Kur’an’daki şifa konusunu en iyi anlatan ayet budur: “Hastalandığım zaman bana şifa veren odur.” (Şuara [26] 80). Allah şifayı mesela bal aracılığı ile verir (Nahl [16] 69). Yine Eyüp Nebi kıssasında görüldüğü gibi Allah şifayı suya, bitkiye yerleştirmiştir. Eyüp Nebi’nin şifaya kavuşmak için yapması gereken, bunları bulmak için arayışa çıkmak, sabretmek yani harekete geçmekti (Sad [38] 42, 44). İtikadi ruhsal hastalıklara ise Kur’an şifadır (Yunus [10] 57).
Dolayısıyla hastalandığımızda “Allah’ım şifa ver!” deyip Allah’ın yaratmış olduğu ilaca, aşıya veya tedavi sürecine başvurmamak, Kur’an’a uygun bir davranış değildir. Aynı şekilde şifayı tamamıyla ilaçtan, doktordan, tedaviden bilmek de isabetli değildir. Hiçbir ilaç veya tedavi yöntemi %100 etkin ve güvenli değildir.
Tüm hastalıklar gibi tüm ilaçlar ve tedavi yöntemleri belirli bilimsel ilke ve kurallara göre zarar veya fayda verebilir. Hastalıkların tedavisi için çırpınan insan aklını, kullanılan bilimsel bilgiyi, derlenip saflaştırılan gerek doğal gerek sentetik malzemeyi yoktan yaratan sadece Allah'tır.
Şifayı yaratan, takdir eden, veren yalnızca Allah'tır. Şifayı keşfeden, tarif eden, öğrenip öğreten, hastalara dağıtan ise bilim insanları, hekimler, eczacılar, diğer sağlık çalışanlarıdır. İyileşmek hem hekimin ve hastanın çabasına hem de Allah'ın Şifa vermesine bağlıdır. İyileştiren Allah'tır. Doktorun rolü bu iyileşme sürecine vesile olmaktır. “Hastalığı kendim yendim. Hayatımı şu ilaca, bu doktora borçluyum. Bilim sayesinde hayattayım. Doğa beni iyileştirdi.” gibi ifadeler bir Mü’min için uygun değildir. Çünkü, şükre lâyık olan, her şeyin sahibi yüce Allah’tır.
Sonuç olarak Mü’min dengeyi iyi gözetmelidir: Mü’min şifa için çaba göstermeli, tedavi yöntemlerini uygulamalı, ilaç kullanmalıdır. Ardından da Rabbimize dua edip tevekkül etmeli, hastalığı da yaratanın, şifayı da verenin Allah olduğunu hep hatırlamalıdır.
Prof. Dr. İlker İnanç Balkan’a katkıları için teşekkürler.