İlknur BURSALI

Tarih: 03.11.2025 10:21

“ Portakal Ağaçlarının Altında Savaşın Gölgesi ” -2-

Facebook Twitter Linked-in

 İKİNCİ  BÖLÜM
“Hakan EVRENSEL babasının 80. doğum gününde, Kuleli Askerî Lisesi yıllarından kalan Kıbrıs notlarını buluyor ve onları bilgisayara geçirip dijital hale getiriyor. Anne ve babasının yıllarca biriktirdiği anıları derleyip bastırıp doğum gününde unutulmaz bir kitap bırakıyor;  “Portakal Ağaçları” adını taşıyan bu kitap hem aile tarihi hem de dönemin tanıklığı olarak saklayacakları bir eser. Bu röportajda hem o notlardan hem de bizzat yaşanmış anılardan hareketle 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’nın ailede ve ülkemizde bıraktığı izleri, kişisel hatıraları ve mesajları paylaşıyoruz.”
Kitabı gördüğünüzde tepkileriniz nasıldı?
Büyük bir sevinç yaşandı. Ahmet Beyin 80. doğum gününde hazırlanmış. “Bunlar sizin hediyeniz” dediler; hepimiz donup kaldık, kitabı gördüğümüzde inanılmaz mutlu olduk. Ailevi hafızanın korunması, notların digitalleştirilmesi hem anıları yaşattı hem de gelecek kuşaklara aktaracak bir kaynak ortaya koydu.

