İki yoksul oturmuş hayallerini birbirine anlatıyorlarmış. Biri diğerine sormuş. Zengin olursan ne yapacaksın. Arkadaşı da demiş ki zengin olursam bir kamyon dolusu soğan alacağım ve hepsinin cücüğünü çıkarıp yiyeceğim.
Peki, sen zengin olunca ne yapacaksın.
Arkadaşı demiş ki
- Bana bir şey bırakmadın ki hepsini sen yedin.
Ben de diyorum ki soframda zeytin olsa başka bir şey olmasa ekmeğime katık yapıp karnımı doyurabilirim, başka da bir şey istemem. Fakirlik edebiyatı yaptığım sanılmasın. Sadece zeytinin soframızdaki yerini beyan etmek istedim. Zeytin; siyahından, yeşilinden, kırmasından, çizmesinden, yağından istifade edilebilen mübarek bir meyvedir. Dünyanın belki de en eski meyvelerinden biridir. Ve kendileri Akdeniz iklimiyle bütünleşmiştir.
Zeytin ağacı en uzun yaşayan meyve ağacı, çabuk zarar görmeyen, dibinden bile kesilse yeniden yeşeren bir ağaç. Fazla gübre ve su istemeden de ürün verebilen bir ağaç. Bazen haberlerde görüyorum asırlık zeytin ağaçlarını gösteriyor. Bu kadar uzun yaşayan, ekonomiye katkısı fevkalade çok olan, meyvesi gıda, yağı sağlık olan, uzun süre muhafaza edilebilen bir meyve bütün alternatifleriyle yaygınlaştırılmalıdır.
Alternatif dediğim şudur. Bildiğim kadarıyla yazın kurak kışın soğuk yerlerde yetişmiyor zeytin. Fakat artık eskisi gibi şiddetli kışlar yok. Dolayısıyla soğuğa da dayanıklı zeytin türlerini nispeten soğuk bölgelerimizde yetiştirebiliriz diye düşünüyorum. Yazların kurak olduğu yerlerde de denenebilir. Mesela bazı meyveler yazın yirmi günde bir su ister. Bu kadar suyu zeytine versek ki zeytin bu kadar su istemez zeytin de pekâlâ olabilir. Denemekte fayda var.
Bazı zeytin çeşitleri; Edremit veya Ayvalık, Gemlik, Domat, Çakır, Çekişte, Çilli, Erkence, Halhalı, Kalembezi, Kan Çelebi, Manzanilla, Sarı Ulak, Saurani, Yağ Çelebi’dir.
Zeytin ağacı, güneşi, ışığı ve 5 °C üstündeki sıcaklıkları sever. Bazı zeytin çeşitleri kış mevsiminde sıcaklığın daha düşük olduğu bölgelere adapte olmuştur. Genellikle -7 °C’nin ve yıllık 400 mm’nin altında yağış alan yerlerde, soğuk ve kuru rüzgârlara açık yerlerde yetişmesi meyve azalmasına yol açar, fazla kurak veya sulak alanları istemez.
Zeytin ağacı genellikle düşük rakımlı coğrafyalarda yetişir ancak denizden 1000 metre yükseklikteki alanlarda da zeytin tarımı yapılabilmektedir. Akdeniz iklimi bitkisi olsa da, günümüzde Kaliforniya (ABD), Japonya ve güney yarım küredeki Avustralya’da da zeytin tarımı yapılmaktadır.
Zeytin ağacı, toprak istekleri açısından fazla seçici olmadığından birçok bitkinin yetiştirilmediği alanların değerlendirilmesinde yararlanılmaktadır ve derinlere uzayan kökleri sayesinde kalkerli, çakıllı, taşlı ve kurak topraklarda yetiştirilmeye elverişlidir; ancak besin öğelerince zengin, genellikle kalkerli, kumlu, derin toprakları sever. Aralık ve mesafeleri geniş tutmak suretiyle, besin maddelerinin yetersiz olduğu ve yeterli gübreleme yapılamayan yörelerde de ekonomik bir zeytincilik yapmak mümkün olabilmektedir. Derin işleme ile toprak altındaki geçirimsiz tabakanın kırıldığı, hava kapasitesi yüksek ve iyi drenaj kanallarının bulunduğu koşullar sağlandığında, verimliliği düşük olan, taban altı suyunun yüzeye çok yakın olduğu veya kışın çok yağış alan topraklarda dahi yetiştirmek mümkün olabilmektedir.
Yukarıda aktardığım teknik (akademik mi demeliydim) bilgileri Doç. Dr. Özlem Tokuşoğlu’nun Zeytin isimli kitabından aldım. Emeğe saygı babından bunu zikretmeliyim. Bir de şunu belirtmeliyim. Kitaplardaki herhangi bir bilgi zamanla değişebilir. Dolayısıyla da birçok bilgi mutlak değildir, açık bilgidir, gelişir, değişir hatta yanlışlanabilir
Bir de aklıma gelmişken söyleyeyim. Yediğimiz meyvelerin çekirdeğini mümkün mertebe çöpe atmak yerine toprağa gömersek bunların filizleneceğiyle ilgili çok şeyler duydum, muhakkak siz de duymuşsunuzdur. Tabi herkesin her zaman böyle imkânı olmaz ama yine de kamu spotu, afişler şeklindeki uygulamalarla bir farkındalık oluşturulabilir.
Şimdi bu yazıyı yazdım diye beni bu işin uzmanı gibi görmeyin sadece az bir araştırmayla tecrübelerimi harmanlayarak size aktardım. Hatta hiçbir şeyi gözünüzde büyütmeyin zira bir şey neyse odur, sadece o. Günümüzde ‘uzmanlar böyle diyoo’ hastalığı var. Yani bir şeyi uzman demişse akan sular duruyor. Diyelim ki uzmanın biri çıkıp dedi ki zeytinyağı zararlıdır, ‘zeytinyağlı yiyemem aman’ diye türküsü bile vardır diyecek olsa inanacak mıyız? Uzmanları reddedelim demiyorum, emeğe saygısızlık yapalım da demiyorum. Fakat bir şeyi uzman söyledi diye mutlak, yüzde yüz doğruymuş gibi kabul etmeyelim, araştıralım, iyice kanaat getirelim öyle kabul edelim. Aynı husus bilim için de geçerlidir. Bilim veriler toplar, sentez yapar ve bir sonuca ulaşır. Bugün ulaştığı bilgi yarın gelişir, değişir, hatta yanlışlanabilir. Bilimin doğasında bu vardır. Fakat bilime kutsal inek muamelesi yapmak, bizi aydınlık, aydınlık diyen fakat karanlıkta olduğunu dahi fark etmeyen bir duruma hatta bilimin tiranlığına götürebilir. Haydi, büyük bir laf edelim. Bilim, mitleri yıkan fakat kendisi onların yerine geçen bir mit haline getirilmemelidir. Bu sözü nereden ilham alarak söylediğimi de söyleyeyim. İbni Arabi demiş ki hakiki şeyh, müridinin kafasındaki şeyh putunu kırandır.
Belki de uzman diyerek önünüzü iliklediğiniz insanların hayat tecrübesi sizinki kadar yoktur. Hiçbir şeyi gözünüzde ne büyütün ne de küçültün. O zaman doğal bir iletişim kurabilirsiniz. Eh! İşi böyle ortalama bir vasata koyduktan sonra şunu diyeceğim. Geçen yıl bir uzman dedi ki falanca yerdeki bir şirket bizden değil de İtalya’dan hatırı sayılır miktarda zeytinyağı aldı. Sebebi şu: şirket aldığı zeytinyağını her yıl almak istiyor. Dolayısıyla da bu yıl zeytin olmadı yağ da yok dersen o da her yıl garanti veren bir yere yönelir. Binaenaleyh yağı üretmek kadar depolamak ve piyasa bulmak da önemli gibi şeyler söylemişti. Önemli gördüğüm için zikretmek istedim.
Tabi zeytin gözlüm gibi deyimlerden, zeytin dalı barışı simgeler gibi edebiyatlardan, ve’ttini ve’zzeytuni gibi yeminlerden de bahsedilebilirdi. Hatta zeytin hakkında bir kurgu yapıp sonunda da zeytinyağı gibi üste çıkabilirdim. Ama böyle zahmetli işlere girişmeyeceğim şimdilik. Sonra asit oranını tutturamam, tuzu ayarlayamam, bakarsın çok yumuşar, kararır, bozarır hatta paslanır, ne bileyim türlü haller işte.
Bir ince çıradır gönlümde benim,
Baharda heyecan, güzde sevincim,
Seninle bahtiyar, seninle gencim,
Benim kara gözlü zeytinim.