Vaiz Muharrem DEMİR


ZİKİR

"Allah’ı Anmak" Ebû Musa (el-Eş’arî) (ra) tarafından rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Rabbini zikreden kimse ile zikretmeyen kimsenin misali, diri ile ölünün misali gibidir. ” (Buhârî, Deavât, 66)


               Bütün varlıklarını Mekke’de bırakıp Hz. Peygamber’le beraber Medine’ye hicret eden bazı fakir Müslümanlar Hz. Peygamber’in yanına gelip ona dertlerini anlatmaya başladılar: “Yâ Resûlallah! Zenginler cennetin en yüksek derecelerini ve ebedî nimetleri alıp götürdüler! Çünkü bizim namaz kıldığımız gibi onlar da namaz kılıyor, bizim oruç tuttuğumuz gibi onlar da oruç tutuyorlar. Fazla malları olduğu için bir de onlar hac ve umre yapıyor, cihad ediyor ve sadaka veriyorlar; bizim ise sadaka verebileceğimiz malımız yok.” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Size bir şey haber ve-reyim mi? dedi ve ekledi: Dediğimi yaptığınız takdirde sizi sevapta geçenlere yetişirsiniz, sizden sonrakilerden kimse de size yetişemez ve içinde bulunduğunuz toplulukta en hayırlı topluluk olursunuz. Ancak onlar da sizin yaptığınız bu tesbihleri yaparlarsa size yetişebilirler. Her namazın peşinden otuz üç kez tesbih (sübhânellâh), otuz üç kez tahmîd (elhamdülillâh) ve otuz üç kere tekbir (Allâhü ekber) getirirsiniz.” (Buhârî, Ezân, 155) Bir başka hadisinde ise Resûlullah (sav) bu tesbihleri saydıktan sonra, “Kim (sayıları) doksan dokuz eden bu tesbihleri, "Lâ ilâhe illâllâhü vahdehü lâ şerîke leh lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr." diyerek yüze tamamlarsa, günahları denizin köpükleri kadar da olsa bağışlanır.” (Müslim, Mesâcid, 146.) diyerek bütün müminleri müjdelemiştir.

               Yine bir gün Hz. Peygamber, ashâbıyla beraber otururken onlara şöyle bir soru yöneltmişti: “Sizden herhangi biriniz, her gün bin sevap kazanmaktan âciz mi?” Orada oturan sahâbîlerden biri merakla sordu: “Bizden biri bin sevabı nasıl kazanabilir?” Hz. Peygamber cevap verdi: “(Allah’ı) yüz kere tesbih eder (sübhânellâh der) ve kendisine bin sevap yazılır veya bin günahı silinir.” (Müslim, Zikir, 37.)

               Zikir, sürekli Allah’ı hatırında tutmak ve devamlı Yüce Yaratan’ın gözetiminde olduğunun bilincinde olmaktır. Zikir, Allah’ı anmak üzere yapılması veya söylenmesi tavsiye edilen, hamd, dua, tesbih ve ibadet gibi söz ve fiillerdir. Zikir, Allah’ın varlığının, birliğinin ve sonsuz kudretinin delili olan pek çok konuyu düşünmek, tefekkür etmektir.

               Allah’ı zikretmek, inanan kalbin gıdası, derdinin şifası ve kurtuluş vesilesidir. Allah’ın en güzel isimlerini zikretmek, O’nun ismini, azametinin farkına vararak tekrar tekrar dillendirmek, gönle ve zihne yerleştirmektir. Zikir, Mümin kalplerin neşesi, ıstıraplı gönüllerin huzur kaynağıdır; “Bilin ki, kalpler ancak Allah’ın zikriyle huzur bulur.” (Ra’d, 13/28.) ayetinde buyrulduğu gibi, manevi huzura açılan kapının anahtarıdır.

               O yüce kelimeleri söylemek, benliğinin derinliklerinde hissederek Rabbi zikretmek bütün ibadetlerin özü ve aslıdır. Zaten İslâm’ın direği ve müminin mi’racı namazdan maksat da Allah’ı zikirdir, O’nu hatırlamak, O’nu anmaktır. “...O hâlde (yalnız) bana ibadet et; beni anmak için namaz kıl.” (Tâ-Hâ, 20/14.) “(Resûlüm!) Kitaptan sana vahyedileni oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebût, 29/45.) âyetleri de bunun açık göstergeleridir.

               Sabah akşam Allah’ı zikrediyor olmak için sadece Allah’ı zihinde tutmak ve dil ile zikir cümlelerini tekrarlamak yeterli değildir. Hz. Peygamber’in, “Allah’a itaat eden Allah’ı zikretmiş olur.” (Beyhakî, Şuabü’l-îmân, I, 452.) gerçeğinden hareketle Kur’an ve sünnete uygun bir hayat sürme-dikçe, dinin vecibelerini yerine getirip, yasaklarından kaçınarak Rabbin ismini gönle nakşetmedikçe zikir kemale ermez.

               Zikir çeşit çeşittir. Lisan ve kalp ile olduğu gibi beden ile de zikir yapılır. Hepsi birlikte olursa dilimizde O, kalbimizde O, bütün azalarımızda sadece O olursa işte zikir o zaman kemal bulur, ruha zevk olur, Rabbe dostluğa açılan kapı hâline gelir. Yüce Allah’ı güzel isimleri ile anmak O’na hamdetmek, tesbihte bulunmak, Kur’an okumak ve dua etmek dilin zikridir. Kur’an’da, “Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin. Ve O’nu sabah ak-şam tesbih edin.” (Ahzâb, 33/41-42) buyuran Yüce Allah, zikir ile tesbihi aynı âyette zikretmiştir. Yüce Allah’ı tesbih, (sübhânellâh) tekbir (Allâhü ekber), tahmîd (Elhamdülillâh) ve tehlil (Lâ ilâhe illâllâh), zikir lafızlarının en derin mânâlı ve değerli olanlarıdır. Tesbih ise, Allah’ı, yüceliğine yakışma-yan kusur ve noksanlıklardan, insanların ilâhlar / tanrılar hakkında düşündükleri eksik sıfatlardan hem söz ile hem de gönülden tenzih etmek, uzak tutmaktır. İşte bu anlamda göklerdeki ve yerdeki her şey, eşsiz güç ve kudret sahibi olan Allah’ı tesbih eder ve O’nun şanını yüceltir. İnanan insan da, “Öyleyse yalnız beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin.” (Bakara, 2/152.) buyuran Rabbini tesbih ederek bu zincirin bir halkası olur. Hatta sadece dili ile zikretmekle kalmaz, Yüce Allah’ı gönülden anarak ve devamlı O’nu aklında tutarak tefekkür ederse kalbi ile de zikretmiş olur.

               Ebû Saîd el-Hudrî ve Ebû Hüreyre’nin beraber işittikleri bir hadiste ise Hz. Peygamber, “Allah’ı zikir için oturanları, melekler kuşatır, onları rahmet kaplar, üzerlerine mânevî bir huzur (sekînet) iner ve Allah, yanındaki (melek) lere onlardan bahseder.” (Müslim, Zikir, 39.) buyurmuştur.

               Ebû Hüreyre’nin naklettiği bir haberde Allah Resûlü, bu tür toplulukların bulunduğu mekânları “cennet bahçeleri” olarak nitelendirmiş ve şöyle demiştir: “Cennet bahçelerine uğradığınız zaman nimetlerinden yararlanın.” Bunun üzerine, “Yâ Resûlallah, cennet bahçeleri nedir?” diye sordum. Hz. Peygamber, “Mescitler!” diye cevap verdi. “(Peki, o hâlde) nimetlerinden yararlanmak nasıl olacak Yâ Resûlallah?” dedim. Peygamber (sav), “Sübhânellâhi ve’l-hamdülillâhi ve lâ ilâhe illâllâhü vallâhü ekber” diyerek cevap verdi. (Tirmizî, Deavât, 82.) Bir kudsî ha-diste de, “(Zikir meclislerinde) bulunanlar öyle kimselerdir ki onlarla birlikte oturanlar kötü kimseler olamaz.” (Buhârî, Deavât, 66.) buyrulmuştur.

               Kur’an, âlemin yaratılışındaki mucizeyi gören sağduyu sahibi müminlerin ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken yani her durumda Rablerini andıklarını belirtir. Nitekim bir kudsî hadiste de Yüce Allah’ın, “Benim gerçek kulum, (savaş meydanında) çarpışırken bile beni anandır.” (Tirmizî, Deavât, 118.) buyurduğu nakledilmiştir. Zikrin kıymetini böylesine idrak etmiş bir kişi, çarşı pazar yerleri gibi insanların çoğunlukla gaflet içinde bulundukları mekânlar da dâhil olmak üzere hiçbir yerde Allah’ı unutmaz ve Resûl-i Ekrem’in şu tavsiyesine kulak verir: “ Her kim çarşıya girdiğinde, "Lâ ilâhe illâllâhü vahdehû lâ şerîke leh lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü yuhyî ve yümît ve hüve hayyun lâ yemût bi-yedihi’l-hayr ve hüve alâ külli şey’in kadîr." (Allah’tan başka ilâh yoktur, O tektir, O’nun ortağı yoktur, mülk O’nundur ve hamd O’na aittir. Hayatı da, ölümü de O verir. O ise diridir, asla ölmez. Hayırlar O’nun elindedir. O her şeye kadirdir.) derse Allah Teâlâ onun için bir milyon iyilik yazar, bir milyon kötülüğünü siler ve onu bir milyon derece yükseltir.” (Tirmizî, Deavât, 36)

               Bizi en güzel şekilde yaratıp başta akıl olmak üzere her türlü nimet ile donatan Rabbimizi zikretmemek yani O’nu unutmak ise nankörlüktür, en masum ifadeyle gaflettir. Yüce Rabbimiz bir âyette, “Ey iman edenler! Mallarınız ve evlâtlarınız sizi, Allah’ı zikretmekten alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.” (Münâfikûn, 63/9) diye seslenerek dünya meşguliyetlerinin aldatıcı rolüne işaret etmiştir. Ayrıca şeytanın, insanı Allah’ı anmaktan alıkoymak istediği ve Allah’ı az zikretmenin münafıkların bir özelliği olduğu konusunda Kur’an uyarılarda bulunmuştur.

               İnsanın olgun bir mümin olup ahlâken güzelleşebilmesi daima Allah’ı anmasına ve O’nun kendisini her yerde ve her zaman gördüğü şuuru ile yaşayabilmesine bağlıdır. Kalbi Allah’ın zikriyle dolu müminin sevgisi göklerde ve yerdeki tüm gönüllere yerleşir. Allah Teâlâ zikreden kulunu kendisi sevdiği gibi, bütün yarattıklarına da sevdirir ve kendine dost edinir. Kul, dudağını kımıldatıp Yüce Yaratan’ı her andığında, O, kuluyla beraber olur. Bu husus bir kudsî hadiste şöyle ifade edilir: “Yüce Allah buyuruyor ki: Kulum beni nasıl düşünüyorsa ben öyleyim. O beni anarken ben onunla beraberim. O beni kendi başına anarsa, ben de onu kendim anarım. O beni bir topluluk içinde anarsa, ben onu daha hayırlı bir topluluk içinde anarım. O bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim.” (Müslim, Zikir, 2)

              

               Zikir ruhun gıdasıdır; derdin devası, gönlün şifasıdır. Kalpleri doyuran, ruhları yatıştıran, gönülleri coşturan bir ibadettir. Zikir, kula farkındalık, uyanıklık ve şuur kazandırır; onu gafletten, vesveseden ve kuruntudan korur. İnsan zikir sayesinde takvaya erer; yoksulluktan kanaat zenginliğine, yalnızlıktan ebedî dostluğa mazhar olur. Allah’ın rahmetini, bağışlamasını, rızasını ve muhabbetini kazanmak istiyorsa eğer, bir kul için zikir hayatının vazgeçilmez parçası olmalıdır.

 

                              Kaynak: HADİSLERLE İSLAM

YAZARLAR