Zamanın Ruhu devam ediyor…
Doğu Roma İmparatoru Diyojen’in esir alınması kendisinde büyük bir şok etkisi yaratmıştı. Beklemediği bir durumdu.
Bu savaşın hazırlığı tam üç yıl sürmüştü. Ülke idarecilerinin teklif ettiği damat adaylarının hiç birini kendisine uygun görmeyen imparatoriçe Eudoxie, büyük bir güven duygusuyla beğenerek onu kendisine eş olarak seçmiş ve hapisten çıkarmıştı. O, Doğu Roma İmparatorluğu’nda bulunan otorite boşluğunu dolduracak beklenen adamdı…
Doğu Roma İmparatorluğu’nda yaşayan Ermeniler, Kürtler, Abazalar, Slavlar, Gürcüler’den oluşan tam donanımlı bir ordusu vardı. Hatta, imparatorluk bünyesinde azınlık olarak yaşamakta olan Peçenek ve Uz’ların en güçlülerinden paralı askerler oluşturmuştu. Savaşı yönetecek komutanlarını da en iyilerinden seçmişti. Hepsi de alanında büyük savaş ustalarıydı…
Siyasi ve askeri bakımdan gücüne çok güvenmişti. Ayrıca, koskoca Doğu Roma coğrafyasının politik yönetimi kendi elindeydi… Siyasi olarak Anadolu’nun tek hükümdarıydı… Bu savaştan galip çıkacağına o kadar emindi ki, daha savaş başlamadan; Horasan, Rey, Acem, Arap ve Suriye şehirlerinin idarelerini komutanları arasında paylaştırmıştı.
Oysa Selçuklular, İç Asya’da henüz yeni kurulmuş bir ülkeydi. Gazne devletini yıkarak topraklarına ve varlıklarına sahip olmuş, bir süre sonra da o topraklarda güçlenerek Doğu Roma’ya komşu olmuşlardı.
Ancak bu komşu, Doğu Roma’yı rahatsız etmeye başladı…Çünkü yeni komşu Anadolu içlerine seferler düzenliyor, Marmara ve Ege’ye akınlarda bulunuyordu. Kısaca Doğu Roma tehdit altındaydı.
Diyojen’in bu seferi düzenlemesinin asıl nedeni de zaten bu tehditti ve bu tehditten kurtulmak gerekiyordu… Hem de sonsuza kadar… Tüm hazırlıklarını bu tehditten kurtulmak için yaptı…
Ama olmadı. Başaramadı. Kendisinden daha az ve zayıf olan Selçuklu ordusu karşısında yenik düştü. Bu utanç verici bir durum olmalıydı. O yüzden Alparslan’ın yüzüne bakamıyordu. Mağrur imparatorun yüzü eğikti…
Diyojen, Alparslan’ın karşısına getirildiğinde nezaketle karşılandı. Kendisine yer gösterildi.
Alparslan, kendisini dinlemeye başladı.
Diyojen: “Size açık konuşacağım. Ben kendime çok güvendim. Karşınızda muazzam bir ordum vardı. Bu savaştan galip çıkacağıma çok emindim. Size yenileceğimi aklıma bile getirmedim. Benim için böyle bir ihtimal yoktu. Mağlup olduğuma hâlâ inanamıyorum. Devletimin benden beklediği bu değildi. Çok üzgünüm. Karşınızda bu durumda olmamalıydım. Benim açımdan bu çok utanç verici bir durum. Kendimi aşağılanmış hissediyorum.” dedi.
Alparslan; “Bizler karşılıklı olarak savaşmaya karar verdik, ordularımızı hazırladık ve savaştık. Her savaşın galip ve mağlubu olacaktır. Sonuçta siz de bütün gücünüzü ortaya koyarak savaştınız. Ancak zafer benim oldu.” diyerek onu teselli etti ve Diyojen’e: ” Eğer zaferi siz kazansaydınız bana ne yapardınız?” dedi.
Diyojen’in bu soruya vereceği cevap “Öldürtürüm” olacaktı. Ancak, açıklıkla cevap veremedi. Yutkundu. Ne yazık ki artık Alparslan’ın esiriydi. Şöyle demeyi tercih etti: ” Kamçılatırdım“
Belki de o şekilde bir beklentisi vardı…
Alparslan tekrar sordu:”Benim size ne yapacağımı düşünüyorsunuz? “
Diyojen: “Ya öldürtürsünüz ya da islam ülkelerinden birine esir olarak gönderirsiniz. Belki de af edersiniz. Ancak bunu hiç mümkün görmüyorum.”dedi.
Sultan Alparslan, Diyojen’i daha fazla aşağılamak istemiyordu. Koskoca Doğu Roma İmparatorunun düştüğü durum yürekler acısıydı.
Alparslan, Ona hiç beklemediği bir cevap verdi: “Sizi affediyorum.”
Romen Diyojen bu söze inanmakta güçlük çekti. Affedilmişti. Yenilgiye uğramış bir imparatordu. Ama Alparslan onu affetmişti. Ancak onunla bir anlaşma yaptı. Yaptıkları anlaşma ağır maddeler içeriyordu. Doğu Roma’nın yenik imparatoru bu anlaşmayı imzamak zorunda kaldı.
Ülkesine döndü. Ancak, kendi ülkesinde Türklerden görmediği hakaretlere maruz kaldı ve öldürüldü.
Diyojen’in ölümünden sonra yerine 7. Mihail başa geçti. Yeni imparator, Türklerle yapılan anlaşmayı kabul etmedi. Yırtıp attı. Doğu Roma’nın yeni imparatoru Diyojen’in imzaladığı anlaşmayı kabul etmese de, Malazgirt Savaşı Selçuklu’lara Anadolu’nun tapusunu vermişti. Anadolu kapıları ardına kadar Türklere açılmıştı. İlerleyen 20 yıl içinde yapılan göçlerle Türkleşerek Türklerin yurdu oldu.
O zamanın ruhunu kavrayan büyük kumandan Alparslan, bu toprakları bize yurt yaptı. Nerede bir Anadolu beldesine baksak orada bir Selçuklu eseri görürüz.
Zamanın Ruhu hep vardı…
Bu ruhu kavrayan liderler hep başarılı oldu.
Osman Gazi ve Fatih Sultan Mehmet, bu ruhu kavrayarak yaşadıkları zamana damgasını vuran önderlerdi.
Ancak, bu ruhun tam olarak kavranamadığı dönemler de oldu. Ona ters düşen eylemler yapıldı.
Tıpkı bozgun yıllarındaki gibi…
Cihan hakimi Osmanlı İmparatorluğu’nun sonunu hazırlayan bozgunlar Viyana’da başlayıp Kafkasya’da devam etti. Zaten gerisi de çorap söküğü gibi geldi.
Zamanın Ruhu’nu kavrayamamanın belgesi de 30 Ekim 1918 tarihinde imzalandı. Bu imza, Anadolu topraklarının tekrar işgaline yol açan bir imzaydı.
Bu sürgün ve kayıpların bizlerde yarattığı travma, ne yazık ki devam ediyor.
Elbette İçinde yaşadığımız Zamanın da bir ruhu var…
Bu ruhu kavrayıp ona göre eylemler gerçekleştirip gerçekleştirmediğimizi ise;
Şu anda parmaklarımızı tuşları üzerinde oynattığımız mobil cihazları kimlerin ürettiğine,
Dilimizden düşmeyen şu Sosyal Medya fenomenini kimlerin oluşturduğuna,
Biraz daha çerçeveyi genişletirsek;
Yaşamakta olduğumuz coğrafyada akmakta olan kanlara,
Bir türlü sona ermeyen sancılara bakarak kolayca anlayabiliriz.
Sanki bir yerlerde Zamanın Ruhu ile uyuşmayan bir şeyler var gibi…
Ters giden bir şeyler…
Zamanın Ruhu’na direnen…
Kalın sağlıcakla…
*Immanual Kant: 22 Nisan 1724-12 Şubat 1804 tarihleri arasında yaşayan Alman filozof.
NOT: Yazılarımı aynı zamanda aşağıya bağlantı adresini bırakacağım kişisel blogumda da görüntüleyebilirsiniz: