MCBÜ Demirci Eğitim Fakültesi Öğr. Gör. Şaban ÇETİN

Tarih: 31.12.2025 10:52

Hatıralar şiirdir ama…

Facebook Twitter Linked-in

İnsan neyi hatırlıyorsa odur, diye düşünürüm bazen…

Hayat dediğimiz şey, peş peşe dizilmiş “an”lardan ibaret; insan ise o anların zihinde bıraktığı izlerden… Kimi anılar vardır, içimizi ısıtır; kimileri de yıllar sonra bile bir şarkının notasına tutunup gözlerimizi nemlendirir.

“Anılar, anılar şimdi gözümde canlandılar, anılar anılar beni bu akşam ağlattılar”

İnsan anılardan ibarettir bile denilmiştir.

Hatıralar yazıya döküldüğünde, artık yalnızca kişisel olmaktan çıkar; başkalarının da hafızasına karışır. İşte bu yüzden hatırat edebiyatı, yalnızca bireyin geçmişiyle değil, toplumun hafızasıyla da ilgilidir. Üstat Hilmi Yavuz’un “Hatıralar şiirdir, onları tarih yapmayın” uyarısı, bu metinlerin ruhunu hatırlatır bize. Ama ne yapalım ki yazıya düşen her hatıra, farkında olmadan tarihe de dokunur.

Anılar sübjektiftir; ama tam da bu yüzden değerlidir. Çünkü resmî belgelerin söyleyemediğini söyler, istatistiklerin göremediğini gösterir. Bir dönemin insanını, kokusunu, sesini ve ruh hâlini taşır satır aralarında. Oyun alanındaki futbolcu maçın tamamını göremez; ama kenardan bakan biri bütün resmi fark edebilir. Hatıralar biraz da bu “kenardan bakma” hâlidir.

Bir şehri en iyi kim anlatır? İçinde doğup büyüyenler mi, yoksa oraya sonradan gelenler mi? Ben, dışarıdan gelenlerin anlattıklarını her zaman daha merakla okurum. Çünkü yabancı göz, alışkanlığın körleştirdiği ayrıntıları yakalar. Taşrada görev yapan bir kaymakamın, bir öğret-menin, bir hâkimin defterine düşürdüğü birkaç satır; bazen ciltler dolusu resmî tarihten daha çok şey anlatır.

Ne yazık ki bizde, özellikle taşrada görev yapanların yaşadıklarını yazma alışkanlığı pek gelişmemiştir. Oysa bu anılar, şehirlerin görünmeyen arşividir. Yıllardır gittiğim yerlerde, o şehre dair yazılmış hatıralar varsa mutlaka arar, bulur ve okurum. Çünkü şehirlerin ruhu, en çok hatıraların satır aralarına gizlenir.

Yıllar önce Toroslar’da, Konya’nın Hadim ilçesinde öğretmene-vinde kalırken rastladığım bir hatıra kitabı hâlâ aklımdadır. Uzun yıllar hâkimlik yapmış birinin mahkeme salonundan derlediği mizahi olaylar, bana yalnızca hukuku değil, insanı da anlatmıştı. O kitap sayesinde Hadim’i bir de onun gözünden görmüştüm.

Demirci’ye bakarken de aynı şeyi düşünürüm. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde geçen birkaç satır ya da Millî Mücadele yıllarında Demirci Kaymakamlığı yapan İbrahim Ethem Bey’in Demirci Akıncıları adlı anıları, bize yalnızca tarihî bilgi vermez; bir ruh hâlini, bir zamanı duyumsatır. Dışarıdan bakan göz, çoğu zaman içeridekilerin fark edemediğini görür.

Bu yüzden Celal Kalezade’nin Anı - Öyküler adlı kitabını okurken, karşıma bir “eski kaymakam”dan çok, hayatı dikkatle izlemiş bir insan çıktı. Kırk yıla yaklaşan yöneticilik hayatının ardından kaleme aldığı bu anılar; resmî bir dilin soğukluğundan uzak, sıcak ve yer yer mizah yüklüydü. Kitap bittiğinde geriye bir kaymakam değil, bir insan kalıyordu.

Demirci’de görev yaptığı yıllarda kendisiyle kısa bir sohbet etmiştim. Şiirden tarihe uzanan konuşmamızda, farklı bakış açılarına açık, okuduklarını sorgulayan, dili ve musikiyi seven bir aydın profiliyle karşılaşmıştım. Öğle aralarında kütüphanede kitaplara gömüldüğünü görmek şaşırtıcı değildi. Belli ki birikenler, bir gün yazıya dökülecekti.

Kitapta yer alan Hıdrellez anısı ise, bana göre tam bir Anadolu fotoğrafıdır. Hayır yemekleri, protokol düzeni, iyi niyetli ama eksik kalan hazırlıklar… Ve sonunda “.... Köyü’nde su içecek bardak bulunamaması.” İnsan bu satırları okurken hem gülümser hem de düşünür. Çünkü bu küçük ayrıntı, bir dönemin imkânlarını, alışkanlıklarını ve insan ilişkilerini anlatmaya yeter.

Hatıralar böyledir işte. Büyük laflar etmezler; ama küçük ayrıntılar-la çok şey söylerler. Görülemeyeni gösterir, unutulanı hatırlatırlar.

Hasılı kelam ehlinin elinde bütün “hatırat”lar birer ışıldaktır.

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —