüne doğru saralım. Bugün yaşananlara nasıl gelmişiz anlamaya çalışalım.

Malazgirt Meydan Muharebesi’nin gerçekleştiği 26 Ağustos 1071 yılının üç yıl öncesine yani 1068 yılına dönelim.

O yıllarda, İç Asya’da henüz yeni kurulmuş bir ülke durumundaki Selçuklular, zamanla bölgesinde hakim bir güç haline gelmiş ve  Doğu Roma’nın komşusu olmuştu. Ancak, Doğu Roma medeniyetine de bağlı değillerdi.

Ancak; Ermeniler, Kürtler, Gürcüler, Abazalar ve Slavlar Doğu Roma bünyesinde yaşıyorlardı.  Roma Devleti içerisinde azınlık olarak yaşayan Peçenek ve Uz Türkleri ise bu devletin paralı askerleriydi. Doğu Roma İmparatorluğu, bu azınlıklar üzerinde siyasi ve askeri baskılar kurarak bu toplulukları yönetmekteydi. Roma kökenli olmayan bu topluluklar; Doğu Roma otoritesi altında bulunmayı istemiyor, şartların gerektirdiği bu zorunluluğa katlanmak zorunda kalıyorlardı. Daha doğrusu, bu yönetimden kopabilmek için fırsat kolluyorlardı. Bu sebeple Doğu Roma İmparatorluğu, sınırlarını kaleler ve surlarla korumayıp ileri karakollarla koruyordu. Toprakları üzerindeki olası tehditlere karşı da, üzerlerine asker sevk ederek hakimiyet sağlamaya çalışıyordu.

Selçuklular, yeni sınır komşuları Doğu Roma’ya sık sık gaza seferleri düzenliyorlardı. Bu nedenle, İç Asya neredeyse tamamen İslamlaşmıştı. Selçuklular, hem islamın yayılması, hem de verimli coğrafyalara yayılma politikasıyla Doğu Roma’yı hedefine koymuştu. Bu durumdan haberdar olan Doğu Roma ise  telaşlanmaya başladı. Selçuklular Anadolunun içlerine doğru akınlarını ilerletirken, Doğu Roma siyasi  açıdan büyük bir kargaşa yaşamaktaydı.

Selçuklular, düzenledikleri seferlerde farklı bir taktik uygulamaya başladılar. Çünkü Doğu Roma’nın iç yapısınının analizini iyi yapmışlardı. Doğu Roma’nın içinde bulunduğu zaman diliminin ruhu farklıydı ve bu ruhu anlamışlardı…  Bu nedenle, gittikleri yerleri istila etmiyorlardı… Yerleşim yerlerini tahrip etmiyorlardı… Roma halkına hiçbir  zulümde bulunmuyorlardı…  Tek hedefleri  vardı ve bu hedef, sadece Doğu Roma askerleriydi. Selçukluların izlediği bu taktik, Doğu Roma bünyesinde bulunan ve Doğu Roma’lı olmayan toplumların üzerinde olumlu bir etki bırakıyordu. Doğu Roma’lı idareciler için ise bu durum daha büyük bir tehlike yaratmaktaydı. Zaten yönetimleri altında bulunmak istemeyen bu toplumlar, yavaş yavaş Selçuklu idaresini tercih etmeye başladılar… Bu durum, Doğu Roma yönetimini fazlasıyla tedirgin etmekteydi…

Doğu Roma’da ülkenin yönetimi, Bizans İmparatoriçesi Eudoxie’nin elindeydi ve duldu. Ayrıca, yönetim için yeterli görülmüyordu. Bu nedenle, ülkesini dirayetle yönetebilecek biriyle evlenmeliydi!..  Çünkü, evleneceği kişi Doğu Roma’nın yeni  imparatoru olacaktı. Doğu Romalı idareciler, ülkedeki otorite boşluğunu tamamlamak ve yeni İmparatoru seçmek için Eudoxie’e pek çok damat adayı teklif ettiler… Ancak Eudoxie, teklif edilen damat adaylarının yerine,  X. Konstantin Dukas’ın oğullarını tahttan indirmek için komplo hazırlamak suçuyla idama mahkum edilen  ve bir yıldır da hapiste olan kumandan Romen Diyojen’i tercih etti. Bu tercihi yaptığında, takvimler 1068 yılını göstermekteydi.

İmparatoriçe Eudoxie, Romen Diyojen’i hapisten çıkartıp affederek kendisiyle evlendi. Romen Diyojen, artık Doğu Romanın imparatoruydu.  Ancak, saltanat ailesinden olmaması nedeniyle, bir takım askeri ve siyasi gruplar Diyojen’in imparator olmasına karşıydı. Diyojen, yönetime geçtikten sonra politikalarını destekleyecek yeni görevliler atadı. Böylece, bir takım siyasi manevralar yaparak karşıtlarını etkisiz hale getirdi. Sonuçta  kendisine karşı oluşan siyasi hareketleri de engellemiş oldu. Artık, Doğu Roma’nın idaresini tam olarak eline almış  ve yerini sağlamlaştırmıştı. 

Romen Diyojen’in yaşadığı bu süreçte ise,  Selçuklu devleti İslam ülkeleri için tehdit oluşturan Şii-Fatımi Devleti üzerine sefere çıkmaya hazırlanıyordu. Suriye’de bulunan Selçuklu Sultanı Alparslan, gerekli hazırlıkları tamamlayarak ordularını Mısır’a doğru harekete geçirdi. Alparslan’ın hedefi büyüktü. Anadolu içlerine doğru seferlerini arttırmış; Kars, Ege ve hatta Marmara’ya kadar akınlar yapar duruma gelmişti.

Romen Diyojen de,  göreve geldikten sonra Selçuklu akınlarına karşı koymak için düzenli olarak seferler düzenlemeye başladı. Selçuklu akınları nedeniyle düşen ileri karakolları kontrol altına almak amacıyla; 1068 yılında Kars’ı, 1069 yılında Pozantı ve Palu’yu, 1070 yılında da Kayseri’yi tekrar kontrol altına aldı. Büyük Doğu seferi için uzun süredir devam ettiği hazırlıklarını tamamladı. İmparatorluk askerlerinin yanı sıra Frank, Norman, Slav, Gürcü, Abaza, Kürt, Peçenek ve Uz’lardan tertip ettiği çoğu paralı askerlerden oluşan 70.000 kişilik bir ordu hazırladı.

Gerekli hazırlıkları tamamlayan Diyojen, ordusunu Selçuklular üzerine sefere çıkardı. Anadolu’da yaşayan diğer bir azınlık olan Ermeniler, bu sefere katılmak istemediler. Romen Diyojen ordularıyla birlikte Sivas’a ulaştığında, kendisine tabi olmayan Ermeni prenslerini ve halkını kılıçtan geçirdi.  Ermeni yerleşim yerlerini de askerlerine yağma ettirdi. Böylelikle tabiiyetini kabul etmeyen Ermenilerden intikamını almış oldu. Ayrıca, kendisine karşı olup da Ermeniler gibi davranmak isteyenlere gözdağı vermiş oluyordu… 

Zamanın Ruhu devam edecek…

Kalın sağlıcakla…


*Sun Tzu : Milattan Önce 500 yılında Wu Devleti’nde (Şimdiki Çin) yaşamış olan ünlü Çinli komutan, filozof ve askeri bilge.

* Antoine De Saint-Exupér : 29 Haziran 1900 – 31 Temmuz 1944 tarihleri arasında yaşayan, Fransız pilot, yazar ve şairdir.Özellikle “Küçük Prens” (Le Petit Prince) isimli eseriyle ünlenmiştir. 


NOT: Yazılarımı aynı zamanda aşağıya bağlantı adresini bırakacağım kişisel blogumda da görüntüleyebilirsiniz:

https://kuzyakabilisimtarihkultur.com/

YAZARLAR