Prof. Dr. Nejat Göyünç, bir gönül insanı…
İnsan bazen, Henri Bergson'un "iç zaman" dediği süreci yaşamak istiyor.
"Bugünkü dünde” gezinmeyi arzuluyor.
“Alıştığımız bir şeydi yaşamak” diyordu ya Tarancı
Belki de hayatı, “alıştığımız bir şey olmaktan” çıkarmak istiyoruz kim bilir.
Ne olursa olsun, geçmişe takılıp kalmadan, hatıra denizine ağ atıp, güzellikler devşirmek iyi geliyor insana.
Denize attığım ağ okul yıllarımı çekip getirdi.
Ah O Hocalar…
Kimilerini hiç unutamıyor, kimilerini de hatırlamıyoruz bile.
Neden acaba?
Üniversite yıllarım Mevlâna Diyarında, Konya’da geçti.
Bu süreçte, Anadolu Selçuklu payitahtını ve bozkırı “içeriden” tanıma imkânı buldum.
İçerden diyorum, çünkü Tanpınar’a göre, başka türlü nüfuz edemezsiniz Oralara.
“Beş Şehir”de uyarmıştı beni. Şehir Kıskançtı. Onu yakalayabilmek için saat ve mevsimlerine iyice karışmanız gerekirdi, yoksa ona, sonuna kadar yabancı kalırdınız. Mazisini açmazdı size.
Tanpınar’ın sözünü tutarak, dört yıl, günlerine, mevsimlerine karışmaya çalıştık da bin bir nazla, açtı mazisini …
Bu süreçte çok kıymetli Hocalarım da oldu.
Mustafa Kafalı. Mikail Bayram. Mine Erol. Mahmut Şakiroğlu. Bahattin Yediyıldız. Vedat Bilgin. Şahin Uçar. Nejat Göyünç vb.
Her biri, akademik derinlik, birikim ve tutarlılıklarıyla temayüz etmişlerdi.
2001'de ebedi aleme göçen Prof. Dr. Nejat Göyünç Hocamın özel bir yeri vardır bende.
“Akademik yönü”, ilim âlemince biliniyor zaten, nitelikli bilimsel yayınları da ortada.
Onun “insani yönü” üstünde durmak istiyorum biraz.
İlber Ortaylı, “Defterimden Portreler"de şöyle tanıtır Onu:
"Mülkiyeden kaçıp, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne kaydolmuş. İyi ki de kaçmış. Yoksa şimdi eski memur ağabeyimize Allahtan rahmet diliyor olacaktık. Memur diyorum tabii vali falan olamazdı. Zira o Çelebi adam, bazen eğri gördüklerine herkesten daha şedid bir şekilde kafa tutardı."
"Edebiyat Fakültesi tarih bölümünü bitirdikten sonra arşivde çalıştı, sonra da 1951’de Mardin ortaokuluna tayin oldu."
"Efendi İstanbullu genç "vah vah geri gideyim" diyeceğine, etrafı hayran hayran tetkik edip, arşiv defterlerini okuyup, Türk tarih litaratürüne " XVI. Yüzyılda Mardin Sancağı"nı kazandırdı".
Uludağ, Malatya, Konya ve Boğaziçi’nde öğretim üyeliği yaptı. "
"Anadolu’daki tarihçilerin hepsi onun tedrisatından geçti."
"Prof. Dr. Nejat Göyünç, herkesin işine koşan, dindar, tam Üsküdarlı, hoşgörülü, Prusya profösörleri kadar disiplinli, yufka yürekli ama inatçı...."
Herkesin işine koşar, vesikaları su gibi okurdu. hiç kimseye "rahatsız ettin” demeden, sorularını cevaplayan bir büyük Hocaydı.
Selçuk Üniversitesi’nde İlber Ortaylı’nın deyişiyle, ben de onun tedrisatından geçtim.
Lisansta, İki yıl, Osmanlı Sosyo - Ekonomik Tarihi, dersimize girdi.
Hafta sonlarını Istanbul’da Arşivler’de geçirirdi. Derslerini getirdiği “vesikalar" üzerinden anlatırdı.
"Taze taze, fırından yeni çıktı bu belgeler..." diyerek, bize okutmaya çalışırdı.
Bir kelime söktüğümüzde, bizi iltifatlara boğardı.
Derslerde, bilgiden çok, bilgilerin kaynağına nasıl ulaşılacağı üzerinde durardı.
Kimseye eyvallahı olmayan, işinin ehli, mütebahhir bir tarihçiydi.
Bir gün, ders çıkışı beni odasına çağırdı.
Şaşırmıştım. Lebalep mi desem, tıka basa mı, nasıl söylenir bilmem, kitap dolu odasına girdim.
Buyur etti, yer gösterdi.
Kendine has tebessümüyle "Hoş geldin" diyerek, şeker, kolan-ya ikram etti. Çay ısmarladı.
Çay eşliğinde, "okumak", “yazmak" üzerine sohbet ettiğimizi hatırlıyorum.
Sohbet sonrasında, raflardan bir kitap çekti, “okumayı seversin sen” diyerek, imzaladı.
Teşekkür ettim, müsade isteyerek, odasından ayrıldım.
Merak içindeydim, acaba ne hakkındaydı!
Çıkar çıkmaz, evirdim çevirdim, yakından baktım, Varlık’ın el kitapları gibi, küçük boydu.
Kapakta, yarılık bir kaysı resmi vardı, göze benziyordu. Altında da "Malatya'dan Görüş" yazısı vardı.
Heyecanla kapağı çevirdim.
İmza ve tarihin üstünde " Ş. Çetin’ime başarılar dileğiyle" yazıyordu.
Bu kitap, yazarından aldığım ilk imzalı kitaptır.
Hâla saklarım.
Meğer Hocamız, onca meşguliyetinin arasında yerel gazetelerde de yazılar yazıyormuş.
“Malatya'dan Görüş”, sevgili Hoca’mın Malatya Üniversitesi'nde çalışırken, yerel gazete "Görüş"te yazdığı yazıların kitaplaşmış haliymiş.
Hayranlığım bir kez daha arttı.
Sonraları aralıklarla sohbetlerimiz devam etti, daha yakından tanıma imkânı buldum.
Bu sohbetlerinin, sınıf dersleri kadar yararlı dersler olduğunu çok sonra fark ettim.
Tevazu sahibiydi, kibir nedir bilmez, öne çıkmayı sevmezdi.
Hep takdir etmşimdir, derin tesiri vardır üzerimde.
“İnsan eğitimi” söz konusu olduğunda, çok konuşmanın, hele öğüt vermenin etkisine hiç bir zaman inanmadım.
Bunlara gerek yok.
Davranışlar, tutum ve tavırlar yeterli oluyor zaten.
O’nun yaptığı da buydu.
Öğrencisi olmaktan gurur duydum, duyuyorum, duyacağım.
Rahmetle anıyorum.