Portakal Ağaçlarının Altında
Savaşın Gölgesi Vardı”
Savaş cephede kurşunla, evlerde sabırla kazanılır. Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında eşiyle yeniden bir araya gelen Filiz EVRENSEL, savaşın ortasında bile insan kalabilmenin, korkuyla umudu harmanlamanın hikâyesini anlatıyor.
– Filiz Hanım, ilk röportajımızda Ahmet Bey’in Kıbrıs’a gidişini ve sizin evde yaşadığınız zorlukları anlatmıştınız. Peki, sonra neler oldu? Yeniden buluşmanız nasıl gerçekleşti?
Ahmet’in tayini Kıbrıs’a çıkınca, bir süre sonra eşlerin de yanına gidebileceği haberi geldi. Yüreğim hem sevinçle  hem korkuyla doldu. “Ya giderken bir şey olursa?” diyordum içimden. Ama aynı zamanda yıllardır ayrı kaldığım eşimi görme umudu vardı. Yavrularımı kucağıma aldım, bavulumu hazırladım. Yanımda biraz yiyecek, biraz cesaret… Feribota binerken ellerim titriyordu. Bin bir endişe içindeydik ama Allah’ın izniyle sağ salim yola çıktık. Gemide herkes birbirine dua ediyordu. Yanımdaki arkadaşım, “Korkma Filiz, Allah bizimle,” dedi. O söz içime bir huzur verdi.
– O yolculuk nasıldı? İlk defa savaşın içine, bir belirsizliğe doğru gidiyorsunuz…?
Geminin güvertesinde otururken deniz sakin görünüyordu ama içimde fırtına kopuyordu. Çocuklarıma sıkı sıkı sarıldım. Herkes sessizdi. Gemi Mersin limanından ayrılırken, içimizde “Acaba sağ salim varabilecek miyiz?” endişesi vardı. Rum saldırıları yıllarca korku salmıştı. Bizim gidişimiz, sadece bir yolculuk değil, bir direnişin parçasıydı. Türkiye’nin sesiydik biz orada. Gemiden inerken uzakta portakal ağaçlarını gördüm. O ağaçlar, barışın ve umudun simgesiydi sanki.
– Kıbrıs’a vardığınızda sizi neler bekliyordu?
Bizi karşıladıklarında Ahmet hemen geldi. O an… hâlâ gözümün önünde. Yıllar sonra birbirimize kavuşmuştuk. Çocuklar “Baba!” diye koştu, ben konuşamadım. Sadece ağladım.
Bahçesi portakal ağaçları ile dolu, müstakil, çok güzel bir evin önüne geldiğimizde evin duvarlarında mermilerin açtığı delikler vardı. Rumlardan kalma bir evdi. Her köşesinde savaşın izleri… Ama biz o evde kalmak istemedik. Onların ağlayarak bıraktıkları yerde ben nasıl gülerek oturacaktım. Yine spor kulübünün binasına döndük. İlk defa huzurla uyuduk. Sabah olunca kuş sesleriyle uyandım, dışarıda portakal ağaçlarının kokusu vardı.
– Peki o günlerden sonra hayatınız nasıl devam etti?
Savaş bitti ama izleri hep kaldı. Kıbrıs’tan döndüğümüzde, Ankara’ya taşındık. Ahmet görevine devam etti. Ben ise çocuklarla yeni bir hayata alışmaya çalıştım. Her portakal kokusunda, her sessizlikte Kıbrıs’ı hatırlardım. Ahmet yıllar sonra emekli olduğunda, “Filiz, biz görevimizi yaptık,” dedi. Gözlerinde hâlâ o günlerin yorgunluğu vardı ama içinde büyük bir huzur…
– Şimdi geriye baktığınızda, o yılları nasıl tanımlarsınız?
O yıllar acı, korku, özlem ve gururun bir karışımıydı. Biz kadınlar savaşmadık belki ama sessiz bir cephede nöbet tuttuk. Çocuklarımızı korkudan değil, cesaretten büyüttük. Şimdi torunlarıma anlatırken, “Bir zamanlar portakal ağaçlarının altında savaşın gölgesi vardı,” diyorum. Ama o gölge artık yerini barışa bıraktı. Bir gün Ahmet bana demişti ki:
“Filiz, savaş bir gün biter, ama insanın içindeki vatan sevgisi hiç bitmez.” Ben bugün hâlâ o sevgiyle yaşıyorum. Çünkü her vatan, bir annenin duasıyla ayakta durur.
Kıbrıs Barış Harekâtı’nın üzerinden yıllar geçti… Ama o yılların sarsıntısı, cepheye gidenlerin ardından evde kalan yüreklerde hâlâ yankılanıyor. Gazimizin eşi Filiz EVRENSEL, hem bir anne, hem bir eş, hem de bir savaşın sessiz kahramanı olarak, o günleri gözyaşları ve gururla anlatıyor.
– Filiz Hanım, sizi o günlere götürsek… Henüz çok gençsiniz, bir anne olarak eşinizi askere uğurlarken neler hissettiniz?
Ben o zaman yirmi yaşındaydım, elimde henüz bir yaşını bile doldurmamış yavrum vardı. 18 Şubat 1967’de ilk kez kucağıma aldığımda, “Bu eser benim mi?” demiştim. O kadar küçüktü ki, nefesini dinlerdim geceleri… Sonra bir sabah Ahmet, “Biz Kıbrıs’a gidiyoruz Filiz,” dedi. Sanki yüreğimi yerimden söküp götürdü o söz. “Ne Kıbrıs’ı, sen bizi nasıl bırakır gidersin?” diyemedim bile, çünkü gözlerinin içinde bir görev, bir sorumluluk parlıyordu.
– Eşiniz Kıbrıs’a giderken siz evde neler yaşadınız?
Evin içinde tam bir matem havası vardı. Her sabah kahvaltıdan sonra Gülhane Askerî Hastanesi’nden gelen haberleri beklerdik. Radyonun sesi bizim yüreğimizin sesi gibiydi. Her an yeni bir telgraf, yeni bir kayıp haberi gelir mi diye korkardım.
– Savaşın haberlerini aldığınızda, özellikle Kıbrıs Harekâtı başladığında neler hissettiniz?
Televizyon yoktu, radyo başında beklerdik. 20 Temmuz sabahı “Türk Silahlı Kuvvetleri Kıbrıs’a çıktı” haberi geldiğinde dizlerimin bağı çözüldü. Gözyaşım hem sevinçten hem korkudan aktı. “Allah’ım, onu bana bağışla,” dedim. Her bomba sesi, her haber, sanki kalbime düşüyordu. Geceleri karartma olurdu; o sessizlikte sadece oğlumun nefesini duyardım.
– Şimdi geriye dönüp baktığınızda, o yıllardan bu-güne en çok neyi unutmuyorsunuz?
En çok o uğurlama anını… Parası, eşyası, imkânı olmayan ama yüreği vatan dolu bir askeri uğurlayışımı unutmuyorum. Bir de oğlumun gözlerini… Babasının gidişine anlam veremeyen o küçük gözlerdeki şaşkınlığı. Ben o gün sadece bir eş değil, bir anne, bir nöbetçi oldum.

– Bugün gençlere, yeni nesle bu yaşanmışlıklardan hangi dersi vermek istersiniz?
Vatan sevgisi bazen bir komutla değil, bir veda ile öğrenilir. Bizim kuşağımız, sabırla, sadakatle yaşadı. Gençler bilsin ki barış, savaş görmüş kadınların dualarıyla korunur. Benim tek isteğim, artık hiçbir Filiz’in bir Ahmet’i Kıbrıs’a uğurlamak zorunda kalmamasıdır. Ahmet’in bana vedasında söylediği gibi: Ben sabrettim, o sabırla bir ömür kurdum. Şimdi torunlarıma anlatırken gözlerim dolar ama içim gururla doludur.
19 Eylül Gaziler Günü vesilesiyle, başta Ahmet EVRENSEL olmak üzere vatan için canını, gençliğini ve sevdalarını feda eden tüm Kıbrıs Gazilerimizi saygı ve minnetle anıyoruz.

Filiz EVRENSEL’in sözleri, yalnız bir dönemi değil, bir milletin yürek tarihini anlatıyor. O, cephedeki asker kadar güçlü bir bekleyişin sembolü. Ahmet Bey’in 'Filiz, savaş biter ama insanın içindeki vatan sevgisi bitmez' sözüyle kapanan bu hikâye, aslında bir neslin ortak duası gibi yankılanıyor: Böylece Ahmet EVRENSEL röportaj dizisi, bir askerle başlayan, bir annenin duasıyla tamamlanan bir destana dönüşüyor. Her iki röportaj da, yalnız bir ailenin değil, Türkiye’nin hafızasında yer edecek bir vefa belgesi olarak kalacak. 
Bu röportajın hazırlık süreci, yalnız bir söyleşi değil; aynı zamanda bir buluşmaydı. Çalışmamızın ikinci gününde bize Süleyman TOPUZ, eşi Sabahat EVRENSEL TOPUZ ve dünya tatlısı Elif Serra da eşlik etti. Hep birlikte Tekeler Çınarı’na, ardından Kara Oklar Ekolojik Tarım Çiftliği’ne gittik. Kızlarım Ayşe Sena, Ceyda ve eşim de bizimleydi. EVRENSEL ailesi, doğanın içindeki bu ziyaretten büyük keyif aldı; Sabahat Hanım’ın da Ahmet EVRENSEL’in ağabeyinin torunu olması, günü adeta küçük bir aile toplantısına dönüştürdü.
Sonsöz ve Teşekkür
Bir ömür; sabırla, vatan sevgisiyle, inançla örülmüş bir destan… Ahmet EVRENSEL’in cephedeki cesareti, Filiz EVRENSEL’in evdeki direnişi, bir milletin isimsiz kahramanlarının hikâyesine dönüşüyor. Onların hatıraları, yalnız geçmişi anlatmıyor bugünümüze ışık tutuyor.

- Bir Çocuğun Hafızasından Kıbrıs
Ayhan EVRENSEL, babasının Kıbrıs’a gidişini çocuk gözleriyle şöyle hatırlıyor:
“ Babamın Kıbrıs’tan gönderdiği mektuptan çıkan ince uzun sakız, üçümüzün tek pasaportu, feribotun yuvarlak penceresi… Dört yaşında bir çocuğun belleğinde kalan o küçük ayrıntılar, yıllar sonra kalemime yön verdi. Yüksek lisans tez konumun ‘Kıbrıs’ olması da bir tesadüf değildi. Babamın yarım kalmış mektubunu yazıyla tamamlamak istedim. Annemle babama, savaşın değil insanlığın mirasını bıraktıkları için minnet-tarım.”

Buradan, Kıbrıs Gazisi Ahmet EVRENSEL’e, ülkesine adadığı ömür için; Filiz EVRENSEl’e, sabrın ve sevdanın destanını yazdığı için; ve onların hatıralarını 'Portakal Ağaçları' kitabıyla ölümsüzleştirip gelecek kuşaklara armağan eden oğlu Hakan EVRENSEL’e; ayrıca, o günlerin tanığı, çocukluk anılarıyla bu hikâyeyi tamamlayan oğulları Ayhan EVRENSEL’e en içten teşekkür ve minnetimizi sunuyoruz.

Bu röportaj dizisinde sa-dece bir ailenin değil, bir ülkenin hafızası var. Ve biz inanıyoruz ki, bu anılar yaşadıkça; her portakal kokusu, her sabır hikâyesi bize yeniden barışı hatırlatacak.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleriyle bitirelim:
“Gazilik, şehitlik kadar yüce bir mertebedir; onlar milletin sonsuza kadar yaşayacağının işaretidir.”
Onların hayatı da bu sözün ete kemiğe bürünmüş hâlidir. Ahmet ve Filiz EVRENSEL’in hikâyesi, bir vatanın kal- binde yankılanan o sessiz teşekkürdür.
Ve belki Orhan Veli’nin diliyle, bu duyguyu en sade hâliyle söylemek gerek:
“Bir yer var biliyorum; her şeyi söylemek mümkün…”
İşte o yer, bir gazinin kalbiyle vatan sevgisinin buluştuğu Portakal Ağaçları...
O günlerin ruhunu hissetmek, Kıbrıs’ın portakal kokulu sabahlarında barışın filizlenişini okumak isteyenler için Hakan EVRENSEL’in “Portakal Ağaçları” kitabı, tarihin kalbinde açan bir umut çiçeği gibi...
           İlknur BURSALI
         SEVGİ KÖPRÜSÜ


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —